Avrupa Birliği’nde Özürlülere Yönelik Ayrımcılıkla Mücadele
Serkan KOLAT
Özürlüler Uzman Yardımcısı, Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı
Combat with Disability Discrimination in European Union
Assistant Specialist on Disability, Prime Ministry Administration on Disabled People
ÖZET
Günümüzde insanlık “herkesi içine alan, herkese uygun bir toplum” modelinden yoksundur. İşte bu nedenle insanlık, çoğu kez, sorunlar karşısında kendisini çaresiz hissetmektedir. Bir toplumun gereksinimini karşılayacak hizmetlerde çözümler üretirken öncelikle “normal insanlar” için harekete geçiliyor, “ötekiler” için “sonra yaparız” deniliyor. Bu yaklaşım, toplumdaki herkesi içine alan, herkesi en baştan düşünen bir anlayışı yansıtmıyor. Yaratılan bu eksik modelle toplumun bir bölümü dışlanıyor, sonra da bu dışlamanın yarattığı olumsuzluklarla da pekişen sorunların içinden çıkılamıyor. Dışlanan bu kesimleri toplumla bütünleştirecek yollar aranıyor.
Ayrımcılıkla mücadelenin temelini oluşturan ve en fazla çabayı gösteren Avrupa Birliği’dir. Avrupa Birliği’nin sosyal politikasında, ayrımcılıkla mücadele temel politika evreni olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişmiş ülkeler ve Avrupa Birliği ülkeleri bu sorunun kapsamlıca tanımlanabilmesi, nedenlerinin tespit edilebilmesi ve önlenmesine yönelik adımların sürekliliği için ayrımcılıkla mücadeleyi gündemlerinin ana maddeleri arasında tutmaktadırlar. Avrupa Birliği sürecinde olan Türkiye için de ayrımcılıkla mücadele gündemde tutulması ve çözümlenmesi gereken bir sorundur. Avrupa Birliği’nin Kopenhag Kriterleri çerçevesinde istediği temel haklar içinde yer alan Ayrımcılıkla Mücadele Planı Türkiye’yi sadece yasal zeminde değil, hayata geçirme bakımından da oldukça zorlayacaktır.
Bu çalışmanın problemi özürlülere yönelik ayrımcılık ekseninde şekillenmekte olup, tüm özürlülere yönelik ayrımcılıkla mücadeleyi kapsamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ayrımcılıkla Mücadele Eylem Planı, eşitlik kurumları,
özürlülük.
ABSTRACT
Contemporary societies lack the “inclusive social model for all”. Therefore, humanity quite often feels itself helpless when confronted with problems. When solutions and services to meet the requirements of societies are about to be determined, priority is given to “normal people” and “the others” are considered in the second place. This approach does not reflect an inclusive conception which attach value to every individual of a particular society. Following this kind of an insufficient model, some groups are marginalized and problems arising from this marginalization worsen day by day. Ways are being looked for integrating these groups with societies.
European Union is the most outstanding model making utmost efforts against discrimination. In the social policy of European Union, combat with disability discrimination emerges as the axis of the basic policy. Developed countries and European Union Countries keep anti-discrimination implementations as one of their main agenda items in order to illustrate the problem comprehensively, to determine the reasons of it and to provide continuity of the measures to prevent it. Combat with disability discrimination is also a significant agenda item and a problem to be solved as soon as possible for Turkey which is proceeding on his European Union harmonization process. Program to Combat Discrimination which was included in Charter of Fundamental Rights by European Union within the terms of Kopenhagen Political Criteria will considerably force Turkey not in legal platform but in terms of implementation.
The problem of this study takes shape on the axis of discrimination against the disabled and covers the combat with discrimination against all disabled persons.
Key Words: Action Plan to Combat Discrimination, equality institutions, disability.
