Ölüm bir çocuğa nasıl anlatılır ?
Çocuklar için “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisini yazan Fransız Brigitte Labbé anlatıyor.
Fransız yazar Brigitte Labbé, Türkiye’de 2006’da yayımlanmaya başlayan “Çıtır Çıtır Felsefe” adlı dizisinde, çocuklara zor konuları anlatıyor…
Dizinin bugüne kadar yayımlanan kitaplarını sıralarsak derdimizi daha iyi anlatmış oluruz: “İyi ve Kötü,” “Adalet ve Haksızlık,” “Gerçekten ve Yalancıktan,” “Oğlanlar ve Kızlar,” “Güzellik ve Çirkinlik,” “Bildiklerimiz ve Bilmediklerimiz,” “Savaş ve Barış,” “İş ve Para,” “Özgür Olan ve Olmayan,” “Doğa ve Kirlilik,” “Cesaret ve Korku,” “Mutluluk ve Mutsuzluk,” “Liderler ve Diğerleri,” “Başarı ve Başarısızlık,” “Haklar ve Ödevler,” “Ben ve Başkaları…”
Dizinin geçen hafta yayımlanan Türkçe’deki son kitabı ise belki de bu konuların en zoru: “Yaşam ve Ölüm.”
Türkiye’de toplam satış rakamı 300 bini geçen dizinin yazarı Labbé, uzun süre iletişim sektöründe görev aldıktan sonra çalışmalarını karışık felsefi kavramları çocuklara aktarmak üzerine yoğunlaştırdı.
Çıtır Çıtır Felsefe dizisinin içeriğini Paris’te Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesi olan Michel Puech denetledi. Kitapları Jacques Azam resimledi.
ANLATMALI MI, ANLATMAMALI MI?
Türkçe’deki 17. kitap “Yaşam ve Ölüm” aslında Labbé’nin yazdığı ilk kitap. Seriyi yayımlayan Günışığı Kitaplığı’nın yetkilileri ise bu tür konulara bir alışkanlık yarattıktan, yani 16 kitap sonra bu kitabı yayımlamayı tercih etmiş.
Yaşam ve ölüm, savaşların, şiddetin, ölümün televizyonlardan yayımlandığı; bilgisayar oyunlarında kanın gövdeyi götürdüğü bir çağda aslında çok “sıradan” gibi görünse de, çocuklar için gerçekten zor konular.
Üzerinde ciddi olarak düşünülmesi, çocuklar için yeniden yorumlanması gereken konular…
Peki bir çocuğa yaşamı, ölümü nasıl anlatmalı? Anlatmalı mı, anlatmamalı mı?
bu özel röportajda Labbé’ye bu soruları ve daha fazlasını KÜRŞAD OĞUZ sordu.
19 ÜLKEDE YAYIMLANDI
Felsefe diziniz hangi ülkelerde yayımlandı ve dünyada ne kadar satış rakamına ulaştı?
Dizi, Fransa’dan Türkiye’ye, Brezilya’dan Çin’e, Cezayir’den İran’a 19 ülkede yayımlandı. Fransa’da bir milyon kitap satıldı ama tüm dünyadaki satış rakamlarını ne yazık ki bilmiyorum.
Dizinin ilk kitabı “Yaşam ve Ölüm” Türkiye’de son yayımlanan kitap oldu. Yani 17. kitap. Bu size nasıl geliyor? Başka ülkelerde de böyle sıralama değişiklikleri oluyor mu?
Her editör ülkesini ve okurlarını tanır, onların hassas noktalarını bilir ve tabii ki, hangi başlıkların seçileceğini de bu bilgi ışığında belirler. Ben, yaptıkları titiz tema seçimleriyle çocuk okurlara, ebeveynlerine ve öğretmenlerine güven aşılayan bir koleksiyon oluşturmayı başaran yayınevimin editörlük ekibine tamamen güveniyorum. Çıtır Çıtır Felsefe’yi keşfeden yetişkinlere de, her kitabın diğerlerinden bağımsız okunabileceğini söylemek önemli. Ne dizi için belirlenmiş bir okuma sırası, ne de konular arasında bir hiyerarşi söz konusu.
"6 - 7 YAŞLARINDA ANLIYORLAR"
Çocuklar sizce ne zaman yaşam ve ölümü gerçek manalarıyla kavrarlar? Erken kavramaları, iyi bir şey midir?
