Ergenlik Döneminde Görülen Psikolojik Problemler
Ergenlik dönemi bireyin kişiliğinin oturmaya başladığı, hayata bakış açısının belli olduğu ve bedensel ruhsal gelişiminin hızla geliştiği bir dönemdir. Ergenlik döneminde birçok ruhsal problem görülebilir. Ergen döneminin psikolojik özelliklerini, sık karşılaşılan psikolojik problemleri sizin için derledik.
Ergenlerde Depresyon
Aile içi sorunlar,olumsuz yaşam deneyimleri,düşük benlik algısı ve okul başarısızlığı depresyona neden olabilir.Depresyon duygularda güvensizlik,karamsarlık ve çöküntünün oluşmasını,düşünce ve hareketlerdeki yavaşlamayı anlatan ruhsal bir rahatsızlık durumudur.Çocukluk döneminde depresyon çok az görülürken ,çocukluktan ergenliğe geçişte depresyon artmaktadır.Ergenlikteki depresyon,daha çok kısa süreli ve belirli durumlara bağlı olarak görülmektedir.Kısa süreli depresyonda ergenler üzüntülüdür,anlaşılmadıklarını düşünürler,ama günlük hayatlarını devam ettirebilirler.Bu ruhsal karamsarlık kendiliğinden ortadan kalkacağı için müdahale gerektirmemektedir.Gerçek depresyonda ise ergende kendini değersiz bulma,kendini suçlama,üzüntülü ve ümitsiz olma,intiharı düşünme,öfke ve hırçınlık gösterme gibi belirtiler görülür.Bu duyguların süresi 15 günü geçiyorsa ve bu tabloya uyku bozuklukları,iştahsızlık ve kilo kaybı gibi bozukluklar ekleniyorsa ergenin gerçekten depresyonda olduğunu düşünmek gerekir.Depresif ergen yetersizlik ve çaresizlik içindedir.Bu durumlarda ergenin psikiyatrik yardım alması gerekir.Ergenlerin yaşadığı sorunlar;ne kadar benzermiş gibi görünse de,gelir gruplarına,eğitim düzeyine,geleneklerle olan bağlara göre değişkenlik gösteriyor.Ergenlik zor bir dönem ama çocuğuna yakın durmayı,onunla konuşmayı becerebilenler bakımından bu hassas dönemi kazasız belasız atlatmak mümkün.Bu dönemde ergene yapılabilecek en etkin yardım onun sevildiğini,anlaşıldığını,kabul edildiğini,fark edildiğini,gerekli olduğunu,önemli olduğunu,ona bağımsızlık ve sorumluluk verildiğini ona vurgulamak ve anlatabilmektir.
Ergenlerde Davranış Bozukluğu
Davranış bozukluğu (DB) ergenlik döneminde oldukça sık olarak görülen ve başkalarına zarar verici davranışların yanı sıra toplumsal kural ve normların sürekli bir şekilde ihlal edildiği bir bozukluktur.DSM IV’de bu bozukluk “genellikle ilk kez bebeklik,çocukluk ve ergenlikte başlayan bozukluklar” bölümünde ve “dikkat eksikliği ve yıkıcı davranış bozuklukları”başlığı altında yer almaktadır.
Davranış bozukluğunun görülme sıklığı;18 yaşın altında erkekler için %6-16,kızlar için %2-9 olarak bildirilmektedir.Ülkemizde ne oranda görüldüğüne dair sağlıklı bir araştırma yapılmamıştır.
Davranış bozukluğunun ortaya çıkışında çeşitli etmenler rol oynamaktadır.DB gösteren ergenler genelde düşük sosyoekonomik düzeyden gelen,parçalanmış ailelerin çocuklarıdır.Babalar genelde aileden uzakta veya evi terk etmiş,antisosyal kişilik özelliği taşıyan,alkol madde bağımlılığı gösteren kimselerdir.Annelerde de depresyon,kişilik bozukluğu ve somatizasyon bozukluğu söz konusudur.Dikkati çeken bir diğer özellik, bu aile özelliklerinin yanı sıra anne baba ve diğer aile üyelerinin çocuğa gösterdiği tutarsız ilgi ve hoşgörüdür.Çocuğa hiçbir şekilde disiplin uygulanmamış,engellenmemiş ve sınır konmamıştır.Karmaşık ve çapraşık aile ilişkilerinin egemen olduğu aile ortamından gelen veya reddedilmiş çocuklar öfkeli,talepkar ve yıkıcı olmakta ve olgun ilişkiler kurabilmek için gerekli olan engellenmeye tolerans geliştirememektedirler.