1. Ayrımcılık Tanımı, Tarihçesi ve Unsurları
1.1. Ayrımcılık kavramı ve özürlü ayrımcılığı
Ayrımcılık toplumsal yaşamın tüm alanlarında rastlanan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok farklı nedenlere bağlı olarak ve farklı görünümler içerisinde yaşanan ayrımcılığın temelinde “BEN ve ÖTEKİ” ayrımı yatmaktadır. Benden/bizden farklı olan, yani bize benzemeyen ötekidir. Ötekileri tanımlarken çok farklı nitelikler, cinsiyet, etnik köken, inanç, fiziksel özellikler, yerleşim birimi vb. kullanılabilmektedir (Karataş, 2002).
“Ben/biz ve diğerleri” sosyolojik bir gerçeklik olarak yaşanmaktadır. İnsanlar bu tür “aitlikler” içerisinde kendi kimliklerini geliştirmekte, tanımlamakta ve daha da önemlisi “güvenlik” gereksinimlerini karşılamaktadırlar. Ancak biz olgusu fazla abartıldığında dışarıdakilere karşı bir kayıtsızlık ve düşmanlık gelişebilmektedir. Ayrımcılık olgusunun temelinde yatan “ben/biz ve öteki”dir. Aslında hepimiz “bir yerde, bir konuda, birileri nezdine” mutlaka öteki durumundayız.
Bu çerçevede, soyut bir kavram olan ayrımcılığın genel kabul görmüş tanımı mevcut değildir. Ancak konuyu netleştirmek açısından bazı tanımlara yer vermek faydalı olacaktır.
Türk Dil Kurumu’nun 1983 yılında yayınladığı Türkçe Sözlükte ‘ayrım yapma’ “eşit davranışta bulunmamak, fark gözetmek” şeklinde tanımlanmaktadır. Aynı sözlükte ‘dışlamak’ sözcüğü “bir kimse ya da bir toplumun, bir kimseyi, bir durumu, bir düşünce vb.yi yok sayması, ilgilenmemesi” olarak tanımlanmıştır (Dictionary Larousse, 1994). Ayrıca ayrımcılık hakkında “ırkı, dini, bir siyasi inancı, cinsiyeti, sosyal konumu ve benzeri etkenlerden dolayı sosyal bir grubu, öteki topluluklardan ayırarak onu aşağılama, ona düşmanca davranma tutumu, eğilimi” ya da “bir toplulukta ırkı, cinsiyeti, toplumsal konumu ya da dini nedeniyle ötekilerden ayrılan bir gruba ayrımlı (çoğunlukla kötü) davranma olgusu” gibi tanımlar vardır (Büyük Larousse, 1995).
BM İnsan Hakları Komitesi, 1989 yılındaki 37. Oturumu’nda yaptığı 18 No’lu Genel Yorumu’nda ayrımcılığa ilişkin şu tanımı geliştirmiştir: “Komite, sözleşmelerde kullanılan ayrımcılık teriminin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da diğer görüşler, ulusal ya da sosyal köken, mülkiyet, doğum ya da diğer statüler gibi herhangi bir zemin üzerine dayandırılan ve bütün hak ve özgürlüklerin eşit ölçüde bütün bireyler tarafından tanınmasını, kullanılmasını veya yararlanılmasını kaldırma veya zayıflatma amacına sahip, herhangi bir ayırma, dışlama, kısıtlama veya üstünlük tanıma olarak anlaşılması gerektiğine inanmaktadır” (U.N. Human Rights Committee, 1989).
Avrupa Konseyi de, Avrupa İnsan Hakları’nın ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’ne Ek 12 Nolu Protokolü, benzer bir ayrımcılık tanımı yaparak ayrımcılığı genel olarak yasaklar. Protokol’deki tanımda; “Kanunda öngörülen haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasî veya başka görüşler, ulusal ya da sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensubiyet, servet, doğum veya başka bir statüden kaynaklanan herhangi bir nedenle ayrım yapılmaksızın sağlanır. Hiç kimse herhangi bir kamu otoritesi tarafından, yukarıda sayılan gerekçelerle ayrımcılığa tâbi tutulamaz” demektedir (Council of Europe, 2000).
