TBMM Milli Eğitim Kültür ve Gençlik Spor Komisyonu bugün AK Parti Milletvekili Nabi Avcı başkanlığında toplanıyor.

Geçtiğimiz hafta yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanan zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ve 4+4+4 şeklinde formüle edilmesi daha uzun süre gündemdeki yerini korumaya devam edecek gibi görünüyor. Eğitimde atılacak bu tarz büyük adımların üzerinde tartışılması ve farklı kesimlerden fikirlerin alınması, demokrasi kültürü adına sevindirici bir gelişmedir. Ancak, yasa taslağına ilişkin mevcut tartışmalara bakıldığında, taslağı eleştirenlerin, eğitim sisteminin demokratikleşmesi, sivilleşmesi ve daha çoğulcu bir yapıya sahip olması adına hiçbir yeni öneri ve eleştiri getirmedikleri görülmektedir. Eleştireler, sadece statükoyu korumaya yönelik bir tavır içindedir ve belirli korkular ekseninde yürümektedir. TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu bünyesinde oluşturulan alt komisyona gönderilen yasa taslağının birçok eksik ve çeşitli sorunlar içerdiği açıktır ki bunların bir kısmına aşağıda değinilecektir. Ancak, tuhaf olan, 4+4+4 taslağının daha fazla demokrasi ve serbestlik adına değil, mevcut durumu sürdürme adına eleştirilmesi, bu eleştiriler sonucunda taslaktaki bazı maddelerin değiştirilmesi ve sonuçta ortaya daha özgürlükçü bir taslağın çıkmamasıdır.

Sivil eğitim sistemi

Öncelikle, Türkiye’de eğitim sisteminin tarihiyle ve evrilmesiyle ilgili çok net bir hususun altını çizmekte fayda vardır. Türkiye’nin yakın tarihine bakıldığında, eğitim sistemini düzenleyen aktörlerin siyasetçilerden ziyade askerler ve yargıdan olduğu görülmektedir. Bugünkü mevcut eğitim sisteminin temel yapı taşları, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinde kurulmuştur. Bunlara ilaveten özellikle yükseköğretime giriş sisteminin oluşmasında yargı kararları belirleyici olmuştur. 8 yıllık kesintisiz eğitim, hiçbir plan ve program hazırlanmadan, 28 Şubat kararları olarak uygulamaya konmuştur. 28 Şubatçıların yargılandığı bu günlerde 4+4+4 taslağı üzerinden eğitim sistemine ilişkin olarak yürüyen tartışmalara bakıldığında ihmal edilen kritik bir husus, eğitim sisteminin artık sivil bir irade tarafından düzenlenme çabasıdır. Bu açıdan bakıldığında eğitim sistemini düzenleyen aktörün, asker ya da yargı yerine seçilmiş bir sivil irade olması, eğitimin sisteminin bundan sonra toplumsal talepler ekseninde yeniden yapılandırılması için bir başlangıçtır. Dahası, bugünlerde tartışılan yeni eğitim sistemi düzenlemesinin, sivil bir irade tarafından gündeme getirilmesi ve sivil aktörler tarafından eleştirilmesi, eğitim sistemine ilişkin bir normalleşmenin sonucudur.

Statükocu sivillerin direnci

İlköğretimin 4+4 şeklinde düzenlenmesinin ilk haline ilişkin temel tartışmalardan biri, ikinci 4 yıllık eğitim kademesinde öğrencilere açıköğretim imkânı sunulmasıdır. Basına yansıdığı kadarıyla, gelen eleştiriler sonucu hükümet, bu maddeyi taslaktan çıkarmıştır. Eleştiriler, daha çok, açıköğretim sonucu kızların okullaşma oranlarının düşmesi üzerine odaklanmıştır. Başörtüsü yasağı gibi kızların okullaşma oranlarını doğrudan etkileyen en önemli hususlarda bile suskun kalan ve hatta yasakçı zihniyeti destekleyen bazı STK’ların, konuyu bu minvalde ele almaları oldukça tuhaftır. Dahası, kendini liberal olarak tanımlayan bazı yazarlar bile, açıköğretime sıcak bakmadıklarını ifade etmişlerdir. Örneğin, Taha Akyol, açıköğretimin “evde eğitim”in kapısını açacağı ve bu usul dolayısıyla çocuğun okul ortamından kopması gibi “ciddi bir soruna” yol açacağı gerekçesiyle kaygılandığını belirtti. Genel olarak eğitim ve özelde açıköğretim konusundaki bilgi eksikliği öyle tuhaf argümanlara yol açtı ki, CHP milletvekili Prof. Dr. Binnaz Toprak açıköğretimin fırsat eşitliğine aykırı olduğunu söyledi. (Bu argümanın yanlışlığı bu yazının konusu değildir.) Eğitimci uzmanlar da evde eğitimin “çağdaş” olmadığını vurgulayarak, taslağa karşı çıktılar.