DB’nun etyolojisinde rol oynadığı kabul edilen bir diğer görüş de sosyoekonomik ve kültürel yönden yoksunluk içinde olan çocukların toplumda kabul gören yollardan gereksinimlerini karşılayamamaları ve bu yolla toplumda bir statü elde edemeyecek olmalarıdır.
DB’da üzerinde durulan biyolojik etmenlerden birisi kromozom anomalilerdir.Yapılan araştırmalar sonunda salt genetik geçişten ziyade genetik+çevre etmenlerinin bir arada rol oynadığı kanısı daha fazla kabul görmektedir.
Biyokimyasal çalışmalarda,davranış üzerinde etkili olduğu bilinen nörotransmitterler üzerinde durulmuştur.Bunlar serotonin,noradrenalin,dopamindir.Beyin omurilik sıvısında serotonin ve plazmada dopamini noradrenaline çeviren dopamin (hidroksilaz (DBH) enziminin azlığı ile saldırganlık,yineleyici suç davranışı ve yangın çıkarma arasında doğrudan ilişki saptanmıştır.
DB gösteren grup oldukça heterojen olup,tümü için tek bir sonlanımdan bahsetmek mümkün değildir.Ergenlik tipi DB eğer travmatik yaşam olaylarına,özellikle ailedeki karmaşık ortama bir tepki olarak ortaya çıkmışsa sonlanım daha olumlu olmaktadır.Anne baba işlevlerinde ileri düzeyde bir yetersizlik varsa,antisosyal kişilik özellikleri taşıyorlarsa,ailede alkol ve madde bağımlılığı söz konusuysa sonlanımı olumsuz olmaktadır.Bu ergenler yetişkinlik dönemine antisosyal kişilik bozukluğu olarak adım atmaktadırlar.Nadiren de olsa DB tanısı almış bazı ergenlerde yıkıcı davranışların düzelmesinin arkasına duygudurum bozukluğu veya psikoz geliştiği görülmektedir.
DB ‘nun tedavisi oldukça zor olup,genellikle çok yönlü bir terapinin uygulanması gerekir.Bu grupta konuşmaya dayalı klasik terapi yöntemlerinin yararlı olduğunu söylemek olası değildir.DB’nun tedavisinde ergenle birlikte sorunlu davranışlarda etken olan aile,çevre,okul ve toplumun hedef alındığı multisistematik terapi ile daha etkin bir sonuç elde edilebilmektedir.
Ergenlerde Karşı Olmak yada Karşıt Gelme Bozukluğu Ergenlerde Karşı Gelme
Bu bozukluğa sahip ergenler şöyle tanımlanmaktadırlar:Sık sık hiddetlenip,büyükleri ile tartışmaya giren büyüklerinin,isteklerine uymayarak karşı gelen ve bunları reddeden,olumsuzca yaptığı davranışları için başkalarını suçlayan,isteyerek başkalarını kızdıran,kolayca kızdırılıp alınabilen,genellikle başkalarına karşı gücenik ve içerlemiş olan,kin ve intikam isteği ile dolu bireylerdir.Bu davranışları çevreyle ilişkide bozulmalara yol açar.Yukarıdaki davranışlardan en az dördünü altı aydır gösteren ergenler bu bozukluğa sahiptir denilebilir.
Ergenlik öncesinde erkeklerde daha sık iken ergenlik sonrasında cinsler arası sıklığı eşittir.Sıklığı %2-16 düzeyindedir.Tedavisi ise öncekilerde olduğu gibi çocuğun gelişim düzeyinin değerlendirilmesi ve eşlik edebilecek sorunların tanınmasından sonra,davranış problemlerinin çözümü ve uyum becerilerinin arttırılmasına yöneliktir.