Bir insan “yaşam” ve “ölüm” kavramlarını kaç yaşında mı anlar? Bunu bilmiyorum. Ancak, çocukların, ölümden geri dönüş olmadığını, ölümün “dönülmesi mümkün olmayan bir yolculuk” anlamına geldiğini ancak 6-7 yaşından sonra anladıklarını biliyoruz.
"ÇOCUKLUĞUMDA OKUMAK İSTERDİM"
Okudukları kitaplar, mesela sizin kitaplarınız, çocukların karakterlerini ve seçimlerini etkiler mi?
Evet! Bir kitap bir hayat kurtarabilir! Edebiyat, hatta genel olarak sanat, varlığımızı aydınlatabilir. “Çıtır Çıtır Felsefe” içinse, yaşadığım pek çok deneyim ışığında, hem okullarda hem de aile içinde, belki de böyle bir destek olmaksızın gerçekleşemeyecek tartışmalara ortam sağladığını söyleyebilirim. Bu kitaplar ebeveynlere ve çocuklara, daha önce değinmedikleri konular hakkında konuşma şansı veriyor. Okullarda da, öğretmenlerin münazaralar düzenlemesini sağlıyor. Bu kitapları kendi başına okuyan birçok yetişkin, çocukların yaşamı sorgulamalarında onlara eşlik ederken kendilerini daha rahat hissediyorlar.
Çocukluğumda, bana yeni “pencereler” açmama; cevabı hazır sorulardan, dogmalardan ve tektip düşünceden kurtulmama yardımcı olacak bu küçük kitapları okumuş olmayı çok isterdim.
YEDİĞİN BİR ÖLÜ YAVRUM
Yaşam ve Ölüm’de, “Aslında, her yaşamın bir değeri vardır. Yalnızca, herkes için aynı değerde değillerdir; sorun da budur” diyorsunuz ki haklısınız. Üstelik bu değer sıralaması çoğu insanda aynı. Bu sıralamayı değiştirmek mümkün mü? Bunu çocukluktan başlayarak mı yapmak lâzım?
Eğer bunun mümkün olmadığını düşünseydim, yazmaya derhal son verirdim! Ben, her birimizin başarabileceği türde, aklımızın “aydınlanmasına”, bağnazlıktan ve köktencilikten kurtulmamıza yardımcı olacak mikro ölçekli eylemlere inanıyorum. Evet, çocuklara, eleştirel aklı oluşturmalarını sağlayacak araçları verdiğimizde, bu sıralamayı değiştirebileceğimize inanıyorum.
Çocuklara yedikleri şeylerin canlı olduğunu anlatmak mı doğrudur, anlatmamak mı?
Böyle bir şeyi, çocuk bizzat sormadıkça açıklamamak gerekir. Eğer sorarsa, elbette açıklanmalı. Gel gör ki, çocukların bunu bilmek için bize pek de ihtiyaçları yok. Bunu zaten kendileri keşfediyorlar. Tabaklarındaki yiyecekler üzerine sordukları soruları dinlemek ve belli yaşlarda yaşadıkları tiksinme hallerini görmek yeterli. Böyle anlarda, canlılardan, yaşam döngüsünden bahsedilebilir; ama bu her zaman incelikle, yaşlarına ve hassas oldukları noktalara uygun sözcüklerle yapılmalı.
"ÖLÜM SIRADANLAŞTIRILAMAZ"
İnsanın başka canlıları öldürmesi tamam da, insanın insanları öldürmesini nasıl anlatırız çocuklara?
Bu, anlatılamaz.
Bir Avrupalı çocukla bir Filistinli ya da Somalili çocuğa ölüm aynı şekilde mi anlatılmalı? Ölüm, bazı coğrafyalarda sıradanlaşıyor mu? Bunun çocuklar tarafından da böyle algılanması iyi bir şey mi?
Hayır, nerede olursa olsun, ölümün, yaşamın bitişinin hiçbir zaman sıradanlaşabileceğine, kanıksanabileceğine inanmıyorum. Ama siz burada ölümden mi bahsediyorsunuz, yoksa Filistinli ya da Somalili çocukların gündelik yaşamlarında karşılaştıkları şiddetten mi?
"ÇOCUKLARIMIZI DİNLEYELİM..."
