2040’lı Yılların Planlanması; Herkesin Görevi*
Yazar : Peter Mittler**
Çeviren : Murat ÖZNANECİ***


ÖZET

Bu makalede, Manchester Üniversitesi Özel Gereksinimli Çocukların Eğitimi Bölümü Profesörü Peter Mitler, özel gereksinimli çocukların eğitimi konusunda geleceğe yönelik ve bizleri düşünmeye sevk eden bir dizi soru sormaktadır: Günümüzde belirgin bir özürlülükle doğan bir bebek için nasıl bir gelecek görmek istiyoruz? Bu çocuk ve ailesi için toplumda ve eğitim sisteminde ne gibi değişikliklerin yapılması gerekecektir? Görevine kısa süre önce başlamış günümüz personeli, 2040’lı yıllarda emekli olduğunda toplumda, hizmetlerde ve okullarda ne tür reformlar gerçekleştirmiş olacaktır? Profesör Mittler, özürlülerin temel insan haklarının korunduğu ve topluma tam katılımlarının sağlandığı bir toplumun temellerinin atılabilmesi için gerekli yeni ulusal ve uluslararası fırsatların yakalanması bakımından uygun zamanın geldiğini öne sürmektedir. Profesör, günümüzde doğan özürlü bebeklerin içinde yetişecekleri toplumların değerlerinin ve önceliklerinin belirlenmesi sürecine her bireyin katkıda bulunması gerektiğini savunmakta ve “Make Poverty History/Yoksulluğu Tarihe Gömelim” hareketi sayesinde sıradan vatandaşların politikaları şekillendirip öncelikleri belirleyebileceğine dair çok güçlü kanıtların ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Ayrıca eşitsizlikle mücadele, mesleki gelişim, yaşam kalitesinin artırılması, okuldan işe geçiş sürecinin planlanması ve ailelerin desteklenmesi gibi konular da dahil olmak üzere çeşitli toplumsal konuları ele alırken küresel düşünüp yerel davranmaları hususunda okurlarını teşvik etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Özel eğitim gereksinimi, aile, geçiş dönemi, yaşam kalitesi, mesleki gelişim.

ABSTRACT

Peter Mittler, Emeritus Professor of Special Needs Education at the University of Manchester, looks into the future and asks a series of challenging questions: What kind of a future do we want to see for a baby born with a significant disability today? What changes will be needed in society and in our schools both for the child and for the family? What reforms might this year’s newly qualified staff bring about in our schools and services and in society as a whole by the time they retire in the 2040s? Professor Mittler proposes that the time is ripe to take advantage of new international and national opportunities to lay the foundations for a society that fully includes disabl ed people and safeguards their basic human rights. He argues that each one of us can help to determine the values and priorities of the society in which today’s baby will grow up and suggests that the Make Poverty History movement has provided powerful evidence that the voice of ordinary citizens can shape policies and set priorities. He encourages us all to think globally and to act locally on a host of issues, including supporting families, planning for transition, promoting quality of life, professional development and challenging inequality.

Key Words:special educational needs, family, transition, quality of life, professional development.



Günümüzde belirgin bir özürle doğan bir bebek için nasıl bir gelecek istiyoruz? Sözünü ettiğimiz bu çocuk ve ailesi için toplumda ve eğitim sisteminde ne gibi değişikliklerin yapılması gerekecektir? Görevine kısa süre önce başlamış günümüz personeli, 2040’lı yıllarda emekli olduğunda toplumda, hizmetlerde ve okullarda ne tür reformlar gerçekleştirmiş olacaktır?

Özürlülerin temel insan haklarının korunduğu ve topluma tam katılımlarının sağlandığı bir toplumun temellerinin atılabilmesi için gerekli yeni ulusal ve uluslararası fırsatların yakalanması bakımından uygun zaman gelmiştir. “Make Poverty History/Yoksulluğu Tarihe Gömelim” hareketi sayesinde sıradan vatandaşların politikaları şekillendirip öncelikleri belirleyebileceğine dair çok güçlü kanıtlar ortaya çıkmıştır. Günümüzde doğan özürlü bebeklerin içinde yetişecekleri toplumların değerlerinin ve önceliklerinin belirlenmesi sürecine her birimiz katkıda bulunabiliriz.

Küresel Düşünmek...

Özürlüler, dünyanın bütün ülkelerinde, toplumların en marjinal kesimini oluşturmakta ve diğer bireylere kıyasla daha düşük kalitede bir yaşam sürdürmektedir.

1990’lı yıllar boyunca silahlı çatışmalar nedeniyle iki milyon çocuk öldürülmüş, altı milyon çocuk özürlü hale gelmiş ve bundan çok daha fazlası ailesini kaybetmiş veya kimsesiz mülteci haline gelmiştir.

Günde 1 Doların altında bir gelire sahip, gıda, temiz su, sağlık ve giysi gibi temel gereksinimlerini tam olarak karşılayamayan dünyadaki fakir nüfusun 1/5’ini özürlüler teşkil etmektedir (Inclusion International, 2006).

Özürlü çocukların %85’i gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır ancak bu çocukların yalnızca %2’si bir okula devam edebilmektedir.

Onbinlerce özürlü çocuk, çocukluk dönemlerini bakım merkezlerinde, çok kötü koşullar altında geçirmektedir (UNICEF, 2007).

Bütün ülkelerde özürlü bireyler ayrımcılığa maruz kaldığından, son 30 yıl içinde çok güçlü bir insan hakları hareketi oluşmuştur. Birleşik Krallık da dahil olmak üzere, her geçen gün daha fazla sayıda ülkede ayrımcılığın yasaklanmasının yanı sıra, okullara, işyerlerine, eğlence ve kültür etkinliklerine, toplumun ve kurumlarının bütün unsurlarına ulaşılabilirliğin sağlanmasına yönelik yeni yasal düzenlemeler yürürlüğe konmaktadır. Bu noktada bizlere düşen görev, mevcut bulunan ve gelecekte hazırlanacak olan mevzuatın tam olarak uygulanmasını sağlamaktır.