1.2. Geçmişten günümüze özürlü ayrımcılığı
Bütün problemlerin kendine ait bir tarihi olduğu gibi, özürlülerin ve onların yaşama hakkı ile ilgili tarihî geçmişi de vardır. Batı toplumlarının sosyal tarihinde, özürlülerin çoğu zaman ezildiklerine, hakir görüldüklerine ve zulme uğradıklarına şahit olmaktayız (Seyyar, 2006).
Özürlülerin hayat mücadelesi diğer sosyal gruplara nazaran her asırda güç olmuştur. Bazı dönemlerde ve bilhassa katı - ırkçı ideolojilerin pençesi altında idare edilen ülkelerde özellikle zihinsel özürlülere yaşama hakkı bile çok görülmüştür. Tarihte bunun ilk örneklerini İlk ve Ortaçağ’ın karanlıklarına gömülen skolastik ve geri kalmış Batı toplumlarının uygulamalarında görmek mümkündür.
Eski Yunan yazıtlarında ilk kez özürlü karekterlerden bahsedilmektedir. Örneğin bu yazıtlara göre Heredot işitme özürlü bir kahramanken, Suetonius özürlü bir imparatordur. Plato’nun Devlet yapıtında, iyi bir toplumun oluşturulması için yalnızca ruhsal ve fiziksel sağlığı yerinde bireylerin evlenmesi gerektiği, hekimin iyi olmayacak hastaları tedaviye devam etmemesi gerektiği gibi, özürlülere yönelik tutumların olumsuzluğuna işaret eden görüşler belirtilmektedir. Eski Yunan yasalarına göre bebeklerin doğumlarını takiben, yaşlılar heyetine gönderildiğini; bebek eğer kör, zihinsel özürlü ya da herhangi bir biçimde özürlü ise nehre atılarak öldürülmekteydi.
Ayrıca Eski Roma’da ekonomik faydaları olabilecek özürlülerin yaşamasına izin verilmiştir. Örneğin; görme özürlüler dilenci olarak kullanılmak üzere, zihinsel özürlüler ise köle ya da konukları eğlendirecek biri olması için yetiştirilmişlerdi. 2.yy’dan sonra özürlüler ev eğlencelerinin aranan kişileri olmuştur. Özellikle kolu ya da bacağı olmayanlar, dev ya da cüce olanlar ve diğer fiziksel özürlüler konukları eğlendirmek üzere kullanılmışlardır.
Ortaçağın Batı insanı, Hıristiyan din adamlarının telkinlerinin etkisi altında kalarak, kendisini çevreleyen tabiatın insanüstü ve bedensiz güçlerle (cin, şeytan) dolu olduğuna ve gözle görülmeyen bu varlıkların insanları istila edip, onları tedavisi mümkün olmayan hastalıklara sürükleyebileceklerine inanmaktaydılar. Dolayısıyla, bu çağlarda hekimlerce de tam olarak mahiyeti bilinmeyen akıl ve ruh hastalıkları bu gibi metafizik varlıklara atfedilirdi (Aktaş, 2001).
Bununla da kalınmayıp, özürlü doğan veya daha sonra değişik bedenî veya aklî rahatsızlıklara yakalanıp, özürlü duruma gelen insanlar da, majik (sihirli) ve doğaüstü güçlerin etkisi altında oldukları inancı ile “cadı” muamelesi görürlerdi. Bunun sonucu olarak, ellerinde olmayan sebeplerden dolayı özürlü olanlar, topluma çeşitli tehlikeler ve zararlar verebilecek bir konuma geldikleri iddiası ile başta kilise olmak üzere devrin siyasî rejimleri tarafından takip altına alınırdı. Engizisyon mahkemelerinin kurulmasıyla, “cadı” olarak tanımlanan ve aslında özürlü olanların yargılanmasına müsaade edilmiş ve bu yolla da birçoğuna en ağır cezaların verilmesinin kanunî kılıfı da hazırlanmıştı (Seyyar, 2006).