Şu ana kadar sıraladığım eleştirilerden maksadım, hükümet taslağının hangi açılardan eleştirildiğini göstermek. Buna göre, zorunlu eğitimin sadece tek bir biçimi (en ince ayrıntısına kadar doğrudan devlet tarafından ve okulda verilen eğitim), doğru kabul edilmekte ve açıköğretim dâhil (ki taslakta bunun da devlet eliyle verileceği belirtiliyor) diğer alternatifler yok sayılmaktadır. Oysa, bütün gelişmiş ülkelerde temel eğitim zorunludur; fakat bu zorunluluk, alternatif eğitim biçimlerini (evde eğitim, açık/online/uzaktan eğitim, kilise/cemaat okulu, vs.) kapsamaktadır. Örneğin, ABD’de eğitim zorunlu olmakla birlikte, alternatif eğitim biçimleri bir hak olarak kabul edilmektedir. Bundan dolayı, veli çocuğunu “okul ortamından koparmak” isterse, çocuğunu kendi evinde eğitebilmektedir. Amerikan nüfus sayımlarından elde edilen resmi rakamlara göre, 2007 itibariyle, Amerika’da bir buçuk milyondan fazla öğrenci, evde eğitim almaktadır. Evde eğitim alan öğrenci sayısı uzun yıllardır Amerika’da istikrarla artmaktadır. Benzer eğilim başka ülkelerde de vardır. Örneğin, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) Uluslararası Eğitim Bürosunca yayımlanan bilgilere göre, evde eğitim anlayışı Kanada’da da gittikçe yaygınlaşmaktadır. Dahası, alternatif eğitim biçimleri, evde eğitimle sınırlı değildir. Çağdaş ülkelerin tamamında, özel okullar, devlet okullarından farklı bir şekilde, kendi eğitim felsefeleri veya müfredatlarıyla hareket etmekte serbesttirler.
Toplum ne istiyor?

Türkiye’de eğitim sisteminin temel sorunlarından biri, eğitim sisteminin toplumun taleplerini karşılayamamasıdır. Bundan dolayı, topluma alternatifler sunan ve toplumun çeşitliliğini kuşatabilen bir eğitim sistemi yerine, ağırlıklı olarak devlet eliyle yürütülen ve tektipçi bir yaklaşım söz konusudur. Bugün Türkiye’de 4+4 taslağına dönecek olursak, sisteme sadece açıköğretim imkanı getiren taslağın bile, Türkiye’deki bazı sivil gruplar marifetiyle kadük kaldığı söylenebilir. Bir başka ifadeyle, siviller, öğrencilere daha fazla imkân ve eğitim özgürlüğü talep etmeliyken, serbestliğin/sivilliğin çağdaş dünyada giderek popüler olmaya başlayan bir biçimini bile kabul etmediler.

4+4 taslağına yapılan eleştirilerden biri de sekiz yıllık eğitimin kesintisiz bir şekilde yapılmasına ilişkindir. Yine mevcut statükoyu sürdürmeyi dayatan bu eleştiri, dünya gerçeklerinden uzaktır. UNESCO ve Avrupa Ülkeleri Eğitim Sistemleri ve Politikaları Ağı (EURYDICE)’na ülkelerin eğitim bakanlıkları tarafından sunulan resmi verilere göre, gelişmiş ülkelerin tamamında ilkokul genellikle ilk dört yıl ila altı yılı kapsamaktadır.

Amerikan Eğitim Bakanlığı tarafından 2009 yılında hazırlanan bir rapora göre, G-8 ülkelerinin, ilk ve ortaokulu kapsayan eğitim sistemleri şu şekildedir: Kanada (6+3), Fransa (5+4), Almanya (4+6), İtalya (5+3), Japonya (6+3), Rusya (4+5), İngiltere (6+3), ABD (Eyalete göre değişmekle birlikte 6+3). Bütün bu gelişmiş ülkelerden görüldüğü üzere, bu ülkelerin tamamı, ilk sekiz yılı kademeli bir şekilde yapmaktadırlar.

