EMİNE ŞENLİK OĞLU ESERLERİ İLK TAVSİYE EDEBİLECEĞİM YAZARLARDAN BİRTANESİ DAHA SONRA DÜNYA KLASİKLERİNDEDE TANITIMI YAPILACAKTIR BİLGİLERİNİZE
Bu kitap, roman tekniğine uygun olmayan, ama konu bakımından -okuyanlara göre- harika bir “Roman” Neden harika? Yazılış hikayesinden de anlaşılır. Birbirini seven iki genç vardır. Erkeğin âilesi kızı istemedi. Gençlerin acısı çok büyüktü. Onların durumuna şahit oluyordum. Müstehar isim kullanayım, erkeğin adı Cemal, kızın ismi Fatma. Cemal’le Fatma’nın hikayeleri çok uzun. Önceleri Fatma Cemal’le evlenmeyi hiç istemiyordu. Fakat Cemal Fatma’nın peşini bırakmadı. Her gün telefon, mektup, hediye haber... Cemal’in gözyaşları Fatma’yı Cemal’e âşık etti. Evlenme teklifini kabul etti. Evlilik günlerini bile kararlaştırmışlardı. Fakat ilginç bir şey oldu. Fatma hiç ummadığı bir günde Cemal’in evlendiğini duydu. Fatma aylarca yıllarca kendine gelemedi. Bu olay beni çok üzmüştü. Romanı yazarken hâlâ o genç kızın yaşadığı şoku unutmamıştım. Başka olaylar hem de iç içe önemli olaylar vardı. Ne olur ihanet etme, aslında bir rutuşla uzun bir dizi olabilecek özellikte bana göre. Tabiî ki, kuzguna yavrusu şahin görünürmüş ata sözünü de gözardı etmiyorum.
Bayrampaşa Cezaevvindeyim. “Yeni mahkûm geldi.” dediler. Baktım hüzünlü bir kadın. Cezaevine giriş anında bazı mahkûmlarda görünen şoke olmuş hali sergiliyor. Yanına gittim, birileri daha vardı. “Hoş geldiniz.” filan diyorum ama cevap vermiyor. Sonra Arap olduğunu bizi anlamadığını söyledi. Komşu bir devletten gelmiş. Ona sahte pasaport vermişler. Burda yakalanınca hemen onu hapsetmişler. Arap kadınla samimiyetimiz arttı. Bana 1949 yılında babasının yaşadığı ilginç ama çok ilginç olayı ve hayatını anlattı. İnanılmaz, “Abartı” denilir diye roman yapmakla yapmamak arasında gidip geldim. Cezaevinden çıktıktan sonra öyle insanla karşılaştım ki. O insanlar bana âdeta romanı yaz, dediler. Mektup Dergisi’nde yazdığım bir yazıdan dolayı mahkemem devam ediyordu. Mutlaka ceza alacağım söyleniyordu. Bir candan okuyucum ısrarla suçu üzerine almak istediğini söylüyordu. Benim için ölüme bile seve seve gidebilecek sevgisi vardı ve bir dalkavuk sevgisi değildi bu. Başka olaylarda yaşadım. İnsanların fedakarlıklarını gördüm. Maddi manevi her türlü imkanlarıyla yanımda olanları gördüm. İşte o zaman dedim ki “Bu Roman yazılmayı haketti. Abartı değil, azda olsa bu romandaki insanlar gibi insanlar var. Gözlerim buna şahit oldu.” Romanı yazmaya başladım. Güzelde bir kurgu yakalamıştım. Cezaevinde kışın gece yarısı beni uyandırıp “Ne olur Emine Hanfendiciğim canım dondurma istiyor, sizden rica etsem dundurma getirtebilir misiniz?” diyen sosyeteden bir bayan mahkûm vardı, onu da erkek olarak ilave ettim hikayeye. Gece yarısı romanı yazıyorum başlangıcı beni öyle çok güldürüyordu ki, gülme krizine tutuldum. Kimi okuyucunun hiç gülmediği bu aşırı şişman mahkumun halleri beni ve okuyucumun çoğunu çok güldürdü. Onu anlatıyordum. İdamlık gencin birinci bölümünü yazarken, gece yarısı beni gülme krizi tuttu. Bir de baktım eşim kafasını uzatmış, rengi bembeyaz olmuş bana bakıyor. “Ne oluyorsun? Gecenin bu saatinde neden gülüyorsun.” şeklinde soru sordu. Ben de “kitabın konusu beni çok güldürüyor.” dedim. İdamlık Genç’in son bölümüne geldim. Bu defa çok ağlıyordum. Eşim yine gördü beni; “Allah Allah bu nasıl roman ya. Önce gülüyordun şimdi ağlıyorsun. Bitir şunu da okuyayım.” dedi. İşte böyle bir roman İdamlık Genç.