Batı dünyasında cadı mahkemelerinin ortadan kaldırılmasıyla özürlülerin rahat bir nefes aldığı düşünülmemelidir. Gerçek insan sevgisinden ve maneviyattan uzak olan Batı toplumlarının aydınları, bu sefer de pozitif sosyal bilimleri ön plâna koyarak, bilim adına yine aynı dezavantajlı grupları hedef aldılar. Sosyal Darvinist, materyalist, ırkçı, kısacası ayrımcı düşünce yapısı, bir sosyal tehdit olarak ortaya çıktı. Bu pozitif ve seküler bilim ortamını hazırlayanlar da, zamanında bizzat iktidara ortak olan ve dolaylı olarak devleti elinde tutan Ortaçağ’ın Hıristiyan ruhban kesimiydi.
1910-1940 yılları arasında ayrımcı görüşleri yaymak maksadıyla özellikle Almanya, İngiltere ve ABD’de değişik isimler altında örgütler kurulmuştur. Ayrımcı hareket, başlangıcından beri beyaz ırkın ve özellikle Anglo-Saksonya kültürüne ait insan tipinin diğer ırklardan daha üstün olduğunu ileri sürmüştür. İngiltere’de ayrımcı görüşleri yayan Darvinizm’in kurucusu Charles Darwin’in yeğeni Sir Francis Galton’dur. Sir Galton, kendi aile soyunun çok üstün olduğuna dair araştırmalarda bulunmuştur.
O dönemlerde benzer ırkçı görüşler, Avrupa yakasında da baş göstermeye başlamıştır. Mesela Almanya’da Hitler’in önderliğinde Nasyonal-Sosyalist bir parti, seçimle iktidara gelmiş ve faşist bir rejim kurabilmiştir. Hitler Almanyası’nda toplama kamplarında ırkî ve dinî yönden öteki olarak kabul edilen sadece Yahudiler topluca yakılmamıştır. Aynı zamanda, Alman ırkına mensup olduğu halde sağlıklı ve güçlü bir bedene sahip olmayan bunamış yaşlılar ve ruhsal-zihinsel özürlüler de bu despotik rejimin kurbanı olmuştur. Hitler’in sağlıklı nesil oluşturma hayaline ters düşen özürlü insanlar, temerküz kamplarında hekimler tarafından kobay olarak kullanıldıktan sonra bu sefer Ortaçağ’da olduğu gibi tek tek açık meydanlarda değil, daha az maliyetli olarak topluca fırınlarda yakılmışlardır (Aktaş, 2001).
1.3. Ayrımcılığın şekilleri
Ayrımcılığın dört şekli bulunmaktadır. Bu; ayrıştırma-damgalama, marjinalleştirme, ötekileştirme ve sosyal dışlanma olarak karşımıza çıkar.
Damgalama-Ayrıştırma; bireyin onur kırıcı bir tutumla karşı karşıya kalma sürecidir (Goffman, 1968). Marjinalleştirme ise; bireyin sosyal hayatın dışında kalma sürecidir. Bu durum özürlü bireyi etkili bir şekilde “vatandaşlık, kaynaklar, eğitim, çalışma, ev edinme vb. konularındaki yaşamlardan reddeder” (Williams, 1998). Marjinal birey sosyal hayatın idarî ve ekonomik işleyişinden dışlanır, kişinin kendi hayatı üzerindeki otoritesi elinden alır.
Damgalama ve marjinalleştirmenin her biri eksikliği olan bireyi sosyal hayatın dışına iter ve insanları özürlü hale getirir. İkisi arasındaki önemli farklılık, damgalamanın genellikle birebir ilişkilerin yaşandığı aile, arkadaş çevresi, komşular ve iş yerindeki samimî gruplarda kendiliğinden meydana gelen “bireysel ve resmî olmayan bir yapıda olmasıdır.”
