SETA Vakfı Türkiye’de milli eğitim sisteminin ayrıntılı bir analizini yapan Türkiye’de Milli Eğitim Sistemi başlıklı raporunu yayınladı. Bekir S. Gür ve Zafer Çelik tarafından hazırlanan raporda milli eğitimin sisteminin genel değerlendirmesi yapılıyor ve yapısal bir analizi sunuluyor. Kademeler arası geçişten uluslararası değerlendirmelere kadar çok sayıda konunun tematik olarak ele alındığı rapor, eğitim sistemindeki yapısal sorunların çözümü için yapısal reformlar öneriyor.
ilk rapor;
https://www.memurlar.net/haber/151966/
YÖNETİCİ ÖZETİ
Türkiye’de izlenen eğitim politikalarına bakıldığında, millî eğitimin bütüncül bir sistem olarak ele alınmadığı görülmekte ve dolayısıyla sistemin unsurları üzerinde yapılan değişikliklerin, sistemin diğer unsurları üzerindeki etkisinin yeterince analiz edilmeden yürürlüğe konulduğu tecrübe edilmektedir. Son on yılda Yükseköğretim kurulu ile Millî Eğitim Bakanlığı arasındaki koordinasyonsuzluk, millî eğitimde istikrarlı bir politika geliştirmeyi engellemiştir. Ortaöğretimden yükseköğretime geçiş sisteminde yapılan değişiklikler, ortaöğretim üzerinde ve dolayısıyla yükseköğretim üzerinde telafisi mümkün olmayan sorunlara neden olmuştur. Örneğin, 1999 yılında üniversite giriş sisteminde yapılan değişiklikler sonucunda, meslek liseleri cazip olmaktan çıkmış, pahalı bir yatırım olan meslek liselerine kayıt yaptıran yeni öğrenci sayısı azalmış ve genel liselerdeki sınıf mevcutları kalabalıklaşmıştır.
Benzer şekilde, Ortaöğretim Başarı Puanının ağırlıklandırılması, bireysel başarıyı önemsizleştirmiş ve okul türünü ön plana çıkarmıştır. Ortaöğretimde okul türünün ön plana çıkması, ilköğretimden ortaöğretime geçiş üzerindeki baskıyı daha da artırmıştır. Ayrıca, meslek liselilerin sınavsız geçiş yoluyla, Meslek Yüksekokullarına yerleştirilmesi, yükseköğretimin niteliğinin düşmesine ve toplumsal saygınlığının zedelenmesine yol açmıştır.
Büyük bir merkez teşkilatına sahip olan Türk millî eğitim sistemi oldukça merkeziyetçidir. Her ne kadar Bakanlık, bu konuda düzenlemelere gidileceğini ifade etmiş olsa da, hâlâ bir gelişme söz konusu değildir. Buna ilaveten, farklı şekillerde öğrenci kabul eden çok çeşitli okul türleri vardır. Ortaöğretim okul türlerinin sayısının azaltılması yönünde bazı çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların daha anlamlı kılınması ve ortaöğretimin bir bütün olarak ele alınması için, ortaöğretimle ilgili genel müdürlükler birleştirilmelidir. Ayrıca, okul türlerinin fazlalığı, ortaöğretim giriş sınavları üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Bu baskıyı azaltmak için, Anadolu liseleri genel liselere dönüştürülmelidir. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarının artırılması konusu, basitçe bir AB ülkeleri okullaşma oranları ortalaması olarak görülmemelidir.
Gelişmiş ülkelerde okul öncesi eğitime yapılan yatırımlar kadınların işgücüne katılımı ile doğrudan ilişkilidir. MEB okul öncesi eğitimi ülkenin her tarafında yaygınlaştırmak yerine, daha çok çalışan anne oranlarının yüksek olduğu yerlerde okul öncesi eğitim yaygınlaştırılmalıdır. kaldı ki, okul öncesi eğitimin altyapısı tamamlanmadan gereğinden fazla derecede yaygınlaştırılması çabası, uygulamada birçok soruna neden olmaktadır. Dahası, okul öncesi eğitim, geleceğin işgücünü oluşturmak ve daha nitelikli beşeri sermaye elde etmek anlayışından çok, çocuğun o anını ele alan bir yaklaşım içinde değerlendirilmelidir.