Bu kitabım masa başı dinlenme kitabı. Resimli, kısa yazılar. Nükteler, öyküler var. Yazılış hikayesi, resimli böyle bir kitap yazmak istememden ibaret. Dinlenmek istediğiniz zaman okursanız inanın saatlerin nasıl geçtiğini bilemeyeceksiniz.
Bana vicdan azaplarını anlatanlar veya yazanlar oluyor. Bende o vicdan azaplarını kendimce kurgulayıp yazdım ve çoğu Mektup Dergisinde yayınlandı. Okuyucu tarafından çok beğenilen Vicdan Azabı hâlâ iyi giden kitapların arasında. Bazı öyküler farklı isimle ve bir kaç sahnesi değiştirilip film yapılmış. Beni Vicdan Azabı’nı yazmaya iten çok sebepler var. Bir kaç örnek vereyim. Birinci sebebi çocuklarını sevgilisi uğruna terkeden annedir. Devamlı şu sözü söylüyordu; “Bana hiç kimse bu aşk sarhoşluğun geçince pişman olursun, demedi. Hatasından dolayı vicdan azabı çeken hiç duymamıştım.” Ağlıyor, ne olur sizler benim hatama düşmeyin. Kadınları yoldan çıkarmaya çalışan fahişe erkeklere aldanmayın.” diyordu. Sohbetimiz bitti. Ben ayakkabılarımı giyerken bir hanım geldi yanıma. “Size teşekkür ediyorum, sizi görmeye gelmiştim ama benim hayatımın kurtuluşu oldu bu kadının anlattıkları. Bu gün akşama doğru bende bir çocuğumu alıp bana aşık olduğunu söyleyen, aylardır telefonla görüştüğüm adamla kaçacaktım. Demek insan sonra vicdan azabı çekebiliyor. Bunu bilmiyordum.” dedi. İkinci örnek bir erkekten. Karısına ihanet etmiş Rabbisine de rest çekmiş. Hanımı onu görünce felç geçirmiş. Adam o kadar vicdan azabı çekiyordu ki, “Bu vicdan azabını okuyucularıma duyurmalıyım,” dedim. Ve duyurdum. Daha neler neler var kitapta. Vicdan azabı kitabımdaki yaşanmış hayat hikayelerinden isim değiştirerek filmler çevrildi, piyesler yapıldı. Nice gençlere ışıklık yaptı, nice yuvalar kurtuldu. İşte kitabın çıkış hikayesi özetle böyle. Aslında babamda sebeplerden biri. Ama canım babacığımın kitabını özel yazacağım için (çünkü kendisi bütün hatalarımı yaz kızım. O hatalara düşüş sebeplerimi, dedi). buraya almıyorum. Sadece şu kadarını yazayım, can yakan bir gün mutlaka vicdan azabı çekiyor. Güzel tevbe ederde yardıma muhtaçlara yardım ederse umulur ki Allah onun yüreğine ferahlık verir. Yardıma muhtaç derken sadece fakirler akla gelmemeli. Yaşlıların konuşmaya gezdirilmeye, gençlerin dertlerini dinletmeye, yetimin öksüzün sevilip güven duymaya, aç olan insandan hayvana her canlıya maddeten ve manen yardım etmeye yani iyiliğe yardım, denir. Sahi siz, en son kime yardım ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Ve nasıl yardım? Geri dönüm beklenen mi beklenmeyen mi? Bunu şunun için söyledim; bazıları yardım eder, yardım ettiği kişilerin kendisine minnet duymasını ister. Bazen de aksi olur. Yardım gören, yardım edenin kendisini kullandığını sanır. Her halükârda herkes Allah’a derdini döker ve yardım isterse, pişman olan kalpleri Allah rahatlatır. Vicadan azabın’dan • Yuvamı kumar yıktı • Vicdanımın acımasız tokatları • Bir yuvayı yıktık • Kardeşim beni affet • Babamın ölümüne sevinmiştim ama... • Ah Almanya beni yaktın • Babama yaptıklarımı unutamıyorum • Allah’ından bulasın Nilay • Yarım kalan Düğün ve daha onlarca insanın vicdan azabı.
