Değişik ezgileriyle insanı farklı dünyalara götüren; içinde özlemi, gurbeti, sevgileri, acıları, sevinçleri barındıran, kâh güldürüp kâh ağlatan; dinlerken büyük sevdaların alev sıcaklığının tenimize değdiğini, yüreğimize dokunduğunu hissettiğimiz türkülerimizle birlikte takıldım bir kervanın peşine, bir sevda masalına doğru yol almaktayım kendimce:
Sevda yüklü kervanlar,
Senin kapından geçer.
Aşk şarabını içenler,
Yârin derdine düşer.
Bir gün, ne olduğunu bilemediğimiz bir duyguyla titrer içimiz. Aşk kapıyı çalmıştır. Bakışmaların yeterli olmadığı durumlarda bir mektup ulaşır elimize:
Yeni mektup aldım gül yüzlü yârdan,
Gözletme yolları gel deyi yazmış.
Sevdiğimizden mektup gelince seviniriz bizi çağırdı diye. Onun gözlerinin yolda kalmasını istemeyiz. Mektuba cevap verme yerine, yola düşeriz bir gece. Sabahın ilk ışıklarıyla varırız sevdiğimizin yaşadığı konağın önüne.
Sabah güneşi doğmuş,
Boyalı konaklara.
Yâr bizi davet etmiş,
Elmalı yanaklara.
Pencerede sevdiğimizi görmeyi hayal ederek bir taş atarız cama; fakat ummadığımız bir sürprizle karşılaşırız.
Bir taş attım pencereye “tık” dedi.
Anası çıktı:
“Kızım evde yok!” dedi.
Sevdiğimiz bizi çağırdığı hâlde ortalarda gözükmez. Çünkü babası bu sevdayı duymuş ve kızına görüşme yasağı koymuştur. Günlerce, sevdiğimizle görüşebilme ümidiyle dolaşır dururuz o çevrede. Bu arada aşkımız dillere düşer, değişik dedikodular yayılır etrafa. Başımızı alıp gitmekten başka çaremiz kalmamıştır artık. Yine de yüreğimizin sesi, birbirimizi unutmamamız gerektiğini söyler:
Yeşil ördek gibi daldım göllere.
Sen düşürdün beni dilden dilleri.
Başım alıp gidem gurbet ellere.
Ne sen beni unut ne de ben seni.
Bir garip gibi düşeriz gurbet yollarına.
Gurbet yolu gariplerin yoludur.
Gönlüm yara kalbim hicran doludur.
Bineriz bir trene.
Uzayıp giden o tren yolları.
Açılıp sarmayan yârin kolları…
Yol boyunca, bir türlü görmeyi başaramadığımız sevdiğimizin hayalini gözümüzde canlandırırız. Ayrılık ateşten bir ok gibi gelir saplanır yüreğimize.
Ayrılık ateşten bir ok.
Nazlı yârdan hiç haber yok.
Benim derdim herkesten çok.
Ben nasıl yanmıyam dağlar?
İçimizdeki sevda ateşi bir türlü sönmez. Hasretin içinde yanıp kavruluruz. Sevdiğimize selam yollamaktan başka çaremiz kalmamıştır artık.Turnalara sesleniriz:
Telli turnam selam götür sevdiğimin diyarına.
Üzülmesin, ağlamasın belki gelirim yarına, cananıma.
Turnalar selamımızı iletir mi bilinmez; ama biz, o günden sonra kimsenin bize bir şey söylemesini istemeyiz, çünkü ayrılığın ardından gönlümüz gamlıdır, yaslıdır.
Değmen benim gamlı yaslı gönlüme.
Ben bir servi boylu yardan ayrıldım.
Sonra bir türlü sözümüzü geçiremediğimiz gönlümüze sitem ederiz:
Ah neyleyim gönül senin elinden?
Her zaman ağlarım gülemem gayrı.
Ben bıktım usandım elin dilinden.
Terk ettim sılaya dönemem gayrı.
Aradan yıllar geçer ve ömür köprüsüne duman çöker; aşkımız da yıllarla birlikte bir sis perdesinin ardına gizlenir.
Dünyaya geldiğim anda,
Yürüdüm aynı zamanda.
İki kapılı bir handa,
Gidiyorum gündüz gece.
Dünya iki kapılı bir handır. Doğumu temsil eden ilk kapıdan gireli çok olmuştur. Yollar ikinci kapının önünde son bulur.
Doğduk, türkülerde bulduk kendimizi. Sevdik, türkülerde bulduk kendimizi. Ağladık, güldük, sevindik, mutlu olduk... Evlendik, türkülerde bulduk kendimizi. Türkülerle seslendik ovaya, bayıra, dağa.
Yol ver dağlar yol ver, dedik.
Kinlendik bazen:
Dağlar seni delik delik delerim, dedik; dağın ne suçu varsa…
Bazen fütursuzca dünyaya meydan okuduk. Meydan okuduk da ne oldu?
Ben ağayım, ben paşayım diyenler,
Kapıları kilitlemişler gel hele!
Gel hele de kömür gözlüm gel hele…
İşte hepsi bu…
Peşine düştüğüm kervan,yükünü boşalttı. Bu sevda masalından geriye ne mi kaldı? Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Leyla ile Mecnun…
Ülkü Duysak