Birleşmiş Milletler Özürlü Kişilerin Hakları Sözleşmesi

Yukarıda açıklanan mevcut duruma rağmen, Birleşmiş Milletler Özürlü Kişilerin Hakları Sözleşmesi (Birleşmiş Milletler,2006) nin kabulü memnuniyetle karşılanmaktadır. Bu sözleşme, özürlülerin ulusal hükümet temsilcileri ile eşit şekilde öncülüğünü üstlendiği bir BM Komitesinin 5 yıllık çalışması neticesinde ortaya çıkmıştır. Sözleşme, özürlü hareketi tarafından olumlu karşılanmıştır ancak kaynaştırmalı eğitim haricindeki birçok konunun ihtilaflı olduğu görülmüştür.

Sözleşme, 140’dan fazla sayıda ülke tarafından imzalanmış olmasına rağmen, onaylanmaması durumunda uluslararası hukukta yasal bağlayıcılığa sahip değildir. Onaylama sürecini tamamlayan ülkeler, Sözleşmenin uygulanma sürecinde kaydedilen gelişmeler hakkında, özürlü kuruluşlarının da temsil hakkına sahip olduğu yeni bir BM Komitesine düzenli olarak rapor vermek zorundadır. Raporlara yönelik Komite karar ve tavsiyeleri internette yayımlanacaktır.

Böyle bir sözleşmeye ihtiyaç duyulmuştur, çünkü özürlüler daha geniş kitleler için hazırlanan uluslararası ve ulusal inisiyatiflerde sürekli olarak göz ardı edilmişlerdir. Örneğin, 1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde özürlü çocukların haklarına ilişkin bir madde bulunmasına rağmen, ülkelerin neredeyse tamamı, söz konusu bu maddenin nispeten basit gerekliliklerini yerine getirememiş, çoğu bu konuda büyük ölçüde başarısız olmuştur (Çocuk Hakları Komitesi, 2006; UNICEF, 2007). Buna benzer olarak, ilk kez 1990 yılında belirlenen Herkes İçin Eğitim hedeflerinin gerçekleştirilmesi yolundaki en son gelişmelerin değerlendirildiği raporda, temel hedeflere açık şekilde uyulduğunun belirtilmesine rağmen, özürlü çocuklardan çok kısıtlı bir şekilde bahsedilmektedir (UNESCO, 2006).

Sözleşme iyi bir zamanlamaya sahiptir, çünkü BM’nin 2015 Yılı için Binyıl Kalkınma Hedefleri ile aynı zaman dilimine denk gelmektedir (Birleşmiş Milletler, 2000). Bu hedefler arasında, evrensel temel eğitimin gerçekleştirilmesi, çocuk ölümlerinin azaltılması, anne sağlığının iyileştirilmesi ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi ölçülebilir hedefler yer almaktadır. Belirli ölçüde ilerleme sağlanmış olmasına rağmen, özürlü hakları savunucuları, uygulama programlarına özürlü kişilerin somut katılımlarının sağlanmaması durumunda bu hedeflere (özellikle yoksulluk ve eğitimle ilgili olanlara) asla ulaşılamayacağını iddia etmektedirler (Inclusion International, 2006).

Bu şekilde Sözleşme, özürlülerin toplum yaşamına katılımını önleyen engellerin kaldırılması için her ülkeye yeni bir başlangıç yapma olanağı sunmaktadır. Bunun gerçekleşip gerçekleşmemesi, toplumsal eylem talebinin gücüne bağlıdır. Eylem talebinin ortaya çıkması ise ancak halkın tabanında yer alan insanların Sözleşme hakkında bilgi sahibi olması ve bu konunun ciddi anlamda ele alınmasını sağlamak için hükümete baskı yapması ile mümkün olacaktır. Özürlülük hareketinin tek başına bunu başarması söz konusu değildir.



Yerel Davranmak...

Birleşik Krallıkta özürlülere ve ailelerine yönelik temel politikalar ve yasal düzenlemeler hazırlanmaktadır ve konu ile ilgili çalışmalar her geçen gün hız kazanmaktadır. Özürlülük hareketinde dönüm noktası niteliği taşıyan kazanımlardan bazıları aşağıda listelenmiştir;

Özürlüler Ayrımcılık Yasası (1995);

Özel Eğitim Gereksinimleri ve Özürlüler Yasası (2001);

İnsanlara Değer Verme: 21. yüzyıl özürlülük araştırmalarına yönelik yeni bir strateji (DoH1, 2001)

Her Çocuk Önemlidir (DfES2, 2004a)

Öğrenimde Engellerin Kaldırılması (DfES, 2004b)

Özürlülerin Yaşam Şanslarının Artırılması (Başbakanlık Strateji Birimi, 2005)

Çocukların Planı: daha parlak gelecekler oluşturma (DCSF3, 2007a)

Özürlü Çocuklar için Daha Yüksek Hedefler: ailelere daha iyi destek sunumu (Kraliyet Hazinesi ve DfES, 2007)

Bunlardan son ikisi özel bir önem taşımaktadır, çünkü bunlar, bütün çocukları kapsayan daha geniş ve kaynaştırmalı bir program yoluyla, özürlü çocuklara yönelik mevcut yasal düzenlemeler için duyulan büyük memnuniyetsizliğe Hükümet tarafından verilen bir cevap niteliğindedir.

Şu anda önemli olan, merkezi yönetimden gelecek tavsiye ve görüşlerin yerel seviyede ne derecede uygulanacağıdır. Yerel mevzuat uygulamalarının son on yılı, kişilerin yaşadığı yere bağlı olarak durumun farklılık sergilediğini göstermektedir. İnsan hakları dikkate alındığında, bu kesinlikle kabul edilemez.

