Çocuklarda "Ölüm" Kavramı

Çocuk ve ölüm kelimeleri birbirine hiç yakışmayan iki kavramdır. Biri; neşe umut, gelecek, başlangıç çağrıştırırken ölüm; hüzün, çaresizlik, son-hiçlik çağrıştırır. Hele yeni dillenen çocuğunuzun "o öldü mü, sen ne zaman öleceksin, çocuklar ölür mü, ben ölürsem ağlar mısın, anneannem çok yaşlanırsa ölür mü?" sözlerini duyunca boğazımıza bir şey düğümlenir panikleriz. "Allah korusun bu ne biçim söz, ne saçma soru, nerden bulursun böyle şeyleri" deyip hızlıca konuyu değiştirmek isteriz. İşte çocuklar biz yetişkinler için bile anlaması-anlatması hele kabulü çok kolay olmayan ölümlü canlılar olduğumuz gerçeği ile bizi böylesi apaçık yüzleştirirler.

Her konu da olduğu gibi ölüm konusunda da kendi kaygı ve yargılarımızdan olabildiğince sıyrılarak çocuğu dinlemeye anlamaya çalışmalıyız. Her çocuk kendi deneyimleri ile hayatın doğasını keşfeder. Arkadaşının evcil hayvanı ölür, seyrettiği filmde ölümü duyar, kendi çiçeği solar, hayvanı, ölür, bitkisi çiçek açar, yumurtadan civcivler çıkar, yeğeni doğar, uzak akraba ölür, tanımadığı aile büyüklerinin mezarına arife günü gidilir, ninesi ölenleri için ağlar-dua okur. Ölüm de doğum kadar insana yakındır.

Çocuğun en yakınlarının, ölüme verdiği cevap daha güçlü bir şekilde çocuk tarafından da yaşanılacaktır. Çocuğa nasıl söyleyelim, onu en az nasıl bu işten yaralanmadan çıkarabilirimin cevabı sizin yaşantınızda saklıdır. Hele de kayıp aynı evin insanı olursa yaralanmamak mümkün olmaz. Fakat insan olmak, büyümek aldığımız yaraların iyileşmesi sayesinde olur.

Ana-baba-kardeş ölümü veya aynı yakınlıktaki kişilerin kaybı çok derin yaralara yol açar. Dedesi ölünce ağır bir hastalıkla hastaneye yatan minikler hiç az değildir. Bazen de umursamazca şarkı söyleyip herkesin öfkesini çekip kendini dövdüren, çeşitli kazalar geçiren, daha küçük bir çocuk gibi davranıp eski mutlu günlerine dönmeye çalışan, ölüme meydan okurcasına riskli şeyler yapmaya başlayan, diğerleri de ölürse korkusuyla herkesi kontrol edip, dışarı çıkmasını engellemeye çalışan, kendi ölmekten korkup güvendiği ebeveyne yapışıp kalan çocuklar, yasını yaşayamayan acılı yetişkinleri iyice bezdirebilir.

2,5-3 yaşına doğru çocuk ölüm sözünü ve anlamını çözmeye başlayabilir. 2,5 yaşında muhabbet kuşumuzun ölümüne üzülmemize şahit olan kızım "çatlak öldü bir daha gelmeyecek" diye boş kafesi misafirlere açıklamıştı. Fakat pamuk prenses masalını duyunca "o ölmemiş sadece elma onu bayıltmış, bak ayağa kalktı ölse kalkamaz" diye ayrımını yapar fakat buradaki ölümün geri dönüşümsüz olduğu fikri 9-10 yaşa kadar tam oturmayacaktır. Zaman zaman masalda veya olaylarda ölmüş kuşu uzak bir yerde yaşarmış gibi anlatmaya devam edecektir. Ölümün tam soyut anlamı, kendisinin ölümlü olduğu, doğum, cinsellik, ölüm, Allah din kavramlarının öncelikle sorgulandığı ergenlikte tam anlamıyla anlaşılacaktır. Bazen bu kavramlar bir hayat boyu birbiri içinde farklı yaşandığı ara süreçlere dönecektir. Örneğin "Tabi ki kabullendim o öldü ve bir daha göremeyeceğim" derken birilerinin onun için rahmetli demesini kaldırmakta zorlanacaktır.

Küçük çocuklar benmerkezci düşündüklerinden ailelerinin kendisine bakmak için var olduklarına inanırlar. Onların kaybı "şimdi ben ne olacağım paniğine yol açar". Babasının öldüğünü duyan çocuk "peki şimdi yuvaya beni kim götürecek" diye sorabilir. Burada çocuğu bencillikle suçlamak yanlıştır.

