peki öyle olsun.belki senin derdine derman buluruz
Ve ben alıp başımı gidince akşamları
İçinde yorgun düştüğüm bahçemden dışarı,
Biliyorum; her yol götürür beni o yöne
Yaşanmamış hayatların tersanesine...
* Tuttum, taa içime oturttum seni...
aşkta dil farklı olsada gönlün ateşe düştüğü kalbin haykırdığı her ses aynı
çok güzel teşekkürler
saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...
ADNAN YÜCEL /yer yüzü aşkın yüzü oluncaya dek
güzel bir yorum yaptınız. aşk her dilde güzel. teşekkürler
* Tuttum, taa içime oturttum seni...
şuan şoktayım bir arkadaşım bana bu şarkıyı göndermişti benim için dinle dedi dinlediğimde kulağa çok hoş geliyordu ama tükçesini bir türlü bulamamıştım.Kendi türkçesini biliordu ama söylememişti o zaman türkçesini öğrenseydim bulabilseydim ne olurdu bilmiorum çok şaşkın sevinç ve üzüntüyü bir arada yaşıyorum çünkü bu şarkıdan sonra birdaha görüşmedik
bu şarkıyı buraya yüklermisiniz bilgisayara format atılınca kaybetmiştim
DENGE DILEMIN..teşekkürler hocam pırxeşıke
çok üzüldüm
şu an evli misiniz
ahmet altanın yazısını hatırladım...
SİZ İSPANYOLCA BİR MİSİNİZ
Kendi yalnizligimda hep yalniz kadinlari düsündüm. Onlarin gözlerinde yakaris yoktu. Rastladiklari bütün erkeklere, onlara hiç hissettirmeden, aralarinda,ugruna yalnizligi terketmeye degecek biri var mi? diye dikkatle bakip inceleseler de, bunu alayci bir aldirmazligin ardina saklamayi basariyorlardi. Yalnizliklarinin, erkeklerin akilsizligindan kaynaklandigina inaniyorlar, yalnizliklari uzadikça, erkekleri daha fazla küçümsüyorlardi.
Kaç sehirde yalniz dolastim ben, kendi sehrimde dahil, kaç sehirde yagmuru gördüm, çiçekli parklari, karli agaçlari yapayalniz ve kaç sehirde öpüsen çiftlere, elele tutusanlara, o neseli gülüslere, kiskanarak degil, hatta imrenerek bile degil ama kendi yalnizligimi biraz daha fazla, içim ezilerek hissederek baktim ve kaç sehirde ben ask sarkilarini kimseyle paylasamadan dinledim. Yasliligin üstüme vuran gölgesi beni artik yalnizligin yakiciligindan elinden geldigince sakinsa da ben yalnizligi hep bildim ve hep yalniz erkeklerin, kadinlara bakan gözlerine yerlesen yakaristan, kendi gözlerimi kurtarmak için çabaladim.
Kasaba azmani, sicak ve tozlu bir sehirde aylar süren bir yalnizlik sirasinda, kendimi ucuz bir dükkandaki bir tezgahtar kizla, bir kadin sesini biraz daha fazla dinleyebilmek için lafi uzatirken yakalandigim anda duydugum utanci hep hatirladim.
Yalniz kadinlarin hemen hemen hepsinin gönlünde, bu yalnizligi sürdürmelerine neden olan bir erkek gölgesi yasiyordu ve o gölgeyi bir gerçege çevirmek için bu yalnizliga katlaniyorlardi; yalnizliklari genellikle çaresizlikten degil bir umuttan, bir bekleyisten besleniyordu.
Evlerine yalnizliklariyla birlikte dönüp, lambalari tek baslarina yakip, yemeklerini tek baslarina hazirlarken, yagmurun sesini tek baslarina dinlerken ve bir sarkiyla, bir aniyla aglarken içleri bazen kirginlikla, bazen sikintiyla, bazen öfkeyle yansa da gene, yalnizliklari, bekledikleri erkegin içinden çikacagi bir mücevher kutusu gibi duruyordu kucaklarinda. O kutuyu tasimaktan yorulduklari oluyordu. Bos bir evin sessizligiyle içlerinin kanadigi oluyordu. Soguk bir yatagin içine girip dizlerini karinlarina çekerek yattiklarinda, ellerini uzatip yalnizca sahipsiz bir yastiga dokunmanin canlarini yaktigi oluyordu. Ama o zaman bile,gözlerinde yakaris, yalnizca, bekledikleri, o derinlerinde hep kendileriyle gezdirdikleri erkege rastladiklarinda görülüyordu, bir baska erkege göstermiyorlardi onu. O yakarista bile bir kizginlik ve küçümseme bulunuyordu. Bir gün, artik sessiz bir eve, bir baska solugun duyulmadigi odalara, sabahlari tek basina uyanmaya dayanamadiklarinda yalnizliklarini terketmeye, beklediklerini gene de gönüllerinde saklayarak bir baskasiyla olmaya karar veriyorlardi.