Yerel toplum üyesi olan özürlülerin, özürlü ailelerinin ve yerel okullarda ve diğer birçok hizmet alanında görev yapan çalışanların sorumluluk yüklenmesi ve özellikle yerel ve ulusal seviyede eylem güçlerine dahil olması halinde, yerel seviyede değişimin gerçekleşme olasılığı daha fazla olacaktır. Şimdi değişim zamanıdır.

Reform Gündemi

Aile Yoksulluğu

Özürlü bir çocuğa sahip aileler bütün ülkelerde diğer ailelere kıyasla daha fakirdirler. Birleşik Krallık’da özürlü çocuğa sahip ailelerin %80’inin “kırılma noktasında” bulunduğu, %55’inin yoksulluk sınırı altında yaşadığı ve 7 aileden 1’inin çoğunlukla 10.000 İngiliz poundundan fazla miktarlarda borca sahip olduğu bildirilmiştir (Özürlü Çocuklar Konseyi, 2006).

Özürlü çocuğa sahip annelerin %85’i bir işte çalışmak istemektedir, ancak çocuk bakım hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle bu annelerin yalnızca %16’sı çalışabilmektedir. Özürlü bir çocuğa sahip ailelerin ev idaresi ve bakım masrafları, diğer ailelere kıyasla 4 kat daha fazladır. Mevcut aile vergi kredileri ve diğer teşvikler, bu aileler için yeterli olmakla birlikte, sistem bakımından bazı kusurlar içermektedir.

Aile Desteği

“Her Özürlü Çocuk Önemlidir” Kampanyası (Özürlü Çocuklar Konseyi, 2006), ebeveynlerin sosyal hizmet birimleri tarafından sunulan destek hizmetlerine karşı tatminsizliğini açıkça ortaya koymuştur. Örneğin, sosyal hizmet birimleri 13 aileden yalnızca 1’ine destek hizmeti sunmaktadır ve bu hizmet, 5 ailenin 4’ü tarafından yetersiz bulunmaktadır. Çocuk bakım hizmetlerine ve kısa molalara (çocukları eğitim veya rehabilitasyon görürken anne-babanın kendilerine vakit ayırması) erişim aileler için en öncelikli gereksinimlerdir, ancak bunlardan çok az sayıda aile yararlanabilmektedir. Söz konusu sosyal hizmet birimlerinin birçoğu kendi bölgelerinde yaşamakta olan özürlü çocukların veya 70 yaşın üzerindeki özürlü bir yakınına bakmakta olan ailelerin sayısı hakkında tam ve eksiksiz bilgiye sahip değildir. Geleceğe yönelik planlama süreçlerine bu tür aileler için yeterli destek hizmeti dahil edilmemektedir.

Bu eleştirilere karşılık olarak olumlu gelişmelerden de bahsedilmelidir. “Özürlü Çocuklar İçin Daha Yüksek Hedefler: ailelere daha iyi destek hizmeti sunumu” (Kraliyet Hazinesi ve DfES, 2007) kampanyası çerçevesinde , önümüzdeki 3 yıl içinde 280 milyon poundu ailelere bakım izninin sunumunda, 35 milyon poundu ise uygun çocuk bakım hizmetlerinin sağlanmasında kullanılmak üzere, 340 milyon poundluk bir harcama hedefi belirlenmiştir. Buna ek olarak, değerlendirme ve karar alma süreçlerine katılım sağlayabilmeleri için ailelere daha iyi fırsatların ve sahip oldukları haklar hakkında daha fazla bilginin sunulmasına, ulusal planlar ile yerel gerçekler arasında karşılaştırma yapılabilmesini mümkün kılacak güvenilirlik ve açık izlem prosedürlerinin hazırlanmasına yönelik yeni öneriler de bulunmaktadır.

“Her Çocuk Önemlidir” (DfES, 2004a) gündeminde ebeveynler tarafından dile getirilen endişelere yönelik fırsatlar da yer almaktadır ve kampanyanın web sitesinde “Yüksek Hedefler” kampanyasının ve diğer hükümet inisiyatiflerinin gündemleri referans olarak verilmektedir.

Özel Gereksinim Çerçevesinin Yeniden Yapılandırılması

Sosyal hizmetlere yönelik %80 güvensizlik oyuna ek olarak, ebeveynlerin %52’si de eğitim hizmetlerinden memnun olmadıklarını belirtmişlerdir. Bu rakam bazı kimseler tarafından normal karşılansa da, halen endişe verici seviyededir.

Ebeveynlerin eğitim sistemi ile ilgili endişeleri, Avam Kamarası’nın özürlü çocuklara yönelik hizmetlerden sorumlu karma çalışma grubu ve Eğitim Kurulu tarafından hazırlanan son dönem raporlarda ifade edilmiştir. Eğitim Kurulu, mevcut özel eğitim politikasının “amaca uygun olmadığını” ifade etmiştir ve özel eğitim gereksiniminin raporlandırılması ve kaynak tahsisi süreçleri de dahil olmak üzere, eğitim hizmetleri çerçevesinin baştan sona gözden geçirilmesi için çağrıda bulunmuştur (Avam Kamarası, 2006a). Çocuklar İçin İngiltere Yetkilisi özürlü çocukların ve ailelerinin içinde bulunduğu kötü koşulları, “ulusal skandaldan hiçbir farkı bulunmayan gerçekler” olarak nitelendirmiştir (Avam Kamarası, 2006b).

Ebeveynlerin Kurula taşıdıkları şikayetler genellikle aşağıdaki konular üzerinedir;

Değerlendirme raporunun hazırlanması süreci boyunca ve ortaya çıkan sonuç neticesinde yaşanan düş kırıklığı,

Çocukların, vaat edilen hizmetlerden faydalanamaması,

Ülke ortalamasını 6 kat aşan sürelerde okula devamsızlık,

Öğretmenlerle ebeveynler arasında daha etkin işbirliği sağlayacak yöntemler ve çocuk gelişimi hakkında bilgi yetersizliği,

Siyah ve etnik kökenli ailelere yetersiz hizmet sunumu,

Okuldan iş hayatına geçiş dönemi.

