Çocuğun ebeveyni olabilirsiniz ama sahibi değilsiniz!
İnsanlar büyüme ve yetişkinliğe ulaşma döneminde kaybettikleri o parlak, o harikulade yanlarını geri istiyorlar. Doğduğun anda hiçbir korkun yoktu. Doğum anında mutlak kusursuzluk halindeydin. Çocuklar bize, gerekli dersleri öğrenmemiz için yetişkinlerden çok daha ileri bir düzeyde geliyorlar.
Biz anne ve babaların çoğu zaman çocuklarımızdan çok fazla şey talep ettiğini hiç düşündünüz mü? Onların sahibi gibi davrandığımızı, asistanlık etmek yerine haddimizi aşarak sürekli bir şeyler buyurduğumuzu...
Çocuklarımıza doğal ve mahrem alanlar bırakmadığımızı, bir nevi onları sakatladığımızı... Tabii, eğitimcilerin ve toplumun da tıpkı biz ebeveynler gibi çocuklara ‘iyi niyetle ve iyi yetiştirmek üzere’ her şeyi buyurduklarını ve onları belli bir kalıba sokmak üzere davrandıklarını, düşündünüz mü hiç? Bir an için, “Eee, ne var bunda?” diyebilirsiniz, çünkü hemen hepimiz yaklaşık böyle büyütüldük. Fakat böyle büyütülmek sonucunda, çocukların kendileriyle olan içsel bağlarının ne yazık ki 5 yaş civarında koptuğunu, kendileri olmaktan daha 5 yaşında vazgeçtiklerini ve kendisiyle bağı kopan bir bireyin de yaşam boyu bir makine tadında ruhsuz ve mutsuz yaşamak zorunda kaldığını, biliyor musunuz?
Tam da bu noktada, konuya Robin Sharma ‘Koza Kelebeği Bilmez’ adlı kitabındaki şu satırlara dikkatinizi çekerek yön vermek istiyorum: “İnsanlar büyüme ve yetişkinliğe ulaşma döneminde kaybettikleri o parlak, o harikulade yanlarını geri istiyorlar. Doğduğun anda hiçbir korkun yoktu. Doğum anında mutlak kusursuzluk halindeydin. Çocuklar bize, gerekli dersleri öğrenmemiz için yetişkinlerden çok daha ileri bir düzeyde geliyorlar. Aslında birçok bakımdan çocuklar bizim öğretmenimiz. Sandığımızdan çok daha çok şey biliyorlar. Bebekken hepimiz kusursuzuz. Dünyayı yaratan güçle hâlâ bağımız var. Yaşımız ilerlemeye başladıkça, çevremizdeki dünyadan birtakım korkular toplayıp benimsiyoruz. Bozuluyoruz. Anne babamızın bizi sevmesini, bize hayran olmasını istiyoruz. Bu yüzden onları örnek alıyor, onların korkularını, sınırlayıcı inançlarını ve yanlış varsayımlarını benimseyip, daha çok onlara benzemeye çalışıyoruz. Şu anda olduğun kişi gerçekte olduğun kişi değil. Daha çok bu dünyada yaşadığın için dönüştüğün kişi. Çevrendeki dünyadan çekip aldığın bütün o korkuları temizlemek için geri dönmen, tüm korkularının kaynağını bulup çıkarman gerek.”
ANNELİK SANATTIR!
Çocukluk yıllarımızı hatırlayınca, “Ne güzeldir çocuk olmak” diye iç geçirişimiz boşuna değil anlayacağınız. Çocukluk saf, temiz, sınırsız ve korkusuz olduğumuz; belki de var oluşumuzu tam olarak, doğallıkla ifade edebildiğimiz yegane dönem. Sonradan öğrendiklerimizle, sevilmek, uyum sağlamak ve başarı adına kendimizden küçük küçük vazgeçmeye başlıyoruz. Oysa biz ebeveynler ve tabii ki eğitimciler bu farkındalığa sahip olursak, bizim çocuklarımız hem kendileriyle hem de toplumsal hayatla barışık, doğallıkla var oluşlarını ifade edebilen, mutlu bireyler olabilirler.
Bakınız, Doğu felsefesinin üstatlarından Osho, “Çocuk tohumdur, çocuk insanın babasıdır” diyerek, çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “Her çocuk anne babalar tarafından, toplum tarafından, öğretmenler tarafından, din adamları tarafından örtülüyor. Pek çok koşullanma katmanı tarafından örtülüyor. Oysa bu, çocuğun seçimi değildir.”
Osho’nun ‘Çocuk’ adlı kitabında, çocuklarımıza asistanlık ederken bizlere önerileri de bir hayli çarpıcı. Şöyle ki: “Annelik büyük bir sanattır; onu öğrenmek zorundasın. İlk önce çocuğa seninmiş gibi davranma, asla çocuğa sahip olma. O senin aracılığınla gelir ama senin değildir. Tanrı seni sadece bir araç, bir kanal olarak kullanmıştır. Ama çocuk senin malın değildir. Sev ama asla çocuğa sahip olma. Çünkü sadece bir nesneye sahip olunabilir; asla bir kimseye değil. Bu ilk derstir; buna hazırlıklı ol.”
“Ve ikincisi şudur: Çocuğa derin bir saygı göster. Tanrı seni ev sahibi olarak seçmiştir. Çocuk çok kırılgandır, çaresizdir. Çocuğu aşağılamak çok kolaydır. Hiçbir şey yapamaz, öç alamaz, aynı şekilde karşılık veremez. Çocuğa saygı duyduğunda ona kendi fikirlerini dayatmaya çalışmazsın. Basitçe ona özgürlük tanırsın; dünyayı tanıma özgürlüğü. Dünyayı keşfetmek için onun giderek güçlü hale gelmesine yardım edersin ama ona talimatlar vermezsin. Ona enerji verirsin, ona güvence verirsin, ihtiyacı olan her şeyi ve onun dünyayı tanıması için senden çok uzaklara gitmesine yardım edersin. Çocuğu gerçekten seviyorsan, hatırlaman gereken bir şey daha var: Onun hiçbir şekilde ikiyüzlü olmasına asla yardım etme, hiçbir şekilde onu buna zorlama.”
DOĞAL OL, DOĞAYI DİNLE
“Ve üçüncü şey; doğayı dinle. Doğal olan her şey senin için bazen çok zor, bazen çok rahatsız edici olsa da iyidir. Bırak doğa kendi istediği şekilde ilerlesin. Doğa neyi ortaya çıkarıyorsa, senin görevin ona destek olmaktır. Doğayı yönlendirmek için orada değilsin. Sen yardım etmek için oradasın.
Sadece sevecen ol, saygılı ol ve çocuğa engel olmayacak şekilde gelişmesine yardım et. Bunları yaparken iki tuzak vardır: Ya çocuğu ihmal edersin, ondan bıkarsın, ya da çocukla ilgili olarak aşırı ciddi hale gelir ve ona yük olmaya başlarsın. Her ikisi de yanlıştır. Çocuğa yardım et ama sadece bundan keyif aldığın için. Ve asla onun sana borcu olduğunu hissetme. Tam tersine şükret, annelik bir rahmettir, bırak anneliğin onunla birlikte çiçek açsın. Sonuçta, anne olmak demek koşulsuzca sevebilmeye, sevmenin coşkusu için bir insanı sevmeye, birisinin geliştiğini görmenin saf coşkusu için bir insanın gelişmesine yardım etmeye muktedir olmak demektir.”
.ALINTIDIR.