Yalnizligi ve bekledikleri erkegi terketmeye hazirlandiklarinda, hatta onu terkettiklerinde bile son bir haber gönderiyorlar, son bir çabayla gel beni al diyorlardi ve bunu kendi usullerince, kendi gizli lisanlariyla söylüyorlardi. Ve,ayni O.Henry'nin hikayesinde oldugu gibi çogumuz bu son çagriyi farkedemiyorduk.
Çok sonralari, içimiz yanarak hatirliyorduk o hikayeyi. O hikayede, biraraya gelemeyen bir kadinla bir erkek vardi ve kadin bir gün erkege soruyordu.
- Sen ispanyolca biliyor musun?
Erkek, birçoklarimiz gibi erkekçe bir böbürlenmeye kapilarak yalan söylüyor ve "Evet" diyordu, "evet, ben Ispanyolca biliyorum."
Aradan bir zaman geçiyordu. Erkek, kadinin bir baskasiyla evlenmeye hazirlandigini ögreniyordu. Dügün günü kadindan bir çiçek geliyordu erkege, yanina konulmus bir kartta çiçegin ispanyolca ismi yaziyordu.
Erkek, o karta bakmiyordu bile. Yillar sonra kadinla erkek yeniden karsilasiyorlardi ve erkek küskün davraniyordu. Kadin, evlendigim gün sana gönderdigim çiçegi almadin mi? diye soruyordu.
Aldigini söylüyordu erkek, kadin üstünde çiçegin adi yaziyordu onu okumadin mi? diye soruyordu. Ve, erkegin onu okumadigini anlayinca da çiçegin ismini söylüyordu.
- Gel beni al.
Kadin son çigligi atmis ama erkek bos bir övünme yüzünden anlamamisti. O da baska bir erkege gitmisti.
Baska bir erkege gidildigi zamanlarda yalnizlik kalabaliklasiyordu. Eve bir baska soluk giriyor, lambalari bir baskasi yakiyor, yemekler iki kisilik hazirlaniyor, dostça sohbetler yapiliyor, yatak eskisi kadar soguk olmuyordu ama bu kez kadinin kucaginda gezdirdigi mücevher kutusu parçalaniyor, umutlar yok oluyor ve yalnizlik kadinin içine yerlesiyordu.
Küçümsedigi erkeklerin sayisi artiyordu. Hem kendisiyle birlikte olan erkegi hem de kendisiyle birlikte olamayan erkegi küçümsüyordu. Yanindaki erkege duydugu küçümseme yersiz kizginliklara, uzakta olan erkege duydugu küçümseme ise özleme eslik ediyordu. Sesine belli belirsiz bir kirginlik ve sinirlilik yerlesiyordu.
Umudunu kaybetmek karsiliginda elde ettigi bir baska insan soluguna, bir daha bos duvarlara tek basina bakmamak için tahammül etse de bir zaman sonra kaçinilmaz olarak, içinde bir umut yasattigi yalnizligini özlüyordu.
Birçogu, bir umudu yasatabilmek için o kederli yalnizligina geri dönüyordu. Aksamlari yeniden soguk ve sessiz evine tek basina gidiyordu.
Birçok sehirde ve kendi sehrinde yalnizligini, bu yalnizligi ugruna terkedecegim yeni bir erkek var midir diye çevresine bakip, baktigi erkekleri asagilayarak yanibasinda gezdiriyordu.
Bütün yalnizlar, yalnizligin içinde bir umut besledigini biliyorlardi. Ve, bütün yalnizlar yalnizligin soguklugunu dokunduklari herseyde hissediyorlardi. Erkeklerin yalnizliginda bir yakaris, kadinlarin yalnizliginda kizginlik yasiyordu. "Gel beni al" çiçekleri gonderiyorlardi.
Gidip almak her zaman mümkün olmuyordu. Yalnizlik bazen tek basina bazen kalabalikla dolasiyordu. Bazen bir kadin sesi çiçegimi aldin mi? diye soruyordu, bazen de sen kadin yalnizligini bilir misin? diye.
Siz yalnizligi bilir misiniz? Peki siz ispanyolca bilir misiniz?
Çok sehirler gezdim, çok yalnizliklar gördüm, yagmurda tek basima dolastigim, karlarin arasinda tek basima üsüdügüm, güneste tek basima yandigim oldu. Ispanyolca bilmedigimi ögrenmek ise yillar sürdü.
Ahmet ALTAN (Kristal Denizaltı)
Ve ben alıp başımı gidince akşamları
İçinde yorgun düştüğüm bahçemden dışarı,
Biliyorum; her yol götürür beni o yöne
Yaşanmamış hayatların tersanesine...