ONAYLA BENİ, YOKSA YIKILIRIM!
Şöyle bir düşünün; üstümüze giydiğimiz elbiseden, bir topluluk içinde ağzımızdan çıkan cümlelere kadar, "başkalarının üzerindeki etkimiz" ekseninde dönen bir hayatın içindeyiz. İnsan sosyal bir varlık, dolayısıyla kendini sadece kendi yaşam alanı çerçevesinde değil, toplum içinde sahip olduğu yer ile birlikte algılıyor. Kendini doğru ifade edebilmek, iyi iletişim becerilerine sahip olmak bu sosyal yaşam içinde hayatta kalabilmek için çoğu zaman yeterli oluyor.
Başkasının gözündeki yerimiz, "toplum içinde ayakta kalabilmek’ açısından bu biçimde tarif edildiğinde son derece masum ve yaşamsal ihtiyaç gibi görünse de, ruh sağlığı açısından tehlikeli bölge ile arasında son derece şeffaf bir sınır bulunuyor. Başkalarının gözünde kim olduğumuz, nasıl algılandığımız yaşamın hedefi olursa, iş kontrolden çıkıyor.
Şöyle bir profil düşünün: Ailenize, eşinize, arkadaşlarınıza bağımlısınız. Birilerinin size "harika" demesi size müthiş bir yaşam enerjisi verirken, etrafınızdan kendinizle ilgili olumsuz bir yorum duyduğunuzda karalar bağlıyorsunuz. Bir iş yaptığınızda birilerinden "bu iyi olmuş" cümlesi duymazsanız bir yanınızı eksik hissediyorsunuz, becerilerinizden şüphe duyuyorsunuz... İşte "onay ihtiyacı" başlığı altında toplayabileceğimiz bu tip durumlar, modern insanın üzerindeki stresin en büyük kaynaklarından biri olarak değerlendiriliyor. Peki, bir insan neden sürekli onaylanma ihtiyacı duyar? Ne kadar onay beklemek normaldir, hangi durumlar kontrolden çıktığımızın göstergesidir? Kendinden şüphe eden, başkalarının “evet”ine ihtiyaç duyan yapıdaki karakteri oluşturan taşlan nerede aramalıdır? Öncelikle bu sürecin çocukluktan başladığını vurgulamak önemli. Kendi toplumumuzda, aile ve toplum tarafından, başkalarının hakkımızda ne düşüneceği üzerine kurgulanmak zorunda bırakılmış yaşamların yabancısı değiliz. Modern yaşamın en büyük stres kaynaklarından biri olarak değerlendirilen bu durum, kişinin çocukluk yıllarında anne-babadan gördüğü davranış biçimlerine temellendiriliyor. Anne-babaların çocuğun davranışlarına olan tepki biçimleri, yetişkinlik döneminde kişinin büyük özgüven eksikliğine sahip olmasına yol açabiliyor.
ANNE-BABA TEPKİLERİ
Özgüven eksikliği ne kadar büyükse, onay ihtiyacı o kadar fazlalaşıyor, yaşam sadece "etraf ne der" fikri etrafında kuruluyor... Yön Psikyatri’den Dr. Bülent Erdoğan, onay alma ihtiyacını geliştiren mekanizmayı bir örnekten yola çıkarak anlatıyor:
Yürümeye başlayan bir bebek olan yılık Leyla ile annesi yürüyüş yapmak e evden çıkarlar. Leyla yeni kazandığı yürüme becerisinin mükemmel olduğu iyle gittikçe hızlanır, kollarını denge sağlamak için bir balerin gibi kaldırır ve o sırada adeta mutluluğun fotoğrafı gibidir. Oysa yürüme konusunda henüz ustalaşmadığı hızını ayarlayamaz ve düşer. Bu noktada birkaç farklı anne tepkisi hayal edelim: Annesi;
1. Leyla’yı yerden kaldırıp kucağına alır, müşfik ve meseleyi abartmaktan uzak sözler söyleyip yere bırakır; Leyla yine aynı hevesle yürümeye devam edecektir.
