Her küçük ya da büyük sorunda aynı toplumsal eksikliğimiz ortaya çıkıyor. Özgüvenimiz yok. Ya da yok edildi.
Üniversite oyunlarını düzenliyoruz, aylar öncesinden geriliyoruz. Tesisler hazır olacak mı? Ya hazır olmazsa?
Formula 1 yarışlarının İstanbul''da yapılması kararı alınıyor. Sevinçle gerilim birlikte ortaya çıkıyor: Ya bir sorun çıkarsa, ya kıvıramazsak?
Benzerini Eurovision şarkı yarışmasında da yaşamıştık. Aylarca ya beceremezsek diye kıvrandık durduk.
Sonra da şu oluyor: İşe başlarken yaşadığımız özgüven eksikliği, eğer işi başarırsak büyük bir şişinmeye dönüşüyor. Hep birlikte seviniyoruz, bir yanlış yapmadık, yapılması gerekeni yaptık diye.
"Yapılması gerekeni yapmak" gibi doğal bir durum büyük bir sevinç kaynağı oluyor. Çünkü o işe başlarken kendimize güvenemiyoruz, birbirimize güvenemiyoruz.
Bu özgüven eksikliğini sadece spor ve sanat organizasyonları öncesinde yaşamıyoruz. Her toplumsal sorunumuzda çözüm arayışına girdiğimizde yine aynı özgüven eksikliğiyle işe başlıyoruz. Bu durumda da herhangi bir sorunun çözümü için gereken geniş toplumsal uzlaşma ve seferberlik duygusu yaratılamıyor.
* Özgüven eksikliğimizin önemli bir göstergesi de siyasi kamuoyu araştırmaları, iktidar partisine oy vereceğini söyleyenlerin yarısı "Bu iktidar sorunları çözebilir mi" sorusu gelince hemen yelkenleri suya indiriyor ve "hayır" cevabını yapıştırıyor.
Ekonomik konularda da aynı özgüven eksikliğiyle "debeleniyoruz" ama siyasi konularda bu eksiğimiz sıfır noktasına kadar iniyor.
Toplum olarak bu ruh haline takılmamızın en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz son 30-35 yıldır yaşadığımız hayal kırıklıklarıdır. Hiçbir sorununu çözemeyen; tam tersine, her sorunu gitgide büyüyerek üstüne üstüne gelen bir toplumun bu ruh halinde takılı kalması son derece doğaldır.
Bu eksiğimizi giderdikçe bütün somut sorunların üzerine daha komplekssiz ve özgüvenle gideceğimize kuşku yok.
Yazan : Okay Gönensin