Hem ulusal hem de uluslararası değerlendirmeler temelinde, eğitim sistemindeki kalite sorunu sıklıkla telaffuz edilmektedir. Eğitimdeki kalite sorunu genellikle öğrencilerin bildiklerini uygulayamamaları olarak tanımlanmaktadır. Oysa Türk eğitim sisteminin temel sorunu öğrencilerin sahip oldukları bilgi ve becerileri uygulayamaması/kullanamamasından ziyade, temel bilgi ve becerileri elde edememesidir. Bunun temel nedeni, mevcut sınıf geçme uygulamalarının, öğrencilerin temel bilgi ve becerileri edinmeksizin bir üst sınıfa geçmelerine izin vermesidir. Sunulan/verilen eğitimin niteliğini arttırmak için her bir sınıf için standartlar belirlenmeli ve öğrencilerin bu standartlara erişerek bir üst sınıfa geçmeleri sağlanmalıdır
Eğitim sisteminin çok sayıda sorununu çözmesi amacıyla uygulamaya konan yeni ortaöğretime geçiş sistemi, kendisine atfedilen anlamları taşımakta yetersiz kalmıştır. Seviye Belirleme Sınavlarının uygulanmaya başlaması ile birlikte, öğrencilerin müfredatla ve okulla ilişkileri nispeten sağlamlaşmasına rağmen, sınav odaklı eğitim anlayışı gücünü arttırmış ve erken yaşlardan itibaren çocukların okul dışı kaynaklara yönelimi de artmıştır. Öğrencilerin daha erken yaşlardan itibaren sınavlara alınması, kültürel ve ekonomik sermayesi daha gelişmiş ailelerin çocuklarını avantajlı kılmaktadır. Yeni ortaöğretime geçiş sistemi, ilköğretim okulları arasındaki rekabeti artırmış ve bu rekabet sınav başarısına indirgenmiştir. Ayrıca, mevcut üniversiteye giriş sisteminden dolayı, ortaöğretim okulunun ÖSS başarı ortalaması öğrencin bireysel puanını etkilediği için, öğrenciler ve veliler ortaöğretim giriş sınavlarına oldukça fazla anlam yüklemektedirler.
Türk eğitim sistemine dönük tartışmalarda sıklıkla karşımıza çıkan bir diğer konu, meslekî eğitimin ortaöğretim içerisindeki payıdır. Gelişmiş ülkelerde meslekî eğitimin ortaöğretim içerisindeki payının üçte iki civarında olduğu yaygın olarak zikredilir. Oysa bu pay, ülkeler arasında büyük farklılıklar göstermektedir. Örneğin ABD’de meslek liseleri esasında yok iken, Avusturya ve Almanya gibi ülkelerde ortaöğretimin önemli bir bölümü meslekî eğitimden müteşekkildir. Meslekî eğitimin ortaöğretim düzeyinde yaygın olduğu kıta Avrupası ülkelerinde, iş dünyası, meslek odaları ve sendikalar meslek eğitiminde aktif bir rol oynamakta ve anlamlı bir sorumluluk üstlenmektedirler. Türkiye’de meslekî eğitime dönük temel sorun, meslek liselerine devam eden öğrenci sayısını artırmak değil, meslekî eğitim almış kişilerin piyasada istihdam imkânlarının geliştirilmesidir.
Türkiye’nin kronik bir eğitim sorunu olduğu üzerine yaygınlık kazanmış bir söylem vardır. Her yönüyle büyüyen ve güçlenen bir Türkiye, eğitim sorununa kayıtsız kalamaz. Onlarca yıl “idare” edilen bir eğitim sistemiyle Türkiye’nin ne demokratik bir gelişme ne de ekonomik bir atılım yapması beklenebilir. Demokrasi, kendisine sunulan seçenekleri değerlendirebilen ve gerekirse yeni seçenekler oluşturabilen vatandaşlarla anlamlıdır. Kalkınma ve ekonomik büyüme, iyi yetişmiş bir insangücü ile iş piyasası arasında bir uyum olduğu zaman gerçekleşir. Dünyada neredeyse bütün ülkeler, eğitim sistemlerinde küçük ya da büyük çaplı reformlara gitmektedirler. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, “geri kalmışlık”larının faturasını –haklı ya da haksız olarak– eğitim sistemlerine çıkarmaktadırlar. Ekonomik olarak ileri ülkeler, uluslararası rekabeti önde sürdürebilmek için eğitime önemli roller atfetmektedirler. Birçok ülkede hükümet programları, “küresel bilgi ekonomisi” denen sistemde iyi yetişmiş insanlara büyük ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır.
Türkiye’de eğitim alanında son yıllarda ciddi bir hareketlilik yaşanmış ve çok sayıda düzenlemeye ve değişikliğe gidilmiştir. Buna rağmen, bu düzenlemelerin ne anlama geldiği, ne tür muhtemel sonuçlar doğuracağı ve ne gibi yapısal çözümlerin gerekli olduğu konusunda, hem politika yapıcılarda hem de bu konuyla ilgilenen kamuoyunda bir zihin berraklığının olduğunu söylemek zordur.
SETA’nın bu çalışmasının eğitim sistemine dönük tartışmalara ışık tutacağını umuyoruz. Bu çalışmada öz bir şekilde ele alınan (üniversiteye giriş sistemi vb.) ve ele alınmayan (eğitimin amaçları, din eğitimi vb.) konulara ilişkin ayrıntılı ve özel çalışmalar, SETA tarafından ayrıca yayımlanacaktır.
Taha Özhan
SETA Genel koordinatörü
-memeurlarnet-