Ergenlik yaşı düşüyor, uzmanlar çocukların artık daha erken büyüdüğünü söylüyor. Bu, çocuklara anlatılacak şeylerin giderek arttığını mı gösteriyor? Biz büyükler onların gerisinde kalıyor olamaz mıyız acaba?
Bilemiyorum, ne bir uzmanım ne de bir istatistikçi. Ancak, ergenliğin başı, ortası, sonu gibi bitmez tartışmaların önüne geçebilecek çok basit ve bir o kadar da etkili bir yöntem var elimizde: Dinlemek. Kendimizi çocuğun söylediklerine bırakalım, kulaklarımızı çevremizdeki çocuklara açalım, o zaman bizden ne beklediklerini anlarız. Bir hazır cevaplar kataloğu beklemedikleri kesin… Onları dinlemeye zaman ayıralım, o zaman biliriz işte…
ÇOCUKLAR ACIMASIZ MI ?
Çocukların hep acımasız oldukları, zaten içlerinde şiddet barındırdıkları söylenir. Sizce çocuklar acımasız ve öldürmeye yatkın mı? Büyüyerek mi uzaklaşıyoruz bu duygulardan?
Sorduğunuz bu soru, yani “insan nedir?”sorusu, burada cevaplar önermeye cesaret edemeyeceğim kadar geniş bir soru…
Bu sorunun bende uyandırdığı, işte tam da şöyle bir şey, ki bir çocuğa da yazacağım şey budur: “Bir bebek, doğduğunda, gözleri henüz güçlü ışıkları geçirmeye hazır değildir, gürültüye karşı duyarlıdır, derisi çok incedir, kolaylıkla hastalık kapar; kırılgandır. Bu yüzden yetişkinler onu korur, ona bakarlar: Evdeki tehlikeli eşyayı kaldırır, merdivenlerin önüne set koyar, bebeği güneşin alnında bırakmamaya özen gösterirler... Büyüdükçe, beden güçlenir ve gitgide daha az korunmaya ihtiyaç duyar. Büyüyen bir insan, yalnızca büyüyen bir beden değildir. Aynı zamanda akıl, ruh, düşünceler, duygular, karakter ve kişiliktir. Tüm bunlar da kırılgandır; oluşur ve gitgide güçlenirler. Bu nedenle büyükler küçüklere, onları koruyarak, yaşamı tehlikesizce deneyimlemeleri için onların yanında durarak yardımcı olurlar.”
"EKRANLARIN KARŞISINDA YALNIZ BIRAKMAYIN "
Çocukların her gün televizyonlarda, bilgisayar oyunlarında ölümü gördüğü bir çağda, onların masum kalmalarını sağlayabilir miyiz?
Burada değindiğiniz soru, doğru ve yanlış, gerçek ve sanal üzerine. Haklısınız da: Çocuklara doğru ve yanlışı ayırmalarında yardımcı olmak çok önemli. Onları ekranların karşısında yalnız bırakmayıp bu keşiflerinde onlara eşlik etmek de öyle.
BİZ NASIL BÜYÜKLERİZ?
“Gerçek soru, neden ölürüz değil, nasıl yaşamalıyız” diyorsunuz. Sizce biz büyükler buna yeterince çaba harcıyor muyuz?
Her birimiz kendimize bu soruyu sormalıyız… Biz projelerimizi, hayallerimizi, tutkularımızı, fikirlerimizi ve arzularımızı büyütmeyi başarmış “büyükler” miyiz? “Küçüklerde” büyüme isteği uyandırabilen “büyükler” miyiz?
Siz yaşam ve ölüm konusunda kendi çocuklarınızla ne tür tecrübeler yaşadınız?
Genel olarak söyleyebileceğim, çocukların ölümden söz etmekten korkmadıklarıdır. Yetişkinlerin aksine, “ölüm” sözcüğünü olduğu gibi kullanmaktan korkmuyorlar. Yetişkinlerin, ifadeyi doğrudan kullanmamak için buldukları formüller, “gitti”, “sonsuz bir uykuya daldı”, “gözlerini sonsuza dek kapadı” gibi ifadeler, çocukları daha çok korkutuyor. Örneğin, “Eğer gittiyse, niye onu bulmaya gitmiyoruz biz de, ağlamak yerine?..” diye soruyor çocuk.
kaynak:haberturk gazetesi