Gençlik yıllarımda yazdığım bir kitaptır. Daldan dala geçerek yazdığım bir kitap. 1993-2007 tarihine kadar sadece on bir baskı yaptı.
Foto öykü bu kitap. Bir öykü. Bir gencin intihara kadar süreklediği aşkının hikayesi Olay Doğu’da geçiyor. İstanbul’da dinledim, Eşimin köyü olan Antalya Akseki’nin Değirmenlik köyünde fotoğraflarını çektim. Senaryo ve fotoğrafları bana ait olmasının sebebi, kendi hayallerime göre fotoroman yapabilir miyimi öyküyle denemek istedim. Şimdi fotoroman yapıyorum. Fotoğraflarını çektim. Romanın çekimlerinde öyle ilginç olaylar oldu ki, öğrenince gerçekten çok etkileneceksiniz. Fotoromanın konusu, oğlu Hırıstiyan olan dul kadının ve kardeşlerinin hikâyesi. Buraya nerden geldim. Bunalım’dan. Önce küçük işler yapmayanlar büyük işler yapamazlar. Foto öykü İslâmi kesimde ilk. Eskiden foto öykü var mıydı bilmiyorum ama fotoraman vardı. Sonra hemen hemen kalktı. Fakat inanıyorum ki, internetten sonra, fotoraman geri gelecek. İlk adımı ben atayım da, bu konuyu hızlandıralım, diyorum. Biraz karıştırdım ama zararı yok. Bazen labirentlerde dolaşmak ufku açarmış.
Bu kitabın hikâyesi oldukça derin ve de hüzünlüdür. Cezaevindeydim. Öyle bir cezaevi idi ki, Allah’tan dinden konuşmak mümkün değildi, çünkü kocaman cezaevinde sadece ben Müslümandım. Diğer mahkûmlar (pardon bir kişi hariç) dinsiz (ateist) idiler. Bir mahkûm vardı, onunla aynı koğuştaydık. Bir sol örgüt militanıydı. Çokta zeki bir kızdı. Ona direk dinden bahsetsem olamazdı çünkü asla dinlemezdi. Kendi kendime çareler aramaya başladım. Allah vardı vardı vardı işte. Ona inanmak o kadar kolaydıki, azıcık inanmak için beyni düşünmeye yönlendirmek, tabiattaki matamatiksel dengenin varlığının tesadüfen olamayacağını düşünmek yeterli olacaktı. Ya da... Ya da, aynaya baktığında şunları düşünmesi... Dişlerimiz neden kulağımızda değil? Gözlerimiz niçin ayak altında oluşmamış? Neden elimiz kolumuz var da, tavuklar gibi kanadımız yok. Bizim kollarımız ellerimiz onlara onlarınki bize neden isabet etmemiş. Tesadüfe, tesadüf edilemeyen âlemde her şey Yaratanı gösterirken, böyle bir zeki kız nasıl olurdu da inanmazdı?! Ona İslâm’ı anlatmanın yolunu bulmuştum. Okuyanların bazılarınca ilginç yöntem olarak kabul edilen yöntemim şuydu: Ona söylemek istediğim her şeyi yazdım. Kendisinden yazımı temize çekmesin rica ettim. Cezaevinin zor şartlarında, imkanların çok sınırlı olduğu yerde bulduğum çözümdür kelepçeli kalemim. Kitabın tamamı okunmadan ancak bu kadarı anlatılabilir, daha fazla ipucu kitaba olan merakı öldürür. O günlerdeki onca emeğim ziyan olsun istemezsiniz değil mi?