Ergenlerde Yeme Bozuklukları Anoreksiya Nervoza Ergenlerde Anoreksiya Nervosa
İştahsızlık ve ağırlık kaybı gibi genel tıpta çok sık görülen şikayetlerle seyreden anoreksiya nervoza,dramatik bir psikiyatrik bozukluktur. Günlük tıbbi uygulamada anoreksiya nervozanın karakteristik özelliklerinin yeterince bilinmemesinin doğurduğu bazı ayırıcı tanı sorunları görülebilmektedir.Anoreksiya nervoza,kilo almaktan aşırı korkma,bireyin vücut ağırlığını ve biçimini yanlış değerlendirmesi,bir deri bir kemik haline geldiği halde kendini hala şişman olarak değerlendirme gibi belirtilerle görülen bir ruhsal rahatsızlıktır.
Anoreksiya 10-30 yaşları arasında,sıklıkla 12-18 yaşlarında görülen,kadınlardaki görülme sıklığı erkeklere göre %95 fazla olan bir bozukluktur.1873 yılında Gull ve Laseque tarafından tanımlanmıştır. Tedavi edilmediğinde ölüm oranının yüksek olması ve batı ülkelerinde yaygınlığının giderek artması bu hastalığa ilgiyi artırmıştır.
Anoreksiya nervozalı hastaların vücut ağırlığı ve vücut biçimleriyle ilgili aşırı zihinsel uğraşları vardır. Hastalar vücut ağırlığının artmasını engellemek için zorlu egzersizler (yürümek, bisiklete binmek, yüzmek vb.) ve sıkı diyet uygular. Buna bağlı olarak ortaya çıkan ağırlık kaybını takibeden yaklaşık 1.5 yıl içinde hastaların % 30-50’sinde aşırı yeme atakları ortaya çıkar.
Hastalar şişmanlamaktan aşırı korktuğu için bu yeme ataklarından sonra kendini kusturma, laksatif ve diüretik kullanma sıktır. Bu nedenle anoreksik hastalar, diyet kısıtlaması uygulayan kısıtlanmış tip ve yeme ataklarının olduğu bulimik tip olarak iki alt tipe ayrılmaktadır.Gerek diyet kısıtlaması uygulayanlar, gerekse aşırı yeme atakları olanlar zayıf kalmaya aşırı gayret gösterir karbonhidrat ve yağ içeren yiyeceklerden kaçınırlar.
Anoreksiya nervoza ile birlikte depresif belirtiler sık görülmektedir.Depresyon dışında obsesif kompulsif bozukluk, histrionik özellikler, anksiyete ve hipokondriyazis, anoreksiya nervozaya sıklıkla eşlik eden ruhsal bozukluklar arasındadır.Yapılan bir çalışmada 31 obsesif kompulsif bozukluklu kadın hastada % 26 oranında anoreksiya nervoza saptanmıştır. Bir diğer çalışmada 30 yeme bozukluklu hastanın % 60’ında kaçınan kişilik özellikleri, % 7 ‘sinde borderline kişilik özellikleri saptanmıştır. Yeme bozukluğu olan hastaların % 30’unda çocukluklarında seksüel kötüye kullanım olduğu bulunmuştur.
Hastalığın başlangıcı sıklıkla stresli bir olay ile birliktedir. Orta ve yüksek sosyo-ekonomik sınıflarda, zayıf kalmanın desteklendiği mankenlerde ve balerinlerde daha sık anoreksiya nervoza görüldüğü bildirilmektedir.Bu hastalığın oluşumunda gelişimsel aile dinamikleri ve biyolojik faktörler önemli rol oynar.Bu kişilerin ergenlik dönemi sorunlarıyla baş edebilmede yetersiz oldukları, sosyal çevrede ince olmak önemliyse kendilik değeri ve başarının kriteri olarak anoreksiya nervoza geliştiği ileri sürülmektedir.
