PLANLAMACI MISINIZ, İTFAİYECİ MİSİNİZ?


Bazı kavramların anlamlarını, o kavramla sıkça haşır neşir olmuş insanlar dahi zaman zaman karıştırır. ‘Etkinlik’ kavramı da bunlardan biridir. Çoğu kez ‘organize edilmiş faaliyetler’ anlamında kullanılsa da, diğer yandan verimlilik kavramıyla -eş anlamlı olmamakla beraber- yakın bir anlam da taşır.

Etkinlik, istediğimiz sonuçlara ulaşmaktır. Eğer istediğimiz şeyin bilincindeysek ve bu farkındalık sonrasında hala istemeye devam ediyorsak, istediğimiz şey artık bizim hedefimiz olmuştur.

Etkinliğin yaşamımızdaki önemini anlamamız için motivasyon teorilerini şöyle bir hatırlamamız yeterli olacaktır. En bilinen teorisyenlerinden biri olan Maslow, ihtiyaçlarını tatmin edenlerin yaşama ve yaptığı işe karşı motive olduklarını ileri sürer.

Bu teoriden hareketle, iş yaşamındaki bireysel etkinliği, istekli olmanın ve bunun doğal bir sonucu olan yüksek performansa ulaşmanın en kritik unsurlarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

İş yaşamında bireysel etkinliği yakalamanın ön koşulu, yaptığımız işten ne beklediğimizi anlamamız ve benimsememizle ilgilidir. Eğer kendi beklentilerimiz ile şirketimizin beklentileri arasında belirgin bir fark varsa, ilk iş olarak bu konuya çare bulmaktır.

Hem çalışan hem de şirket açısından dengelenen beklentiler, o çalışanın içselleştirdiği hedefleri halini alır. Ancak hedefler, işteki öncelikleri belirlemede tek faktör olamaz. Zaman zaman hedeflerle ilgili olmayan başkaları için önemli olan şeyler yapılması gerekir. Hoşa gitmese de bu işleri yapmak, bir kurum altında çalışmanın ortak koşuludur. Veri girişi, evrakların zamanında ilgili bölümlere gönderilmesi, bilgilendirme toplantıları, vb. faaliyetleri bu kategoride ele alabiliriz.

Adrenalini sevenlerin en çok hoşlandığı faaliyetler hem hedefleriyle doğrudan ilgili hem de acil olanlardır. Sürekli kriz yönetimi ile uğraşırlar ve ne yapmaları gerektiğini düşünmelerine gerek yoktur. Şartlar ve başkaları ne yapacaklarını söyler.

Bu kişiler durumlarından sık sık şikayetçi gibi gözükseler de, ‘istemem, yan cebime koy’ tutumu sergiler. Böyle bir tutum sergileyerek bir yandan iş arkadaşlarına hava atarlar, diğer yandan da ‘ne kadar çok çalışıyorum’ izlenimi yayarak yöneticilerinin gözüne girmeye çalışırlar. Sadık çalışandırlar, işten zor ayrılırlar.

Bu tür çalışanlara Batı ülkelerine nazaran ülkemizde daha fazla rastlanır. Patronlar bu tezcanlı kişileri yanlarından pek eksik etmek istemez. Ne de olsa yangın çıktığında bu ‘itfaiyeciler’ hazır kıta olarak beklemektedirler. Zaman içinde itfaiyeciliye o kadar alışırlar ki, yaptıkları yalnızca yangın söndürmekten ibaret olur.

Diğer bir grupta itfaiyecilere pek benzemeyen ve onlardan pek hoşlanmayan, planlamacılardır.

Planlamacılar, adından da anlaşılacağı üzere planlamaya vakit ayıran ve bu planlar doğrultusunda çalışmayı prensip edinmiş kişilerdir. Etkin olmanın keyfini tatmış ve bu keyfi ilelebet sürdürmeye çalışan elit bir ‘azınlık’ gibi davranırlar.

İş ve yaşam dengelerini oturtmuşlardır. Sonuçlar ile değerlendirildiklerini düşünürler ve kendilerine güvenleri yerindedir.

İtfaiyeciler gibi her işe atlamazlar. Zaman zaman iş seçtikleri görülür. Bu seçici tavırları diğer kişiler tarafından pek hoş karşılanmayabilirler. Tepki almalarına pek şaşırmamak gerekir. Bizim gibi planlamanın yalnızca devlet planlama teşkilatına hak görüldüğü bir ülkede bu kadar elitist bir yaklaşım sergilemek başta patronlar olmak üzere birçok kişinin gözüne batar ve planlamacılara şüphe ile yaklaşılır.

Bazı planlamacılar planlama alışkanlıklarını kuralcılık mertebesine çıkarırlar ki, bu noktaya ulaştıklarında ‘uzaylı’ gibi dururlar. Adapte olmakta zorluk çekerler ve mutsuz, tepkisel olurlar.

Sözün özü, ülkemizde planlamacı olmak ayrı bir derttir, itfaiyecilik yapmak ise ayrı. En iyisi ortak bir nokta bulup, biraz ondan biraz bundan işi idare etmektir.

Yazan : Hüseyin Adanalı