Özel gereksinimler sistemi, eşitsizliklere bağlı olarak gücünü yitirmektedir. Doğru veya yanlış bir şekilde kaynaklar, yeterli motivasyona, paraya, enerjiye ve zamana sahip olmayan anne-babaların çocukları yerine, kendisi için mücadele vermeye hazır ebeveynlere sahip çocuklara verilmektedir. Belirgin öğrenme güçlüğüne veya otizm benzeri hastalıklara sahip çocuklardan farklı olarak, hafif öğrenme güçlüğü yaşayan 172.000 çocuk ve davranışsal, sosyal veya duygusal güçlükler yaşayan 135.000 çocuk, kendi adlarına gerekli girişimlerde bulunacak koruyuculardan mahrum bulunmaktadır. Parlamentodaki görüşmelerde bu tür eşitsizlikler ele alınmaktadır.

Özel eğitim için çok büyük miktarlarda para ayrılıyor olsa da, fon temini siteminin kendisinde çok fazla kusur mevcuttur. Örneğin, yerel yönetimlerin yatılı özel okullara öğrenci yerleştirmek için yılda 250.000 pound harcamasını ve bunu kaçınılmaz olarak yerel bölgelerde yaşayan diğer çocukların eğitim fonundan karşılamasını beklemek adaletli bir davranış mıdır? Bu tür yerleştirme işlemlerinde yerel yönetimlerin mali destek alabileceği ulusal veya bölgesel bir fon oluşturmak mümkün değil midir?

Özel eğitim sisteminde temel reformlara gidilmesi hususundaki taleplere eğitim bakanlarının yanıtı, çocuklara yönelik hizmetlerdeki yeni değişim hızına çok zıt bir şekilde, fazlasıyla kayıtsızdır (DfES, 2006a).

Yeni İşçi Partisi iktidarının ilk yıllarında yeni bir yaklaşım olarak algılanmasına rağmen özel eğitim bir kez daha, adaletsiz ve can çekişen bir sisteme yeni anlayışların getirilmesi taleplerine duyarsız kalan veya bunu gerçekleştirmekten aciz bakanlarca kuşatılmış durgun sulardaki hareketsiz günlerine geri dönmüştür. Yeni Çocuk Planı’nda öğretmenlerin eğitimi ve öğrenme güçlüğü olan çocuklara yönelik Okumayı Düzeltme programı için yeni ödenekler öngörülüyor olsa da, Eğitim Standartları Dairesi (OFSTED)nin “bireyselleştirilmiş öğrenim metodu ile 2009 yılında özel eğitimde ilerleme kaydedileceği” vaadi yeterli bulunmaktadır (DCSF, 2007a). Bu, Avam Kamarası, Denetleme Komisyonu, profesyoneller ve ebeveynler tarafından talep edilen bütünsel özel eğitim politikası ve hizmetleri için bir çare olamayacaktır.

Özel Okullar

Çocuk, Okul ve Aileler Departmanı (DCSF) da; özel okulların gelecekte oynayacağı rol hakkında daha açık şekilde rehberlik yapamadığı ve özel okullara devam eden çocuk sayısında göze çarpan ve diğer Avrupa ülkelerindekinden çok daha fazla olan yerel farklılıkları sorgulayamadığı için eleştirilmektedir (Norwich & Gray, 2006; Russell, 2006).

OFSTED, özel okullarda yapılan işin yüksek niteliğine dair bazı kanıtlar sunmaktadır. OFSTED Raporunda özel okulların %20’si seçkin, %1’den daha azı ise yetersiz olarak nitelendirilmektedir. Yalnızca çocuk yuvaları yüksek nitelikli olarak değerlendirilmektedir. Gerçeklere baktığımızda ise, ağır düzeyde öğrenme güçlüğü bulunan her 100 çocuktan 28’i normal okullara devam etmektedir (DfES, 2006b). OFSTED’e göre (2006);

“en ağır ve karmaşık gereksinimlere sahip öğrencilerin, her tür eğitim ortamında çok olumlu ilerlemeler kaydedebildiği....ziyaret edilen özel okullara ve normal okullara etkin eğitim hizmetinin eşit biçimde dağılmış bulunduğu, fakat ek kaynakların kullanıldığı destekli birimlere sahip normal okullarda çok daha iyi ve çarpıcı bir eğitim hizmeti verildiği görülmüştür” (s. 63).

Öyleyse, neredeyse hiçbir özel okul öğrencisinin normal okula geçiş yapmamasının sebebi nedir (Fletcher-Campbell & Kington, 2001; Mittler, 2004)? Bir çocuğun yerel okula planlı bir naklinin gerçekleşmesi olasılığı ne kadardır? Özel okullarda bütün öğrencilere nasıl ağır özürlü olacakları mı öğretilmektedir veya bütün ebeveynler çocuklarının destekli bir normal eğitime yerleştirilmesine karşı mı çıkmaktadır? Çocuklarının eğitimsel gereksinimlerinin ve diğer ihtiyaçlarının karşılanabileceğinden emin olan kaç anne baba normal eğitimi tercih eder? Yeni özel okullar, kendi öğrencilerini yakın çevredeki normal okullara nakletmelerindeki başarılarıyla mı değerlendirilecek? Hükümetin politika beyanlarında ve OFSTED raporlarında bu sorular göz ardı edilmektedir.

