Bazen öyle geliyor ki, bir kitabı atlaya atlaya okur gibi yaşıyoruz. Kitabın başından sonuna doğru ilerliyoruz; ama kitabın söylediklerinin farkına varamıyoruz. Bazen paragrafları atlıyoruz; bazen sayfaları... Bazen de okuduğumuzu, düşündüğümüz cümleleri, satırları bile anlamadan geçiyoruz.
Ne yediğimizin tadının farkındayız, ne de `Nasılsın?` diye sorduğumuzda ne sorduğumuzun... Bazen herhangi bir kurumun gişesindeki memurla tartışıyoruz; onu suçluyoruz; ama yine ne olduğunu anlamadan başka bir sayfaya geçiyoruz; sadece olumsuz bir enerji kalıyor üstümüzde. Geçtiğimiz yollarda ne ayrıcalıklı bir manzara sunan bir ağacın farkındayız; ne de Caferağa Medresesi`ndeki minyatür, cam boyama, ney kurslarının yaşamımıza katabileceği umut, zorluk ve heyecanların... Atlaya atlaya yaşıyoruz. Ne annemizi, ne eşimizi, ne arkadaşımızı, ne de çocuğumuzu kırdığımızın farkına varmadan yaşıyoruz... Ve bir sonraki sayfaya atlıyoruz.
İki cuma günü üst üste gazetelerdeki intihar haberlerini okudum. Bir tanesi yeni mezun, çok başarılı olmaya aday genç ve nur yüzlü bir avukat... Bir tanesi yeni hakim olmuş bir anne... İkisi bizden uzakta buluşmuşlar; bağlayamıyoruz; anlayamıyoruz... Haberleri okuyor; üstüne ince belli bardakta bir çay daha içiyoruz. Atlaya atlaya yaşıyoruz.
Yaşadığımız şehre 500 yaşında bir büyüğümüz (Leonardo da Vinci) gelmiş; bizimle sohbet etmeye; paylaşmaya; yapabileceklerimizi; yapılabilecekleri hatırlatmaya... Onun bir kitabı çıkmış; ama bazılarının kapaklarında bir bozukluk var. Kitap da tükenmiş; kitabı almak istiyoruz; bakıyoruz ki kitabın kapağında bir hata var; kitabı almayıp bırakıyoruz. Kitabın kapağını değil, içindekileri okuyacağımızı unutuyoruz. Oradan çıkıyor ve arabamıza atlayıp gidiyoruz. Atlaya atlaya yaşıyoruz.
Soğukçeşme Sokağı`nda İstanbul Kitaplığı sessiz ve mütevazı bir dostluk sunuyor; Sirkeci`den Beyazıt`a doğru hızlı adımlarla yürüyoruz. Hemen yanından geçtiğimiz İstanbul Kitaplığı`ndaki kitapların satırlarının yanı başından geçiyoruz; ama fark etmiyoruz. Atlaya atlaya yaşıyoruz.
Bir terziye beş YTL borcumuz var. Küçük bir para; ama bir ara üstümüzde nakit kalmadığı için ödeyememişiz. Birkaç gün sonra yakınlarından geçiyoruz. Üstümüzde para da var. Güzel bir restoran görüyoruz. Hoşumuza gidiyor içeri giriyoruz. Yemek yerken zaman geçiyor ve bir telefon gelince oradan uzaklaşmak zorunda kalıyoruz. İçimizden terziye olan borcumuzu sonra öderiz diyoruz. Bu küçük terzi için, bayrama ve yeni yıla girerken bizim için önemsiz olan bir beş YTL`nin onun için önemli olacağını düşünemiyoruz. Hızla yeni randevumuza doğru ilerliyoruz. Atlaya atlaya yaşıyoruz.
Koca bir yılı geride bırakmış; nasıl geçtiğini anlamamışız; ne olduğunu fark edememişiz; tıpkı bir kitabın sayfalarını, paragraflarını atlaya atlaya okur gibi geçirmişiz zamanı. Hissedememişiz yaşamı... Özel anları ve aslında her anın çok özel olduğunu. Ne uykumuzun tadına varabilmişiz; ne dinlediklerimizin, ne de izlediklerimizin anlamını keşfedebilmişiz. Tuğla üstüne tuğla koyar gibi, özelleştiremeden hiç tanımadığımız insanların arabaları gibi geçip gitmiş yaşamımız. Gerçek bir ikinci şansımız da yok yaşanmışı yeniden yaşamaya; hissetmeye, anlamaya, durmaya ve düşünmeye... Yeni yılda kitaplarınızı atlamadan okumanız ve yaşamınızı atlamadan yaşamanız dileğiyle...
MELİH ARAT