Marjinalleşme ise; bürokrasi gibi samimî olmayan “resmî ve kendiliğinden meydana gelmeyen” ilişkilerin yaşandığı daha ikincil bir çevrede ortaya çıkar (Michener, H. & Delameter, 1999). Ayrıca marjinalleşme, bireyin içinde yaşadığı toplumdaki ekonomik ve idarî ilişkilerine de yansır. Bu yüzden “marjinalleşmiş bir dünyada nitelikli ve mesleklerinde yeterli olanlar özürlerinden dolayı geri çevrilirler.”
“Özürlülüğün sorunları açısından ayrımcılık bağlamlı yaklaşımlar öncelikle özürlülük konusunda var olan kurumsal yapılardan kaynaklanmaktadır. Modernliğin kurum temelli mantığı özürlülük konusunda ayrımcılığı belirleyecek bir yapının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu durum ayrımcılığın kurumsallaştırılması olarak nitelendirilebilir” (Aysoy, 2004). Bu anlayış ve tutumlar nedeniyle özürlü bireyler toplum içinde hak ettiği yeri alamaz, dışlanarak “şeyleştirmeye” bağlı olarak yaşamlarını sürdürmeleri istenir. Şeyleştirme veya ötekileştirme de diyebileceğimiz bu durum kurumsal yapılarla da desteklenir.
Sosyal dışlanma ise; statik olmaktan çok dinamik bir kavramdır ve bir süreci ifade etmektedir. Sivil, politik, ekonomik ve sosyal vatandaşlık haklarından mahrum olma- edilme durumu olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre, sosyal dışlanma toplumla bireyin sosyal, ekonomik, politik ve kültürel sistemlerin tümünden, kısmen veya tamamen yoksun olma dinamik süresidir.
2. Avrupa Birliği’nde Özürlülere Yönelik Ayrımcılıkla Mücadele
2.1. Avrupa Birliği’nde ayrımcılıkla mücadelenin tarihçesi
Avrupa Birliği’nde ayrımcılığın doğuş sebebi 1970’lerde patlak veren ırksal temelli olaylardır. Bu dönemde Avrupa ülkeleri Afrika ve diğer üçüncü dünya ülkelerinden gelen ve yabancı olarak tanımlanan kişilere yapılan dışlayıcı tutum hakimdi. Genelde işçi statüsünde çalışan bu kişilerin zaman içinde Avrupa topluluklarıyla iç içe olmalarıyla ortaya çıkan ilişkiler, sorunları da beraberinde getirmiştir. Patlak veren yabancı düşmanlığı ve ırkçı tutumlar Avrupa’nın karşısına sorun olarak çıkmıştır.
Bunu önleme amacında olan Avrupa Birliği, ilk kez üye ülkelerden Kadın Erkek Eşitliği Direktifi 1976’da yayımlar. Bu direktif istihdam ve mesleki eğitimde ayrımcılığı önleme ve eşit muamelede son derece önemli bir yapı taşıdır. 76/207 Direktifi’nin 119. maddesi, Avrupa Birliği’nin cinsiyet eşitliği ve toplumsal politikasının ana çekirdeğidir. Bu unsurlara özürlüler de dahildir. 1987’de son derece önemli olan İspat Yükümlülüğü Direktifi kabul edilmiştir. Cinsiyet ayrımcılığı davalarında ispat yükümlülüğünü davacıdan alıp davalıya yükleyen bu direktif, Avrupa Adalet Divanı’nın yasal dayanak noktasını da oluşturmaktadır.
1997’de imzalanan ve 1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması ile Avrupa topluluklarını kuran Roma Anlaşması’nda önemli değişikler yapmıştır. Böylece Avrupa Sosyal Şartı ilk kez topluluğun birincil hukuk normlarından bir olmuş ve istihdam - sosyal politika alanı daha çok önem kazanmıştır (Capacity building of society dealing with Anti- Discrimination, 2005).