Okuldan İşe Geçiş

Okuldan mezun olan özürlülerin özel ihtiyaçlarına dönecek olursak, yapılması gerekenler üzerine fikir birliği içinde geçen 40 yıldan sonra bile okuldan işe geçiş konusunda yapılacak düzenlemelerin neden hala “sonu görünmeyen bir yol” olarak tanımlandığını sorgulamalıyız (Avam Kamarası, 2006b). Gençler ve anne-babalar, çocukluk döneminde faydalandıkları hizmetlerin ve desteğin okul sonrasında tamamen geri çekilmesinden yakınmaktadırlar. Raporlarda belirtilen bireysel gereksinimler ve kazanılmış haklar okul bitince geçerliliğini yitirmektedir. Gereksinimleri ve öncelikleri hakkında ne gençlerle, ne de ebeveynleri ile uygun bir şekilde görüşülmemektedir. İşe yerleştirme kararları genellikle kısa vadeli nitelik taşımaktadır ve bağımsız veya destekli yaşam veya istihdam için uzun vadeli planlara çok nadiren rastlanmaktadır (Hudson, 2006; Mittler, 2007).

Zihinsel özürlere sahip gençlerin çoğu için, Yüksek Öğretim Kolejlerinde veya Gündüz Bakım Merkezlerinde çeşitli kurslara katılarak birkaç yıl geçirmek, yaşamlarının gerçekleri arasında yer almaktadır, ancak bunun ötesinde bir hizmetten faydalanamamaktadırlar. Bu gençlerin çoğu, yaşlanmakta olan aileleri ile birlikte yaşamaya devam etmektedir ve çok az sayıda özürlü genç destekli veya açık istihdama girebilmektedir (Aston, Dewson, Loukas & Dyson, 2005).

20 yıldır mevcut olan ama uygulanmayan mevzuat; 14 yaşına giren özürlü bireyler için sosyal hizmetler, sağlık ve istihdam hizmetleri arasında, gençlerin ve ailelerinin de tam katılımlarının sağlanması yoluyla ortak planlama yapılmasını öngörmektedir. Buna rağmen, son dönemde yapılan araştırmalara göre zihinsel özürlü gençlerin %20’si, kendileri için herhangi bir işe geçiş planı yapılmadan okuldan ayrılmaktadır (Flyson & Ward, 2004) ve okullar, işe geçiş planlarına katılmaları hususunda diğer kuruluşların temsilcilerini ikna etmekte zorlanmaktadır. İnsanlara Değer Verme (Sağlık Departmanı, 2001) kampanyasının ilk günlerinde kurulan Yerel Ortaklık Kurulları’nın bünyelerinde “işe geçiş şampiyonu”nun da bulunması beklenmekteydi ama kurullarda büyük ölçüde eğitim, istihdam veya konut edindirme konuları göz ardı edilmiştir. Bunun yanı sıra soruşturma komitelerince ve bazı resmi raporlarda öngörülen kusursuz ve koordineli işe geçiş düzenlemelerinin planlamasında da başarı elde edilememiştir.

Dünya genelinde yöneltilen eleştirilere karşılık olarak, ülkenin her yanında mevcut uygulamaların geliştirilmesine yönelik kalite standartlarının ve hedeflerinin belirlenmesi vasıtasıyla genç özürlülerin okuldan işe geçiş deneyimlerinin iyileştirilmesini hedefleyen Özürlü Çocuklar için Daha Yüksek Hedefler (Kraliyet Hazinesi ve DfES, 2007) programına 19 milyon pound tahsis edilmiştir (DCSF, 2007b). Bu inisiyatifin önceki programlardan daha etkili olması büyük ölçüde yerel seviyede destek ve ilgi görmesine bağlıdır.

Yetişkinler İçin Daha Kaliteli Yaşam

Yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda, 1970’li yıllardaki gençlere kıyasla, bir okuldan mezun olmuş bugünün gençleri ve genç yetişkinleri için mevcut beklentiler nelerdir? Bu gençler emeklilik yaşına geldikleri zaman nasıl bir gelecek beklemektedir?

Hizmetler alanında kaydedilen büyük gelişmelere rağmen, özürlü yetişkinlerin ve ailelerinin yaşam kalitesi hala nüfusun diğer kesimlerininkinden çok düşük seviyededir. Yoksulluk, işsizlik, yetersiz sağlık ve günlük yaşam koşulları, ayrımcılık ve dışlanma günlük tecrübeler arasında yer almaya devam etmektedir. Bir toplum olarak bizler, özürlülerin temel insan haklarından faydalanmalarının sağlanması sürecine çok düşük bir seviyeden başlamaktayız.

2001 yılında Sağlık Departmanı tarafından zihinsel özürlülerin geleceği üzerine detaylı bir plan yayımlanmıştır. İnsanlara Değer Verme Beyaz Kağıdı (Sağlık Departmanı, 2001) dört ilkeye dayalıdır; temel haklar, bağımsız yaşam, kişisel tercih ve içerme. Önerileri ortaya çıkaran çalışma grubunda zihinsel özürlü insanlar tam üye olarak yer almışlardır ve uygulamaların ve çıktıların denetlenmesinde etkin rol oynamaktadırlar.

2005 yılında İnsanlara Değer Verme Destek Takımı, Beyaz Kağıdın etkileri üzerine bürokratik olmayan bir dille yazılmış, resmi veriler de dahil olmak üzere ailelerden, hizmet sağlayıcılardan ve hizmet kullanıcılarından toplanan bilgileri içeren bir ara rapor yayımlamıştır. Rapor aşağıdaki maddelerle özetlenebilir;



İnsanların sorunları artık daha fazla dinlenilmektedir.

Doğru şekilde yapıldığı taktirde birey merkezli planlama, insanların yaşamlarında bazı farklılıklar yaratmaktadır.

İnsanları Destekleme programı birçok kişinin bağımsız yaşama kavuşmasına yardımcı olmuştur.

Doğrudan ödemeler insanların yaşamlarının değiştirilmesine yardımcı olmaktadır.

Örgütler ortak çalışmalarını yerel seviyede daha iyi yürütmektedir.