Psikoanalistlere göre cinselliği kabul edememe sonucunda hasta kendisini aç bırakarak gebe kalmayı reddettiği,anne-çocuk ilişkisi üzerinde duranlara göre ise bireyselleşme ve ayrışma süreci ile ilişkili çatışmaların üstesinden gelmede başarısızlık olduğu için anoreksiya nervoza ortaya çıkmaktadır.Bu kişiler iddiacı, rekabetçi oldukları halde bu rekabeti kaldırabilecek yapıdan yoksun oldukları, bu durumun yarattığı sıkıntıyı kolay çözemedikleri için benlik saygılarının azaldığı, bunun çözümünü de dış görünümlerinde aradıkları ifade edilmektedir. Kültürün burada çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Batılı değerlerin egemen olduğu dünya görüşüyle yetişmiş kızlarda anoreksiya nervoza daha sık görülmektedir.
Hastaların % 40’ı tamamen, % 30’u kısmen düzelmekte, % 30’u kronikleşmektedir. Mortalite oranı % 22, kronik vakalarda intihar oranı % 2-5 olarak bildirilmiştir.Tedavinin birinci amacı hastanın vücut ağırlığının düzeltilmesi, ikinci amacı bireyin zayıflamayla ilgili uğraşılarının azaltılması, kendine güvenin ve bireyselliğin sağlanmasıdır. Tedavinin diğer amaçları fiziksel komplikasyonlar (hipokalemi, dehidratasyon) ve birlikte olan psikiyatrik bozuklukların (majör depresyon) tedavisi ve tekrarların önlenmesidir.Hafif olgular ayaktan tedavi edilirse de anoreksiklerin hastaneye yatırılarak tedavileri bazen hayat kurtarıcı olabilir. Hastane tedavisinin en önemli amacı sağlıklı biçimde ağırlık alması için kişinin yemeyi öğrenmesini sağlamaktır.Hastanın vücut ağırlığının düzeltilmesinde kullanılan tedaviler:Hemşire bakımı, yüksek kalorili diyet ve yatak istirahatı,davranış değiştirme teknikleri,hiperalimentasyon ve tüple beslenme gibi zorunlu tedaviler,psikoterapi,farmakoterapi.
Ergenlerde Bulimia Nervosa
Bulumiya nervosa, (kusma hastalığı) bir abur cubur seansından sonra, yani fazla yemekten sonra, kişinin istemediği fazla kalorilerden kurtulmak için kusma yolunu seçtiği bir hastalıktır. Abur cubur yeme seansları kişiye göre değişir. Ancak bir kerede 200369802-0011000 kaloriden 10 000 kaloriye kadar çıkabilir. Bu kalorilerden kurtulmak için hasta ya kusar ya da laksatif kullanır. Bir de, zayıflama hapları alma, aşırı egzersiz yapma ve bu yüzden aşırı yorgun düşme gibi yolları seçenler de vardır.
Bulumikler de anoreksikler gibi kendilerinin güvenli bir ortamda yaşamadıklarını düşünürler. Yaptıkları herşeyi başkalarını rahat ettirmek için yaparlar ve duygularını sürekli saklarlar. Yemek, bu kişilerin tek güven kaynağıdır. Ayrıca kusma işlemi burada tıpkı ağlama, bağırma ya da öfke duyma gibi, bir tür duyguların dışavurumu olarak da algılanabilir.
Bu hastalık bazen rejime başladıktan sonra ortaya çıkabilir. Rejim sırasında örneğin hasta, tatlılara duyduğu aşırı iştahla kendini tutamayıp bunları tüketir sonra pişman olarak kusmayı dener. Yaptığını kendi de anlamlandıramayıp bir içine kapanış yaşayan hasta, bunu başkalarından da gizlemek ister. Bu yüzden aileler, hatta eşler bile yıllarca bu durumdan habersiz kalabilir. Bulumiya nervosa’da da zayıflama pek görülmez. Tıpkı anoreksiya’da olduğu gibi, bulumiya da ergenlik döneminde başlar. Bu durum çoğunlukla kadınlarda görülse de, erkeklerde de rastlanabilir.Bulimiya 15-30 yaşları arasında görülür ve kadınlarda erkeklere göre on defa fazla rastlanır.