2.2. Avrupa Birliği Hukuku ve politikalarında ayrımcılıkla mücadele
Ayrımcılığın önlenmesi ilkesi Avrupa Birliği Hukukunun genel ilkelerinden biridir. Bir dizi farklı bağlamda antlaşma metinlerinde de ifadesini bulmuştur.
Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı Aralık 2000’de törenle ilan edilmiş; Şartın 21(1) maddesi’ne göre; “Cinsiyet, ırk, renk, etnik ve sosyal köken, genetik özellikler, dil, din ya da inanç, siyasi ya da herhangi bir başka görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, mülkiyet, doğum, özürlülük, yaş ya da cinsel yönelim gibi temellere dayanan her türlü ayrımcılık yasaktır.”
Avrupa Toplulukları Anlaşması’nın 13. maddesinde ise şu hüküm yer almaktadır:
“Konsey, bu antlaşmanın diğer hükümlerine dokunmaksızın ve topluluk hakkında kendisine devredilen yetki sınırları içinde kalmak koşuluyla, Komisyondan gelen bir teklif üzerine ve Avrupa Parlamentosu’na danıştıktan sonra cinsiyet, ırk ve etnik köken, din ya da inanç, özürlülük, yaş ya da cinsel yönelim temelinde ayrımcılığa karşı mücadele etmek üzere uygun tedbirleri almak amacıyla oybirliği ile hareket edebilir.”
Bu kural doğrudan bir ayrımcılık yasağı içermemekle birlikte, Avrupa Birliği’ni sayılan ayrımcılık türlerine karşı önlem almaya olanak tanıyan bir yetkilendirici hüküm içermektedir.
Avrupa Birliği, 13.maddeden hareketle, üç kısımdan oluşan ayrımcılıkla mücadele stratejisini hayata geçirmiştir:
• Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Kişilere Eşit Muamele Edilmesi İlkesinin Uygulamaya Konmasına İlişkin Direktif (Konsey Direktifi 2000/43/EC).
• İstihdam ve İş Konusunda Eşit Muamele İçin Bir Genel Çerçeve Oluşturulmasına İlişkin Konsey Direktifi (Konsey Direktifi 2000/78/EC)
• 13. maddede sayılan tüm alanlardaki (cinsiyet ayrımcılığı hariç) ayrımcılıkla mücadele etmek üzere hazırlanan 2001-2006 Topluluk Eylem Programı (Karar 2000/750/EC). Program şu ana hedefleri içermektedir (ÇSGB,2004):
• Avrupa Birliği’nde ayrımcılığın doğası ile boyutlarının ve ayrımcılıkla mücadele için alınan önlemlerin etkinliğinin değerlendirilmesine ve analizine yardımcı olmak,
• Avrupa Birliği’nin üye devletlerinde ve Avrupa düzeyinde ayrımcılıkla aktif olarak mücadele eden aktörlerin kapasitelerini geliştirmeye yardımcı olmak,
• Uygulayıcılar ve kamuoyu oluşturucular arasında ayrımcılıkla mücadelenin uygulama ve değerlerini yaygınlaştırmak, bu yönde destek vermek.
2007-2013 İlerleme Programı, Ayrımcılıkla Mücadele Programı da dahil olmak üzere, varolan bir dizi Avrupa programını tek bir başlık altında toplayacaktır. Bununla birlikte, varolan programların doğası büyük ölçüde değişmeden kalacaktır.
2.2.1. Ayrımcılığın tanımı
Direktifler çerçevesinde; ayrımcı olmak, iki kişi ya da durum arasında bir farklılık olmamasına rağmen farklı davranışlarda bulunmak veya kişi ya da durumlar arasında ayrım yaratmak ya da farklı durumlar söz konusu olmasına rağmen benzer şekilde davranmaktır. Avrupa Birliği’nin, bu eğitim çalışmasının temelini oluşturan, ayrımcılığın önlenmesine yönelik iki direktifi, aynı ayrımcılık tanımından hareketle hem doğrudan hem de dolaylı ayrımcılığı yasaklamaktadır.