Yine de raporda, kat edilmesi gereken daha çok yolun olduğu vurgulanmaktadır;

“Bazı yerlerde ve konularda değişim henüz gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla hayat herkes için sorunsuz değildir...büyük değişimler, yalnızca insanlar tarafından değişimin arzu edildiği alanlarda gerçekleşmektedir...diğer bazı yerlerde çok az şey değişmiştir. Açıkça söylemek gerekirse, kamu hizmetlerinde görev yapan birçok insan, İnsanlara Değer Verme Beyaz Kağıdı’nın getirdiği yükümlülüklerin isteğe bağlı olduğunu düşünmektedir.”

(Sağlık Departmanı, 2005, s. 6)

Raporda, özellikle aşağıdaki alanlarda hayal kırıklığı yaratacak derecede yetersiz bir ilerleme kaydedildiği belirtilmektedir;

okuldan yetişkin hizmetlerine geçiş;

insanların istihdama girmesi;

karmaşık gereksinimlere sahip kişilerin dışlanması

siyah ve etnik azınlıkları oluşturan ailelerin gereksinimlerine yeterince önem verilmemesi;

yaşlı bakıcılarının ihmal edilmesi;

kısa süreli bakım hizmetlerine erişim yetersizliği.



İnsanlara Değer Verme programından birçok ailenin ve bireyin faydalanmış olması gerçeğine rağmen, programın ülke genelindeki etkisinin eşit olmadığını, eşit etkinin büyük ölçüde yerel idarelerin çalışmalarına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu durumun değiştirilmesi gerekmektedir.

Eşitsizliklerle Mücadele

Özürlü veya özel gereksinimi bulunan insanları etkileyen eşitsizlikler, bir bütün olarak eğitim sistemimizdeki ve toplumumuzdaki çok daha derin ve yaygın eşitsizliklerin tecellisinden başka bir şey değildir. Özellikle, yoksulluk ve özürlülük arasındaki bağlar gibi yoksulluk ve eğitimsel başarısızlıklar arasındaki bağlar da, sürekli olarak destek programlarının olumlu sonuç vermemesine neden olmaktadır ve Hükümet geç de olsa bu durumun farkına varmaktadır.

Manchester Üniversitesinde bulunan Eğitimde Adalet Merkezi tarafından yakın zaman önce hazırlanan bir raporda aşağıdaki sonuca varılmıştır;

“Yeni İşçi Partisi 1997’de iktidara geldiğinde, kendi emirleri doğrultusunda aynı anda hem adaletli, hem de yüksek kalitede eğitim verebilecek bir eğitim sistemi yaratmak için gerekli araçlara sahip olduğuna açık bir şekilde inanmaktaydı. İddiamız şudur ki; eğitimde adalet söz konusu olduğunda, iktidarın programı başarısız olmuştur.”

(Ainscow & Dyson, 2007, s. 32)

Fabian Cemiyetinin Çocuk Yoksulluğu ve Yaşam Şansları Komisyonu tarafından hazırlanan etkileyici bir raporda, daha geniş bir adalet perspektifi sunulmaktadır (Fabian Cemiyeti, 2006). Rapor, eğitim, istihdam, sağlık ve barınma koşullarında yoksulluk nedeniyle yaşam fırsatlarının nasıl güçsüzleştiğine dair birçok kanıt sunmakta ve toplumumuzun farklı kesimleri arasındaki eşitsizliklerin azaltılmasına yönelik bir dizi öneri sunmaktadır. Raporun eğitime dair önerileri arasında;

sağlık ve istihdam alanlarındaki büyük eşitsizliklerin azaltılmasına yönelik hedefler eğitim alanını da kapsamalıdır;

Okula öğrenci kabul politikaları, sosyo-ekonomik durum ayrımını sınırlandıracak şekilde biçimlendirilmelidir;

Okul teftiş ve denetim sistemleri, eşitsizliklerin giderilmesine odaklanacak şekilde geliştirilmelidir,

ifadeleri yer almaktadır.

Şu anda iktidarda olan İşçi Partisi Hükümetinin bazı bakanları bu önerileri desteklediklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca, Fabian Cemiyetinde yeni bir çalışma grubu eğitime odaklanmaktadır.

Eğitim reformuna yönelik öneriler standartlara, testlere ve yazılı sınavlara takılıp kalmanın ötesine geçmeli, sistem yüzünden başarısız olanların genel bağlamda kişisel ve toplumsal gereksinimlerine yönelmelidir. Hükümetin bu konuyu dikkate almaya başladığına dair bazı ümit verici gelişmeler mevcuttur.

Okulların farklı idari birimlerle ve yerel örgütlerle daha yakın bir işbirliğine girmesi gerektiği, Her Çocuk Önemlidir programının gündeminde hep yer almıştır. Çocuk Planı’nda ise hizmetlerin bir arada sunulmasına ilişkin bazı referanslar yer almaktadır ve bu hedefin yerine getirilebilmesi için yeni okulların açılması öngörülmektedir. Bütünleşmiş ve kaynaştırmalı bir çocuk hizmetinde, yakın çevrede bulunan bütün çocuklara ve ailelerine yönelik destek ve hizmet için odak nokta okullardır. Genişletilmiş eğitim programlarının uygulanması büyük bir adımdır ama yerel bölgelerde yaşayan çocuklara sunulan bütün hizmetlerin merkezine yerel okulların yerleştirilebilmesi için daha yapılacak çok şey bulunmaktadır.

Örneğin, her okulun bir sosyal çalışmacıya erişimi olmalıdır. Çocuklarla ve gençlerle çalışan sosyal çalışmacılar ekibi bir ortaöğretim okuluna yerleşerek, sorumluluk yüklenme temelinde, daha önceden belirlenmiş bir bölgenin ilköğretim okullarında da çalışma yapmalıdır. Tutumsal ve yönetimsel engellerin giderilmesi ve günümüzde gerekli görülmeye başlanan, İlk Yıllar projesinde çok başarılı bir şekilde uygulanan birleştirilmiş hizmetlerin şekillendirilmesi sürecine bu şekilde katkıda bulunulabilir. Tam mesai çalışan sosyal çalışmacıların öncelikli olarak özel okullarda ve dezavantajlı grupların yoğunlaştığı veya yoksul bölgelerdeki okullarda, aşamalı olarak da bütün okullarda görevlendirilmesine önem verilmelidir.

