ELENİ'NİN GÖZYAŞLARI
Alanya Kalesi ile ilgili pek çok hikaye anlatılır. Bunlardan biri de Bizans Tekfuru Argiles'in güzeller güzeli kızı Eleni ile ilgilidir. Ülkesini yağmalayan korsan Vasili'den yılan Tekfur, korsanı damat edinmeye karar vermiş. Ancak Eleni'nin gönlü, fakir bir çobandaymış. Eleni, babasının bu kararına şiddetle karşı çıkmış, 'Vasili ile asla evlenmem' demiş. Bunu gururuna yediremeyen Argiles, kızına ders vermek için onu Alanya Kalesi'nin zindanlarına kapatmış.
Eleni'nin daracık hücresinin, Damlataş kumsalına bakan tek bir penceresi varmış. Çünkü Tekfur, Eleni'ye Alanya'nın tüm güzelliklerini gösterirse, onun bu güzellikler karşısında hayata dönmek isteyip evliliğe yanaşacağını düşünmüş. Ancak Eleni, babasının beklediği gibi pişman olmamış, çobandan vazgeçip Vasili ile evlenmeye yanaşmamış, gece gündüz gözyaşı dökmüş. Alanya Kalesi'nden Damlataş'a uzanan kıraç tepe, Eleni'nin gözyaşları ile sulanmış. Ve bir süre sonra bu tepede defne, nar ve iğde ağaçları büyümüş.
O zamandan beri, Alanyalılar ne zaman yağmur yağıp da her tarafı defne kokusu sarsa, Eleni'nin hıçkırıklarını hisseder.
HAZAR GÖLÜ( HAMİLE DAĞ) EFSANESİ
Çok eskilerde buralarda yaşayan hamile bir kadın varmış. Dönem kıtlık devri kadın bir köye gitmiş mis gibi ekmek kokuları çarpmış burnuna.dayanamamış oradaki evlerden ekmek istemiş ama çok cimri olan bu köy halkı ekmek vermemiş bunun üzerine kadın elini evlerin eşiğine koyup "inşallah bu köy su keser ben de taş keserim" diye beddua edince Allah duasını kabul eder ve köy sular altında kalır. kadında dağa dönüşür. hazar baba olarak da bilinen bu dağ Elazığ'ın her yerinden görünür ve gerçektende saçları yüzü karnı ayakları hatta elbisesinin kırışıklarıyla tam bir kadın görünümündedir .Batık şehir hakkında da çalışmalar yapılmaktadır sular çekilince zaman zaman şehir ortaya çıkar EVLİYA ÇELEBİ buranın ticaretle uğraşan gayri Müslim bir köy olduğu ve kilisesinde mumyalanmış bir eşek olduğunu eserinde belirtmiştir.
SÜT KALESİ
Harput'un simgesi olan bu kalenin efsanesi şöyle anlatılır:
çok eski zamanlarda bu topraklarda çok zengin bir hükümdar hüküm sürermiş. Koyun ve keçileri öyle bolmuş ki sütlerini tüm halka dağıtır yine bitiremezlermiş. hükümdar harput'un en yüksek ucuna bir kale yaptırmaya karar verir ama şans bu ya kıtlık olur. içmeye su zor bulunur. bunun üzerine kaleyi yapmaya kararlı hükümdar çobanlarına emreder tüm sütler kaleye getirilir ve harcı sütle hazırlayarak kaleyi bitirirler bu yüzden kalenin beyaz ve dayanıklı olduğu söylenir. bir inanışa göre kalenin dehlizlerinden birinde tavana bir kılla bağlanmış gügüm vardır o düşene kadar kale ayakta kalacaktır.
Kız Kulesi Efsanesi
Kızkulesi Adası, Kubadabad Saltanat Kentinin haremliğiymiş. Ada da çevresi sularla çevrili bir kale ile, birbirinden güzel köşklerin ortasında yüksek bir kule varmış.