Öyle sanıyorum ki, Türkiye’de birinci sınıfta çocuğu bulunan hiçbir veli, çocuğunun sekizinci sınıflarla birlikte aynı ortamda eğitim almasını istemez. Türkiye’de de hiçbir öğrenciyi sekiz yıl boyunca aynı mekâna hapsetmeye hakkımız yoktur. Dolayısıyla, sekiz yıllık “kesintisiz eğitim”in (kaldı ki bu tuhaf terimin dünyada bir karşılığı yoktur), kademelendirilmesi gereklidir. Burada taslağa yapılması gereken eleştiri, sekiz yıllık kesintisiz eğitimin sürdürülmesi gerektiği değil, 4+4 yerine neden 5+3’ün tercih edilmediğidir. Çünkü altyapı, müfredat ve personel açısından düşünüldüğünde 5+3 daha kolay bir şekilde uygulanabilir.

Sekiz yıllık eğitimin kademeli hale getirilmesi, taşımalı eğitim ile yatılı eğitim sorunlarını da azaltma potansiyeline sahiptir. Şu an ülkemizde 687.056 öğrenci taşımalı eğitimle öğrenim görmektedirler. Birinci kademe okulları, öğrenci sayısının az olduğu yerleşim birimlerinde dahi açılabilir. Taşımalı eğitiminin azalması taşınan öğrenciler için olduğu kadar, köyler için de olumlu bir durumdur. Ayrıca, Türkiye’de yatılı eğitim veren 539 ilköğretim okulu var; bu okullarda eğitim gören öğrenci sayısı ise 134.673’tür. Köylerdeki okullar açılırsa, şu an yatılı okuyan birinci kademe öğrencilerinin çoğu kendi köylerinde okula gitme olanağına kavuşacaktır. Ancak hem kapanan köy okullarının açılması hem de yatılı öğrencilerin kendi köylerinde okumalarının sağlanması için ciddi bir durum tespiti gereklidir.

Eğitimde yönlendirme

Mesleki eğitime ilişkin olarak gelişmiş ülkelerde temelde iki farklı model vardır. Kıta Avrupa ülkelerinin bazılarında, mesleki eğitim ortaokul ya da lisede verilmektedir. Öte yandan, ABD ve Kanada örneklerinde ise, öğrenciler daha geç yaşlarda (lise ve özellikle meslek yüksekokullarında), mesleki eğitim alırlar. Gelişmiş ülkelerdeki uygulamalar dikkate alındığında, Türkiye’de de ortaokul düzeyinde mesleki okullar olabileceği gibi lise düzeyinde de mesleki okullar olabilir. Öyle sanıyorum ki, tek tip bir ortaokul yapısı içerisinde, ayrı meslek okulları yerine meslekî derslerin de sunulduğu bir eğitim modeli Türkiye için daha uygundur.

Ayrıca, ilk dört yıldan sonraki yönlendirme, kesinlikle katı ve nihai bir yönlendirme olmamalıdır. Yönlendirmeden amaç, öğrencilere yeteneklerini ve ilgilerini keşfettirmek olmalıdır. Amaç, öğrencileri ayırmak veya etiketlendirmek değil, kariyer ve meslekler konusunda bilgilendirmek olmalıdır.

4+4+4 taslağının getiriliş biçimi ve teknik eksiklikleri ile basının ve bazı sivil toplum kuruluşlarının taslağa tepkileri ve sonuçta ortaya çıkan manzara bizi asıl meseleyi görmekten alı koymasın: Türkiye’de eğitim sistemi hâlâ, devlet tekelinde, tek tipçi ve toplumun taleplerini karşılamaktan ve çeşitliliğini kucaklamaktan çok uzaktır. Hükümet, eğitim sisteminde özgürlükleri genişletme ve çeşitliliği kucaklama adına esnekliği artırma konusunda ürkek de olsa bir adım attı. Eğitim sistemindeki değişiklikler asla bu ürkek adımla sınırlı kalınmamalı, daha fazlası için alternatifler tartışılmalı ve toplumsal talepler dillendirilmelidir.



Yrd. Doç. Dr. BEKİR S. GÜR / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi/ STAR