2. Annesi hiçbir tepki göstermeden Leyla’nın kalkıp yürümeye başlamasını bekler.
3. Annesi Leyla’yı hafif tertip azarlama çeşnisi ile uyarır; Leyla yol boyunca bu işi doğru yapıp yapmadığına ilişkin ikide bir annesine bakıp devam eder.
4. Annesi kızar, Leyla’yı cezalandırmak üzere eve döner ve tekrar çıkartmaz.
DÖRT SEÇENEĞE, DÖRT TEPKİ
Onay alma ihtiyacı yukarıdaki senaryolardan hangisi tekrarlanıyorsa ona göre gelişir; yani bu ihtiyaç da yetişkinin çoğu huyu, davranışı gibi, onu çocuklukta yetiştirenin, yani anne-babanın tutumuyla ilgidir. Bebeğin kendini oluşturabilmesi için özellikle annenin ve bir ire sonra babanın tepkilerine, bakışına, dokunuşuna, ses tonuna, mesafesine ihtiyacı vardır; anne-baba, bebek için fevkalade önemli irer aynadır.
Arzu ettiğimiz, sağlıklı tepki yukarıdaki senaryolardan ilkinde tanımlanabilir; yani Leyla’ya, düşmeyi anlatan, düşmenin bir kusur olmadığını ve ortada pek de büyütülecek bir durum bulunmadığını, üsse de sevildiğini hissettirecek bir tutumdur. Düşme dikkate alınmıyorsa, yani bu da ikinci seçenek oluyor, Leyla kendine ilişkin veri sağlamak için hep arayacaktır, ilişkilerinde geçicilik, sığlık ve öfke baskın olacaktır. Öfke başta anne-babasına, sonra yakın çevresine ve kendisine yöneliktir. Bir türlü aradığını bulamaz ve kendini yıpratan, zarar veren bir yolda sürdürür hayatını. Üçüncü seçenek olan anne-babanın tepkisinde, azarlama çeşnili uyarmada ise Leyla özgüveni düşük biri olarak attığı her adımda, işinde, ilişkilerinde "doğru mu yapıyorum, yanlış mı" demekten verimli, başarılı olamaz. Onay almak için devamlı bir yetkili kişi arar. Bu da ilişkilerinde bağımlılığa yol açar.
Son seçenek olan dördüncüde ise şöyle bir durum söz konusu olur; çocukluğumuz yaptığımız her "hata" için cezalandırılarak geçti ise daha ağır bir fatura öderiz. Tümden içe kapanık, korkak olmak da var, zapt edilemez bir öfke ile kriminal olmak da.
HİÇLİĞE DÜŞMEK...
İlk senaryo dışında yetişen çocuklar en ufak bir onaysızlıkta neredeyse bir hiçliğe düşerler; bu hiçlik çoğu kez depresyonun çekirdeğini oluşturur. Kara deliğe benzer bu hiçlik hissi sonucunda; ölçüsüz alışveriş, rasgele seks, alkol, madde kullanımı, oburluk, yine ölçüsüz bir dış görünüş tutkusu, bu kara deliğin acısına tahammül etmek için farkına varmadan seçilen başa çıkma, avunma yöntemleridir. Hangisinin seçildiği ise yakın çevre, popüler kültürün sunduğu modeller, medya figürleri, akran gruplarının normları gibi unsurlara bağlıdır. Özetlersek; anne-babalık insanların hayatta soyunabilecekleri en yüklü rol, verebilecekleri en mühim karar. Bu rolü oynarken koşulsuz bir evlat sevgisi ve sağduyu en temel sermaye. Bu mekanizmanın oluşması, yani yetişkinlik yaşamında onay ihtiyacı, sonradan öğrenilen bir davranış olduğu için bu işleyişi değiştirmek mümkün. Karakterimizin bir parçası sandığımız birçok davranışımız gibi "onaylanma ihtiyacı" da yaşam sürecinde akıl haritamıza yazılmış bir kod.
Uzmanlar, onay almanın elzem bir ihtiyaç olduğunu düşünmenin, bu durumun bir eksiklik olduğunu kavramanın ve psikoterapi gibi bilimsel yöntemlerden faydalanmanın altını çiziyor...
Elele Dergisi