Doğrudan ayrımcılık; bir kişiye, yasaklanan ayrımcılık nedenlerinden herhangi birisiyle karşılaştırılabilir benzer durumlarda muamele edildiğinden, edilmiş olduğundan veya edileceğinden daha az elverişli davranmaktır.
Bir kez aynı ya da benzer durumda bulunan iki kişiye farklı davranıldığı ortaya konulduğunda, bu farklılığın kabul edilebilir olduğunu göstermek son derece zordur. Avrupa Birliği direktifleri oldukça dar ve kesin bir biçimde oluşturulmuş istisnalar öngörmüştür. Bunlar; gerçek anlamda mesleki gereklilikler, pozitif uygulamalar, özürlüler için uygun olanakların sağlanması ve yaş ayrımcılığı için öngörülen spesifik istisnalardır.
Direktifler dolaylı ayrımcılığı da yasaklar. Dolaylı ayrımcılık; görünüşte tarafsız olan bir hükmün, uygulamanın ya da ölçütün korunan gruba ait kişileri diğer kişilerle karşılaştırıldığında dezavantajlı bir durumda bırakmasıdır. Söz konusu hüküm, uygulama ve ölçütler, meşru bir amaçla objektif olarak haklı çıkarılmadıkları ve bu amaca ulaşılmak için kullanılan araçlar gerekli ve orantılı olmadığı sürece dolaylı ayrımcılığa neden olacaklardır.
Direktifler tacizin de bir ayrımcılık biçimi olduğunu kabul eder. Taciz, insan haysiyet ve itibarının çiğnenmesi amacını taşıyan veya o sonucu doğuracak ya da yıldırıcı, düşmanca, başkalarının gözünde alçaltıcı, aşağılayıcı, hakaretsiz bir ortam yaratılmasına yol açan, arzu edilmeyen tutum ve davranışlardır. Tacizin gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilirken bir karşılaştırma ölçütünün belirlenmesine ihtiyaç yoktur.
Ayrıca, direktifler ayrımcılık yapılması için talimat verilmesini de doğrudan ayrımcılık olarak kabul eder ve yasaklar. Son olarak, direktifler yasaklanan davranışlara mağdur yaratmayı da dahil eder. Üye devletler, eşit işlem ilkesine uyulmasını sağlamak amacıyla şikayet ve dava yoluyla tepki gösteren bireyleri olumsuz bir tutum ve davranışa (işten çıkarma gibi) maruz kalmaktan koruyacak gerekli önlemleri almalıdırlar. Burada önemli bir nokta, sadece kendisine ayrımcılık yapılan kişilerin değil, ayrımcılık şikayeti nedeniyle delil sunanların ya da şu veya bu şekilde ayrımcılık şikayetinde rol oynayan kişilerin de aynı şekilde korunmaları gerektiğidir.
2.2.2. Direktiflerdeki diğer kavramlar
İstihdam Çerçeve Direktifi (2000/78/EC)’nin 3. maddesi aşağıdaki alanlarda koruma sağlar:
• İstihdama, kendi namına istihdama ve mesleğe erişim (teşvikler dahil),
• Mesleki rehberlik ve eğitime erişim,
• İşten çıkarma ve ücretler dahil olmak üzere istihdam ve çalışma koşulları,
• İşçi, işveren örgütleri ile profesyonel örgütlere üyelik. Irk Direktifi (2000/43/EC)’nin 3. maddesi ayrımcılığa karşı çok daha geniş bir alanda koruma sağlar ve aşağıdaki alanları içerir:
• İstihdama, kendi namına istihdama ve mesleğe erişim (teşvikler dahil),
• Mesleki rehberlik ve eğitime erişim,
• İşçi, işveren örgütleri ile profesyonel örgütlere üyelik,
• Eğitim,
• Sosyal güvenlik ve sağlık dahil sosyal koruma,
• Sosyal avantajlar,
• Konut dahil kamuya sağlanan mal ve servislere erişim.