Fabian Cemiyeti de, her okulda haftanın en az bir günü bir hemşirenin görevlendirilmesi ve çalışma süresinin belirli bir zaman içinde artırılması gerektiği hususunda ikna edici iddialar öne sürmektedir (Bamfield, 2007). Okul hemşireleri, çocuk ve gençlerin birçok sağlık sorununda ilk temas noktası olarak çok önemli bir rol oynamışlardır ve bazı ülkelerde gençlerde hamileliğin önlenmesine büyük katkıda bulunmuşlardır. Durum böyleyken; neden bu kadar az sayıda okul hemşiresi bulunmaktadır?

Okullarda hem sosyal çalışmacıların hem de hemşirelerin görevlendirilmesi prensip olarak, eğitim psikologları, fizyoterapistler, konuşma ve dil terapistleri gibi az sayıdaki diğer profesyonellerin okullarda çalışmalarına olanak sağlayan hizmet sözleşmelerinden farklı değildir. Ayrıca, okullarda çok sayıda destekli öğretim asistanı görevlendirilmiştir. Sosyal çalışmacılarla hemşirelerin de çok disiplinli okul çalışanlarının arasına katılmasının zamanı gelmiştir.

Her Aile Önemlidir

Ailelerle okullar arasında sıkı bir işbirliği kurmak, eğitimdeki eşitsizliklerin giderilmesi yolunda belki de tek ve en büyük zorluktur. “Ailelerle işbirliği” ilkesi hakkındaki genel fikir birliğine karşın, okul ile ev arasındaki boşluk rahatsızlık verici derecede büyüktür. Bu nedenle daha sıkı çalışma ortaklıkları oluşturabilmeleri için öğretmenlerle ebeveynleri desteklemenin yeni yollarını bulmak zorundayız.

Hükümet, Her Anne-Baba Önemlidir (DfES, 2007) olarak adlandırılan program çerçevesinde görüş alışverişinin gerçekleştirilmesi ve okul çalışmalarının yürütülmesi bakımından oldukça kullanışlı bir başlangıç noktası oluşturmuştur, fakat gelecekteki uygulamalar için oluşturulacak çalışma planında, mevcut uygulamalardan hareketle daha radikal değişimlere odaklanılmalıdır. Bu değişimlere örnek verecek olursak;

Yeni öğrenciler okula başlamadan önce öğretmenlerin bütün ailelerle görüşmesi için gerekli zamanı sağlayacak araç ve yöntemler bulabilir miyiz? Bu gibi ev ziyaretlerinin, en azından ilköğretimin sonuna kadar yılda bir kez gerçekleştirilmesini sağlayabilir miyiz?

1960’lı yıllarda gündeme gelen fakat hiçbir zaman ulusal seviyede uygulanamayan okul-ev öğretmenliği fikrine kısa vadede geri dönebilir miyiz?

Öğretmenlerin intibak eğitiminde ve mesleki gelişim eğitimlerinde anne-babalara karşı sergilenen neredeyse sıfır seviyedeki ilgiyi arttırabilir miyiz?

Bütün ortaöğretim okullarında anne-babalığa hazırlık konusuna çok daha fazla öncelik verilmesini sağlayabilir miyiz?

Mesleki Eğitim ve Mesleki Gelişim

Sosyal hizmetler alanında çalışan insanların eğitimlerine ve mesleki gelişimlerine milletçe çok az önem vermekteyiz. Özürlülere bakım hizmeti veya diğer hizmetler sunan çok az sayıda personel uygun mesleki eğitimden ve destek programlarından faydalanabilmektedir. Bu durumun değişmekte olduğuna dair bazı göstergeler belirginleşmektedir, ancak ilerleme çok yavaştır. Eski uygulamaların yeniden düzenlenmesine bir son verilmesi, personelin bütün seviyelerine yönelik tam mali destekli mesleki gelişim yöntemleri getirecek yeni bir stratejinin oluşturulması gerekmektedir.

Özürlüler toplumda yüksek nitelikli bir yaşam sürdürebilirlerse, öğretmen, çocuk bakıcı, sosyal bakım asistanları, sosyal çalışmacılar, hastane personeli, polis gibi genel hizmetlerde çalışan insanların ve kamu yöneticilerinin özürlü farkındalığının çok üst düzeye çıkması gerekecektir. Mesleki eğitim halen tek disiplin temelinde verilmektedir. Farklı mesleki alanlar arasında ortak bir çalışma gerektiğinde, öğretmen, sosyal çalışmacı, psikolog, doktor, hemşire ve terapistlerin ortak eğitimleri için hangi olanaklar sunulabilir? Bunun yanı sıra, ebeveynler ve bizzat özürlüler personel gelişim programlarına ne kadar sıklıkla katkıda bulunabilirler?

Mesleki eğitim konusuna eğitimde bile her zaman düşük öncelik verilmiştir ve politika üretiminde ve mesleki gelişim alanında bu konuda hep geri kalınmıştır. İlk kez 30 yıl önce Warnock Raporunda değinilen öğretmenlerin intibak eğitiminde özel gereksinimlere de yer verilmesi hedefinin gerçekleştirilmesi zordur ve büyük ölçüde stajyerin yerleştirildiği okulun SEN (özel eğitim gereksinimleri) koordinatörü tarafından ayrılacak zamanın yeterli oluşuna bağlıdır. Mesleki Eğitim ve Kalkınma Ajansı (TDA)nın Nitelikli Öğretmen Statüsü Ödülünün Standartları (2006), ilgili yeterlikler hakkında bilgi içermektedir. TDA ayrıca, yeni öğretmenler için rehberlik materyalleri ve özürlü öğrenci velilerine yönelik olarak özel eğitim gereksinimleri üzerine elektronik ortamda bilgilendirme hizmeti de sunmaktadır.