Tedavide amaç düzenli yeme alışkanlığının sağlanması,hastayı kontrolsüz yeme atakları ve açlık periyodlarından koruyabilmektir.Tedavinin başlangıcında yeme davranışının düzeltilmesi değil hastanın tartısının stabil tutulması amaçlanmalıdır.Bireyin ihtiyaçları esas alınarak kişiye ve aileye,sosyal çatışmaları çözmeye yönelik psikoterapi uygulamak gereklidir.Kısa süreli antidepresan tedavi bulimik davranış şeklinin düzeltilmesinde yardımcı olabilir.6 yıl sonunda hastaların %50’si,12 yıl sonunda %75’i iyileşir.12 yıl sonunda düzelmeyen hastalar genellikle tedavi edilemezler.
Ergenlerde Mevsim Değişikliklerine Bağlı Ruhsal Değişiklikler
Mevsim değişikliklerinde,özellikle bahar ayları zamanlarında bazı bireylerde olduğu gibi ergenlerde de, ruhsal bakımdan olumsuz etkilenmeler söz konusudur.Bu durumla ilgili olarak M.Ü. Tıp Fakültesi’nde 1993-94 yılında yapılan bir araştırmanın sonucu şöyledir:Sonbahar ve kış aylarında Tıp Fakültesinde okuyan 119’u erkek,109’u kız 228 öğrenci üzerindeki araştırmada,öğrencilerin %15.8’inin hafif,%14’ünün orta,%8.3’ünün belirgin ve %1.3’ünün ciddi olarak mevsim değişikliklerinden etkilendiği bulunmuştur.
Ergenlerde Şiddet ve Saldırganlık
Saldırganlığın tanımı eylemin bizzat kendisi vurgulanarak yada eylemde bulunan kişinin niyeti vurgulanarak yapılabilir. Eylemin kendisi vurgulandığında saldırganlık başka kişilere zarar veren herhangi bir davranış olarak tanımlanmaktadır. Eylemde bulunan kişinin niyeti vurgulandığında ise hedefi yaralamak niyetiyle girişilen bir davranış olarak tanımlanır.
Diğer bir tanım, öfkeli ve araçsal saldırganlık şeklinde yapılmaktadır. Öfkeli saldırganlık öfke ve düşmanlığın kışkırttığı saldırganca bir eylemdir. Araçsal saldırganlık ise, eylemin kendisi dışında bir hedefe ulaşmak için girişilen saldırganca bir eylemdir.
Ergenlerde Şiddet ve Saldırganlık
Ergenlikte şiddetten hoşlanma ve saldırganca davranma sıklığında artış görülebilir.Bu davranış artan fiziksel güce ve ergenin yaşadığı çevre koşullarına bağlanabilir.Yapılan araştırmalarda erkek öğrencilerin saldırganlık düzeylerinin kızlara göre anlamlı olarak yüksek olduğu bulunmuştur.
Bazı kuramcılar beynin merkezi sinir sisteminin ve endokrin sisteminin saldırganlığa yol açtığını öne sürmektedir. Bazı bilim adamları da beyinde saldırganlığa neden olan merkezlerin dışında beyindeki tümörlerinde saldırganlığa yol açtığını ileri sürmektedirler. Saldırganlıkla ilgili amigdalalar duyguların kontrolünden sorumlu beyin alanlarıdır ve limbik sistemin bir parçasıdır. Saldırganlık gösteren hayvanların amigdalaları çıkarıldığında hayvanların önceki halinin karşıtı bir durumun, sakinlik halinin ortaya çıktığı gözlenmiştir. Yine bu bölgede oluşmuş olan bazı tümörlerin aşırı saldırganlığa yol açtığı belirtilmektedir. Biyolojik kurama ait bir diğer açıklama genlerdeki farklı kombinasyonların saldırganlığa neden olduğu şeklindedir. Son yirmi yıldır saldırganlık üzerine yapılan araştırmalarda nöropsikiyatrik ve nörolojik sorunların saldırgan bireylerde, saldırgan olmayanlara oranla daha yaygın olduğu ileri sürülmektedir. Şiddeti besleyen bir çok kaynak vardır. Ancak bu kaynakların etkin olabilmesi için etkileyebilecekleri bir canlı organizmaya ihtiyaç vardır. Şiddet davranışını anlayabilmenin yolu onun biyolojik temelini anlamaktan geçer. Emosyonel sinir bilim (Neuroscience) alanında son yıllarda görülen hızlı ilerleme bu alanda kısa sürede aşamalar kaydedileceğinin sinyallerini vermektedir.