İşte bu kölede cariyeleri ile birlikte Selçuklu Sultanının güzeller güzeli biricik kızı yaşarmış .
Sultan, düşünde (başka bir rivayete göre falında) sevgili kızının yılan sokması sonucu öleceğini görmüş. Yaptırdığı ve Kaleye ve içinde kuleye kızını bunun için kapatmış. Öyle ki, kuleye yılan girmesinde diye beton borularla Anasmaslar’dan Adaya su ve süt akıtılmış. (Anılan iki sıra beton boruların kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.)
Böylece yıllar yılları kovalamış ve günlerden bir gün güzel Sultan ateşlere düşüp hastalanmış. Ülkenin en ünlü hekimleri zor bulmuşlar devasını. Sevgili Sultan yeniden sağlığına, mutluluğuna kavuşmuş. İyileşmesini kutlamak için armağanlar yağmaya başlamış kuleye. Yaşlı bir köylü kadında bir sepet üzüm getirmiş. Meğer üzümlerin içinde bir küçük yılan varmış.
Yılan o gece uykuya dalan güzel Sultanı sokup öldürmüş.
Tezgahtar Kızın Aşkı
19-20 yaşlarında bir delikanlı amansız bir hastalığa yakalanmış. Doktorlar birkaç ay içinde öleceğini söylemişler. Bu haber üzerine delikanlı kendini hayattan soyutlayıp, amaçsızca dolaşmaya başlamış. Bir gün, kaset, CD, kitap satan bir mağazaya girmiş. Rafların arasında bakınırken, bir kenarda duran tezgahtar kızı görmüş ve ondan çok hoşlanmış. Hatta, orada daha uzun kalmak ve kızla konuşabilmek için bir CD almış.
Aralarındaki muhabbet sadece alışveriş için olsa da, bu, oğlanı çok mutlu etmiş. Ertesi gün tekrar aynı yere gidip bir CD daha almış. Bu vesileyle kızla yine sohbet etmiş. Artık her gün mağazaya uğrayıp, sırf kızla birkaç kelime edebilmek için CD alıp duruyormuş. Derdi müzik değil, kızla konuşmakmış ya, bu yüzden her seferinde kıza, ’Ne önerirsiniz?’ diye sorup, onun söylediği CD’yi alıyor ama eve gidince bir kenara atıyormuş. Dolayısıyla hiçbirini açmayıp odasında bi yere fırlatmış.
Kızla araları her geçen gün daha iyi olmuş. Ancak konuşmaya cesaret edemediği için, bir kağıda, ’Senden çok hoşlandım, lütfen görüşelim’ yazmış, altına da adres ve telefonunu eklemiş. Bu küçük notu kızın tezgahının altına gizlice koymuş. Kız maalesef bu yazıyı günler sonra farketmiş ve gördüğünde çok mutlu olmuş. Çünkü o da çocuktan hoşlanıyormuş.
Kızcağız o kadar heyecanlanmış ki, delikanlıyı telefonla aramaktansa -e notu da geç gördü ya- yüzyüze görüşmek için evine gitmiş. Kapıyı üzüntülü olduğu her halinden belli olan orta yaşlı bir kadın açmış. Kadın, oğlunu soran bu tatlı kıza ağlayarak sarılmış ve çocuğun birkaç gün önce öldüğünü söylemiş. Dünyası yıkılan kız ağlayarak oradan uzaklaşmış.
Bir süre sonra delikanlının annesi oğlunun eşyalarını toplarken dolabında açılmamış bir sürü CD bulmuş. Bunların ne olduğunu anlayamayıp birini ambalajından çıkarmış. İlkinde gördüğü not üzerine hüngür hüngür ağlamaya başlamış ve hepsini açmış. Her CD’nin içinde, tezgahtar kızın el yazısıyla aynı not varmış: ’Senden çok hoşlandım, lütfen görüşelim’.
ALINTIDIR....