KISKANÇLIĞIN ANATOMİSİ
Yazar : Metin Boşnak
Basit hissiyat marazı gibi görünse de kıskançlık insan duygularının belki de en güçlüsü.
Üstat Neşet Ertaş'ın bir sevgiliye duyulan kıskançlık türlerini ve derinliğini ifade eden "Mühür Gözlüm" türküsünü herkes dinlemiştir. "Mühür Gözlüm" hem bestesi hem de güftesiyle en güzel türkülerden biridir.
Neşet Ertaş, "el"den, havadaki turnalardan, yağan kardan, su içilen kurnalardan, giyinilen urbalardan, beşikte yatan yavrudan bile bir sevenin sevdiğini kıskanma halini ifade ederken, sadece Türk şiiri ve müziğinde değil, dünya çapında sade ve güçlü anlatımla, kıskanma duygusunun estetik ifadesini, duygusal bir kıskaca dönüşmesini anlatmaktadır.
Basit bir hissiyat marazı gibi görünse de, kıskançlık insan duygularının belki de en güçlüsüdür. Çünkü kıskançlık içinde hem nefreti hem de aşkı barındıran bir yapıya sahip olup öfkenin tüm katmanlarında yan etki olarak ortaya çıkar. Ardından intikam ve yok etme duygusuna dönüşebilir. Bu duygunun hedefi bizzat kıskanılan kişi ya da özellikleri ya da şeye veya o şeyin özelliklerine yönelen bir intikam duygusu da olabilir. İnsan neyi ya da kimi kıskanır? Neden kıskanır? Ne kadar kıskanır? Kıskanmak ne kadar sahiplenme ne kadar mülk edinmeyi temsil eder? Cevapları çok zor ve bir o kadar da basit olan sorular bunlar. Biraz toplumsal, kültürel, ama epey de fıtri unsurlar ortaya koyuyor. Mesela kişiler temelinde olduğu kadar, milletler açısından da kıskançlık konusu olan değerler vardır.
Hem dini hem seküler literatürde, kıskançlık hakkında hikâyeler, hikmetler, hükümler zikredilmiştir. Aristo'dan, Gazali'ye, onlardan modern çağ düşünürlerine kadar bir entelektüel tayfın varlığı "Kıskançlık kültürel midir? Yoksa "evrensel midir?" konusunu karmaşık argümanlarla tartışmışlardır. Sokolof ’a göre "Kıskançlık, insanın en az bilinen duygusu ve üzerinde en az konuşulan davranışıdır. Bir muammadır." Descartes ise, "Kıskançlık, sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur" diyor. Her insanda az veya çok kıskançlık duygusu vardır. Karşısındakini ya sevgiden dolayı, ya da ona çok gördüklerinden dolayı ya da "sende var, bende niçin yok?" diye kıskanır insanlar. Bir başka ifadeyle, genelde insanlar, birini ya da bir şeyi, ya kendinde az olduğunu ya olmadığını düşündüğü özelliklerden, güzelliklerden, güçlerinden dolayı kıskanırlar.
Buna kendinde olduğunu düşündüğü şeyleri kaybetme korkusunu da eklemek lazımdır. "Ya benimsim, ya toprağın" tarzının arkasında olan, sahiplenme, mülk edinme hissinden başkası değildir. Romantik kıskanmaların özünde yatan bu saiktir.
Farklı yorumlarına rağmen, Tevrat ve Kur'andaki Yusuf ve "Züleyha" hikâyesi, Euripides'in Hippolytus adlı trajedisi ve Racine'nin Phedre gibi eserleri bu duygunun farklı zamanlar ve kültürlerdeki yansımalarını anlatmaktadır. Bu tavrı oyuncağı elinden alınan çocukta da görmek mümkündür; sevgilisini aradaki problemlerden değil, üçüncü şahıslar cihetinde kaybetme korkusu yaşayanlarda da. O noktada asıl olan "kaybetmek"ten gelen sancı değil, "onu başkasına kaptırma" duygusudur. Sonuçta, sevgi ve beğeni alanından çok bir sevilmeme, beğenilmeme hissi ve iktidar kaybı hissidir. İkisi arasında da çok fark vardır. Rekabetle gelen öfke çoktan sevginin huzurundan uzaklaşmış, öfkenin ateşine ve hatta şehvetine kaptırmıştır kendini.
Hayattaki mutluluk ve mutsuzlukların özünde farkındalıklar yatar. Anlam kazanma ve anlamını kaybetme farkındalıkla olan süreçlerdir. Kıskançlık da böyledir. Kıskanan kişi, temelde kıskandığında gördüklerinin kendinde neden olmadığının farkındalığı sonucu öfkeye kapılmaktadır. Daha önce belki farkına varmadığı, hissetmediği, ya da kendine hissettirilmeyen eksiklik hissi, insanda ayağının altından halı değil yeryüzünün kayması gibi bir etki yaparak, özgüven hissinin yitmesine yol açar. Bir sonraki adım öfke ile özgüveni intikam alma hissine dönüştürmek olabilir.
İnsanların hayat sürecinde eşit olmadığı, olmayacağı mantığını zaten kabullenmek bir yana, bu eşitsizliğinin adaletsizlik olarak algılanması ve buna isyanı da içeren bir duygudur bu. Bu açıdan, söz konusu olan aslında sevgi değil, kaybetme endişesi ve hükmetme psikozudur. Temelde sahiplenme ve hatta aidiyet ötesi bir mülkiyet anlayışını barındıran bu anlayış, parçalanmışlık hissiyle tamamen irrasyonel bir zihin kilitlenmesine yol açabilir. Fatal Attraction (Öldüren Cazibe) filmi bu durumu en iyi anlatan yapımlardan biri olmuştur.
Kaynak : www.haber7.com