Psikologların büyük çoğunluğu TV’de şiddetin çocuklarda saldırganlık eğilimini artırdığına inanırlar.Hatta sokaktaki insanında genelde bu inancı paylaştığı söylenebilir. Eğer televizyondan bir şeyler öğreniliyorsa ki bunda kuşku yoktur, saldırgan davranışlarda öğrenilebilir. Bu öğrenme, TV’de gözlenen saldırgan kahramanın gösterdiği saldırgan davranışın taklidi ya da böyle davranışların ilişkili olduğu başka saldırgan davranışları çağrıştırıp etkinleştirmesi biçiminde olabilir. Bununla birlikte, çocukların TV’de gözledikleri ve sonuçta kendileri için zararlı olabilecek saldırgan davranışlara daha fazla başvuracaklarını düşünmek biraz insanı küçümsemek ve onu ayırt etmeksizin her davranışı taklit eden robotumsu bir yaratığa indirgemek olur. İnsan eğer ruhsal olarak bir özrü yoksa bebek denebilecek yaşlarda bile gerçek ile filmi, filmde yapılabilecekle gerçekte yapılabileceği ayırt edebilecek kapasitededir. Nitekim gözden geçirdiğimiz sonuçlarda bu görüşü destekler niteliktedir. Bulgular TV’ de saldırganlığın, çocuklarda saldırganlığı büyük ölçüde arttırdığı yargısına varmamızı sağlayacak denli kesin ve tutarlı değildir. Eğer gerçek yaşamda saldırgan davranışlar ödüllendirilip özendiriliyorsa, çevre gerçek saldırgan modeller açısından zenginse ya da koşullar saldırgan duyguları denetim altında tutulamaz ölçülere çıkarıyorsa, o zaman saldırgan davranışların öğrenilmesinin ayıbı büyük ölçüde TV’ye çıkarılmamalıdır.
Ergenlerde İntihar
İntihar,insanın öz benliğine yönelmiş bir saldırganlık ve yok etme eylemi olup,bireyin yaşamına istemli olarak son vermesidir.İntihar girişimi olan ergenlerin %90’ı bir psikiyatrik tanı almaktadır.Bu tanılar sıklıkla duygu durum bozuklukları
Ergenlerde İntihar Riski
Ergenlerde İntihar Riski
ve/veya alkol veya madde kullanımıdır.
Kızlar daha sık intihar girişiminde bulunmaktadır(9/1 oranında).Kızlar sıklıkla aşırı doz ilaç alma ve bilek kesme yöntemlerini kullanmaktadırlar.Ölümle sonlanan intiharlar erkeklerde daha sıktır ve genellikle silahla kendini vurma şeklinde olmaktadır.
Ülkemizde 1991 yılı verilerine göre 15-24 yaşları arasındaki genç grubunun intihar oranı yüzbinde 33.2’dir.Son 20 yıldaki ülkemizde intihar oranlarında artma yoktur.
İntihar davranışında etiyolojik tek bir faktör aramak yerine intihar davranışına zemin hazırlayan,bu davranışı ortaya çıkaran gerek biyolojik,gerek genetik ve gerekse psikososyal faktörler birlikte ele alınmaktadır.Yapılan çalışmalar,intihar olgularının çoğunda depresyon,alkol bağımlılığı ve şizofreni gibi bir psikiyatrik bozukluğun olduğunu göstermektedir.İntihar girişiminde bulunan olguların çoğunda birinci derece akrabalarında afektif bozukluk,alkol bağımlılığı,antisosyal kişilik bozukluğu gibi psikiyatrik tanıların olduğunu belirten çalışmalar bulunmaktadır.