İnkâr, "annem ölmedi bu saçma" düşüncesi çocuklarda hiçbir şey olmamış gibi doğal ve neşeli davranışa yol açar. Çok yakını için yas tutmak o kadarda kolay değildir. Arkadaşları ondan daha fazla üzüntülerini gösterebilir. Çocuğu suçlamak, inkarın daha da uzun sürmesine neden olur.

Çocuklar tüm dünyadaki olayların kendi davranışlarının sonucu olduğunu düşünebilir ve yine anlık aklından geçen kötü düşüncelerin gerçeğe dönüşeceğine inanır. Ölüm karşısında da kendilerini suçlayacak "kardeşim benim oyuncağımı alınca onun yok olmasını dilemiştir", "annemi çok üzdüm, anneannem anneni üzersen hasta olur demişti işte şimdi annem hastalanıp öldü", diye büyük bir korkuya kapılabilecektir.

Bir yetişkin olarak sevme-bağlanma kapasitesi kadar da yas tutma gücümüzün olduğunu; kayıp ve yasın ancak bağlanabilen kendi dışındaki insanlarla kendini geliştirebilen, seven, sevilen kişilere özel ayrıcalıklı bir duygu olduğunu unutmamalıyız.

Özetlersek, evimize ateş düştüğünde her kesin farklı şekillerde tarzlarda olsa da acısı olduğunu unutmamalıyız. Çaresizliğe olan öfkemizi diğer kişileri özelliklede çocuklarımızın durumunu da anlayacak şekilde yaşamalıyız.

Çocuğa ölüm olayının içeriği ve anlamı en güvendiği kişilerce ayrı bir ortamda verilmelidir. Okuldan gelince ağlayan bayılmış kendisine acı ile bakan akrabalar görmemelidir.

Çocuk cenaze törenine katılmalı ama gömülme, ölünün yüzünü öpme, yüzüne bakmaya zorlanma gibi yaşantılar kültürel ortama, ailenin tarzına çocuğun yaş ve olgunluğuna bağlı olarak değerlendirilmelidir.

Ölüm aniden değil de dolaylı ifade ile anlatılıp çocuğun sorması veya anlaması beklenmemelidir. "baban uzak bir yolculuğa gitti, kardeşini hastanede aldılar, annen Allah'ın yanına gitti, baban çok uzaklarda."

Ölüm alıştırılarak söylenebilir "Deden dün çok hastalandı ve şuan çok ağır iyileşmesi zor hastaların bakıldığı yoğun bakıma yatırıldı. Korkarım bu sefer iyileşmesi çok zor" denilebilir ve cenaze töreni öncesi ölüm haberi verilebilir. Bunu uzun süre saklayıp çocuğun başka yerden duyması gerçekleşirse o zaman çocuğun insanlara güveni bozulacak ve daha yoğun bir korku yaşayacaktır.

Herkesler gidip normal hayata- tabiki ne kadar dönülebilirse-dönülünce asıl kayıp başlar.

Ekonomik imkanlar ölçüsünde aynı evde, okulda bir süre daha kalmak, ölenin eşyalarını uygun şekilde uzaklaştırırken, yadigar olarak bazı eşyalarını saklamak, resimleri abartılı şekilde olmadan biraz azaltmak ama arada albümlere bakıp özlemi anıları konuşmak uygun olacaktır. Ölenin koltuğu yeri aynen korunursa, bu yasın yaşanmasını durdurur.

Boy-boy resimlerinin asılı olması çocukların izlendiği gibi korkular yaratabilir. Çocuğun duygularını konuşmasına fırsat vermek hemen ağlayarak sizi üzdüğü düşüncesini yaratmamak uygundur.

Törelerimize uymak, yüzyıllar boyunca oluşturulmuş insanın yas sürecini en olağan haliyle yaşamasını kolaylaştıran tecrübelerdir. Törenler sırasında hüzün, acı, yas paylaşılır, yaşanır, sindirilir. Türk adetlerine göre oluşmuş 7 gece duasını yapmak, 36'sında, 40'ında, 56'sında toplanmak, ölü evinin ilk dini bayramında ziyaret etmek, mezarlık ziyaretleri, mezarlık bakımına gitmek, arada ölmüşler için bir şeyler yapmak çocuklarımızın da bizimde yaşamamız gereken baş etme yöntemleridir.

Şehir hayatı içinde koş-koş yaşamak kimsenin yasını paylaşmaya fırsat bulamamak, ölülerimizle bağımızı kurmamak, törelerimizden uzaklaşmak, doğum kadar bize yakın olan ölümle baş etmemizi zorlaştırmaktadır. Ölüm gerçeğini ve yası hayatımızdan bu kadar uzak tutarken, her gün televizyonda haberlerde ve filmlerde son derece duyarsız bir şekilde yüzlerce kişinin bin bir çeşit ölümüne şahitlik etmemiz ne kadar düşündürücü.


.ALINTIDIR.