Diğer mesleklere kıyasla, eğitim alanında sürekli mesleki gelişim hala bir öncelik veya uygulama gereksinimi olarak görülmemektedir. Bireysel öğretmenlerin, yerel bağlamda mevcut bilgiler ışığında veya uzaktan eğitim yoluyla, yöneticiler ile birlikte bir kalkınma programı hazırlamaları ve bu programın masraflarını bizzat yüklenmeleri beklenmektedir. Uzmanlaşmış ve uyumlu bir programının uygulanması veya ödüllü bir kursun yürütülmesi için çok nadiren fırsat bulunmaktadır. Maalesef, Hükümetin ve kurumlarının, özel eğitim gereksinimleri “kanunu”nun çıkarılmasının üzerinden tam 14 yıl geçtikten sonra SEN koordinatörlerinin akreditasyonu ve mesleki eğitimi hakkında ciddi düşünmeye başlamış olması, personel gelişimine verilen düşük önceliğin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çocuk Planı’nda (DCSF, 2007a), çocuklarla ve gençlerle çalışan herkesin çok disiplinli mesleki eğitim ve personel gelişimine odaklanması ve aynı zamanda öğretmenliğin yüksek lisans eğitimi gerektiren bir meslek haline getirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Stratejisini 2008 yılında yayınlayacak olan Çocukların İşgücü Kalkınma Konseyi, mesleki eğitimin ve sürdürülebilir mesleki gelişimin bütün seviyelerinde özürlü farkındalığının ve konuyla ilgili yeterli deneyimin sağlandığını kanıtlamak durumundadır.

Sonuç: Şimdi Başlayın

2008 yılı; özürlüler, aileleri ve ayrımcılığı yok etmeye ve sosyal adaleti sağlamaya dönük kişisel veya mesleki girişimlere kendini adamış herkes için tarihi bir dönüm noktası olabilir. Özürlülerin daha önce mahrum bırakıldıkları insan haklarına erişimi bakımından uluslararası seviyede en net çerçeveyi BM Özürlü Kişilerin Hakları Sözleşmesi oluşturmaktadır. Sözleşme, ülkemizin ulusal politikaları ve uygulamaları ile örtüşmektedir. Her iki safhada nihai hedef; her yaştan özürlünün, diğer vatandaşlarla aynı fırsatlara ve yaşam şansına sahip olmasını sağlamaktır.

Söz konusu eşit fırsatların fark edilmesi büyük ölçüde sivil toplumun, özellikle de ulusal ve yerel gönüllü örgütlerin ve mesleki birliklerin ilgi yoğunluğuna ve ısrarlı çalışmalarına bağlıdır. İnternet kullanımı yoluyla bu tür gruplar yalnızca Hükümet önerilerine değil, aynı zamanda yerel bağlamda olup bitenlerin niteliğine ve doğasına dair de bilgi paylaşımında bulunabilirler. Bu önemlidir çünkü son 40 yılda yaşananlar, hizmet sunumunda bir tür yerel posta kodu piyangosu oynandığını kanıtlamakta, mevzuat ve politik inisiyatif uygulamalarında kabul edilemez derecede yerel farklılıklar bulunduğuna işaret etmektedir.

Son olarak, geleceğe yönelik bütün planlarda öğretmenlere özel bir sorumluluk düşmektedir. Çünkü özürlü hakları için verilen mücadelede ön safhada bizzat özürlüler yer almaktadır ve ailelerle birlikte gençlerdeki gerekli güven ve becerilerin oluşumunu destekleyerek, geleceğe yönelik planlardaki haklı yerini alabilen, kendi adına konuşabilen, kendini savunabilen bir gelecek neslin oluşturulmasında öğretmenler çok önemli bir rol oynamaktadır (Mittler, 2001).

Kendini savunabilme (self-advocacy) akımı Britanya’da 1972 yılında ortaya çıkmıştır ve şu anda dünya genelinde çok büyük bir güce sahip özürlü birliğinin bir parçası haline gelmiştir. Gerçek şudur ki, bu akımın liderleri arasında geçmişte eğitilemez olarak etiketlenen ve kesinlikle kendi adlarına konuşamayacakları düşünülen kişilerin de bulunması, insanları hafife almanın tehlikeleri açısından çok çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. 40 yıl önce Down sendromlu herhangi bir çocuğun 5 yıllık bir kaynaştırmalı ortaöğretim eğitimi sonunda iyi dereceli bir Ortaöğretim Genel Eğitim Sertifikası (GCSE) alabileceğini, zihinsel özürlü insanların kendi örgütlerini kurabileceklerini ve hatta Birleşmiş Milletlere başvurabileceklerini kaçımız tahmin edebilirdik ki?

Geleceğin kendini savunabilen değişim ajanları şu anda okullarımızdalar. Onlara yeterli fırsat sunabilirsek, bir sonraki neslin ne gibi başarılar elde edebileceğini hep birlikte göreceğiz.

Açıklama

Bu makalenin metni, Peter Mittler’in 1971 Eğitim Yasasının 35. yıldönümü kutlamaları vesilesiyle Kasım 2006’da Clent’de bulunan Sunfield Mesleki Kalkınma Merkezi’nde yaptığı bir konuşmadan alınmıştır. Bu yasa ile öğrenme güçlüğü bulunan çocukların eğitimi, sağlık mercilerinin sorumluluğundan eğitim mercilerinin sorumluluğuna devredilmiş, böylece bu çocukların eğitilebilirliği kabul edilmiştir.

1Sağlık Departmanı
2Eğitim ve Beceriler Departmanı
3Çocuk, Okul ve Aileler Departmanı


Kaynak: Başbakanlık Özürlüler İdaresi - Özürlülük Araştırmaları ve İstatistik Dairesi Başkanlığı