İntiharda risk faktörleri araştırıldığında yalnız yaşama,boşanmış olma,sosyal desteğin düşük olması gibi faktörler saptanmıştır.Günümüzde intihar davranışını açıklamak için bir çok biyolojik teori ileri sürülmektedir.En akla yatkın kanıtlar intihar girişimi yapan ve tamamlamışlarda hiposerotonerjik işlev bulguları olmuştur.Olguların beyinlerinde,prefrontal kortekste postsinaptik 5-hidroksi-triptamin tip 2(5-HT2) artışı bulunmuştur,bunun azalmış serotonin salınımına cevaben denkleştirici olarak geliştiği ileri sürülmüştür.Postmortem beyinlerde en çarpıcı bulgular serotonin (5-HT) seviyelerinin düşük oluşu ve major metaboliti 5-Hidroksi-indol-asetik asitin düşük oluşudur.Bu bulgular beyin sapında bulunmuş,korteks de ise saptanamamıştır.
İntihar riskinin yüksek olabileceğini gösteren durumlar şöyledir:
Depresyonda olan bir hastada ağır bunaltı,umutsuzluk,çaresizlik,suçluluk duygularının olması,
Daha önce başarısız olan intihar girişimlerinin olması,
Hastanın ölmek isteğini belirtmesi,
Alkol bağımlılarında iş yitimi,aileden ayrılma ve yalnızlık durumları,
Şizofreniklerde intihar riskini belirleyen etkenler açık değildir.Postpsikotik depresyon,riski yükseltebilir.
İntiharla baş edebilmeyle ilgili belli başlı öneriler şöyledir:
1.olarak anne-baba ve öğretmenler için en önemli başlangıç bu eğilimi taşıyan gençlerle konuşmaktır.Bu konuşmanın onları değerlendirme,yargılama ve benzeri tavırlar taşımadan yapılması,destekleyici,onunla yakın ve sıcak ilişki kurmaya yönelik olması ilk şarttır.İntihara teşebbüs edenlerin önemli bir kısmı derdini anlatacak bir kimse bulamamaktan yakınmıştır.
2.olarak ergenin sorunlarını çözme konusunda geliştirdiği baş etme biçimlerini gözlemek ve ona bu konuda yeni stratejiler öğretmektir.Bireyler çevresindeki inanların benzer durumlarda kullandıkları çözüm yollarını taklit eder.Sorunları ve çözümleri konusunda kendisinden daha deneyimli bireylerin değerlendirmeleri,bireyin içgörü geliştirmesine yardım eder.
3.olarak intihar eğilimi olan bireye kaygı ve gerilimi ile başedebilmesi için gevşeme tekniklerini ve kendine güvenini desteklemek için güvenli davranış tekniklerini öğretmek önerilebilir.Depresyonda olmak intihar eğilimlerini güçlendirir.Bireyin depresyonda olduğu durumlarda bir psikiyatristten yardım istemek uygun bir davranıştır.
Ergenlerde Obsesif-Kompulsif Bozukluk (Takıntılar) Ergenlerde Obsesif Kompulsif Bozukluk (Takıntılat)
Ergenlerde Obsesif Kompulsif Bozukluk (Takıntılar)
Obsesyon (saplantı) irade dışı gelen,bireyi tedirgin eden,benliğe yabancı,bilinçli çaba ile kovulamayan,yineleyen düşüncelerdir.Kompulsiyon (zorlantı) ise çoğu kez saplantılı düşünceleri kovmak için yapılan,istenç dışı yinelenen hareketlerdir.
Obsesif kompulsif bozukluğun (okb) ergenlerde nadir görüldüğüne inanılırdı.Yeni çalışmalar bu bozukluğun sanıldığı kadar seyrek olmadığını göstermektedir.Yapılan epidemiyolojik bir çalışmada okb prevalansı yaklaşık % 0.05 bulunmuştur.
Obsesif kompulsif bozukluğun (okb) grup ve ergende en erken başlama yaşı 7, ortalama başlama yaşı 10.2 yaştır.Okb’ye erkek çocuklarda kızlardan daha sık görüldüğü bulunmuştur.
Bu tür gençlerin konuşmaları düzgün ve aşırı kibardır.En küçük bir eksiklik bırakmama çabası yüzünden ayrıntılara çok fazla girerler.Düzenli ve çok titizdirler.Belli bir süre sonra bu titizlik dağınıklığa dönebilir.Genç saplantılardan oldukça fazla rahatsız olur.Çünkü gencin aklı sürekli bu düşüncelere takılır.Düşüncelerden kurtulmak için sürekli bir takım hareketleri yineler.Bunlar arasında ayıp ve günah şeylerin her akıla geldiği korkusu ve bunun için bir takım hareketleri yineleme sık görülür.Mesela,erkekleri düşünmenin çok ayıp olduğunu düşünen bir genç kız,bu düşünceden kurtulmak için sürekli oturup,ayağa kalkar,banyoda yıkanırken bu düşüncelerin onu pislettiğini düşünerek defalarca sabunlanır.Düşüncede sürekli tereddüt ve kararsızlık dikkati çeker.Sanki her düşüncenin bir olumlu bir de olumsuz yanı vardır.Bir şeyi kuralına göre yaptım mı yapmadım mı,düşündüm mü düşünmedim mi,yapsam mı yapmasam mı diye kararsızlıklar yaşar ve genç ileri derecede bunalır ve çevresindekileri de bunaltır.Kapılar,pencereler,dolaplar,karyolasının altı defalarca kontrol edilir ,elini sıktığı kişi acaba tuvaletten çıktıktan sonra elerini yıkadı mı ,allah var mıdır yok mudur,varsa allah’ı kim yaratmıştır diye düşünülür.Kimi gençlerde sayı sayma dışarıdan anlaşılmayan bir tutku halini alır.Apartmanların kaç kat olduğunu,tavandaki kiremitleri,banyodaki tuvaletteki fayansları sayar.Sık sık ellerini yıkar.Özellikle rüyalanmalardan sonra bir tane boy abdestinin yetmeyeceğini düşünür ve kendince belirlediği sayıda abdest alır.Genç bunların anlamsız ve saçma olduğunu bilir ama içinden bunu yapmak için adeta birinin zorladığını düşünür.
Obsesif kompulsif bozukluk semptomlarından en sık görüleni bulaşma obsesyonudur. Bunu yıkama, yıkanma, temizleme yada bulaşık olduğu düşünülen nesneden kompulsif kaçınma izler.Korkulan nesne genellikle kaçınılması zor olan bir nesnedir (feçes, idrar, toz yada mikrop gibi).Korkulan nesneye karşı en çok duyulan duygusal tepki anksiyete olursa da obsesif utanç, igrenme ve tiksinmede sık görülür.En sık görülen ikinci semptom örüntüsü kuşku obsesyonudur.Bunu kontrol etme kompülsiyonu izler.En sık görülen üçüncü örüntü; bir kompulsiyon olmaksızın, zihne yerleşen obsesyonel düşüncelerin taşınmasıdır.Bu obsesyonlar genellikle cinsel yada saldırgan bir eylemle ilintili yineleyici düşüncelerdir ve hasta bu düşüncelerinden ötürü kendi kendini kınamaktadır.En sık görülen dördüncü örüntü, bakışıklık(simetri) yada kesin olma obsesyonudur.Bunu yavaşlama kompulsiyonu izler. Bu hastaların bir yemek yemeleri, traş olmaları saatler alır.
Obsesif kompulsif bozuklukta bireysel pikoterapi,farmakoterapi,davranış tedavisi ve bilişsel davranışçı yaklaşımlar genellikle en çok yeğlenen tedavi biçimleridir.
Sonuç olarak; burada bahsi geçin problemlerin bir ya da birkaçını çocuğunuzda görüyorsanız çok geç olmadan yardım almanızı öneririz. Ergenlik dönemi birçok davranışın oturduğu, ergenin kişilik yapısının oturduğu bir dönemdir. Bu dönemde karşılaştığımız psikolojik problemler karşışısında dikkatli olmamız gerekir.
.alıntı.