Direktifler hem kamusal hem de özel sektörde, gerçek ve tüzel kişilerin ayrımcılık uygulamalarını yasaklamaktadır. Direktifler bireyleri, yani gerçek kişileri, ayrımcılığa karşı korur.
2.2.3. Direktiflerde yer verilen ayrımcılık yasağına getirilen istisnalar
Direktiflerin amacı ayrımcılıkla mücadele için bir çerçeve sağlamak olduğundan, ayrımcılığa izin verilmesi çok istisnai durumlarda ve sadece belli ölçütlerin uygulanması ile mümkündür.
Açık bir mesleki gereklilik
Direktifler, ayrımcılığın yasaklandığı bütün alanlarda açık bir mesleki gerekliliğin varlığı durumunda istisna getirmektedir. Böylece bir işveren, işin doğası ya da yapılacak işin koşulları nedeniyle, yani ‘açık bir mesleki gerekliliğin’ bulunması durumunda, belli bir pozisyona ırk ve etnik köken, özürlülük, din ya da inanç, cinsel yönelim ya da yaş alanlarında belli özellikleri olan bir kişiyi seçebilir. Ancak şu şartla ki; bu seçimde meşru bir amaçtan hareket edilmiş olsun ve mesleki gereklilik ile seçim arasında bir orantılılık bulunsun. Örneğin, bir film yönetmeni, filminde Nelson Mandela’yı oynayacak bir siyah oyuncu arayabilir. Böyle bir durumda, bir siyahın istihdam edilmesi açık bir mesleki gerekliliktir. Bir ayrımcılık temeli için uygulanacak mesleki gereklilik istisnası, başka bir temel için aynı istisnanın uygulanmasını haklı çıkarmaz.
Belli bir iş için istihdam edilecek kişilerin özelliklerinin belirlenmesinde uzun bir süredir yerleşmiş olan uygulamalar meşru amaç ve orantılılık ölçütlerini karşılamaya yeterli değildir. Örneğin, bir işverenin otel resepsiyonisti için aradığı ‘genç ve enerjik olma’ şartını mesleki gereklilik temelinde haklı çıkarabilmesi olanaklı değildir. Böyle bir şart yaş ve özürlülük temelleri bakımından ayrımcı olacaktır (Capacity building of society dealing with Anti- Discrimination, 2005).
Yaş temelinde davranış farklılıkları
İstihdam Çerçeve Direktifi (2000/78/EC)’nin 6. maddesi üye devletlerin yaş temelinde farklı davranışa izin vermelerine olanak tanıyan ek bazı istisnalar getirmelerine onay vermiştir. Ancak söz konusu istisnalar bir gereklilik sonucu olmadığından uygulanmaları konusunda devletler karar verecektir. Bu istisnalar şunlardır:
• Genç kişiler, yaşlı işçiler ve bakım sorumlulukları olan kişilerin mesleki bütünleşmelerini artırmak veya korunmalarını sağlamak amacıyla, işten çıkarma ve ücretle ilgili konular da dahil olmak üzere istihdam ve mesleki eğitime erişim, istihdam ve işle ilgili özel koşullar getirilmesi,
• İstihdama ya da istihdamla bağlantılı bazı avantajlara erişim için yaş, mesleki deneyim ya da hizmet kıdemi konularında asgari koşulların tespit edilmesi,
• İstihdam için pozisyonun eğitim gerekleri ya da emekli olmadan önce makul bir süre istihdam edilme gereği göstermesi durumunda işe alma için azami bir yaşın tespit edilmesidir.
Bu istisnaların da objektif ve makul ve meşru bir amaçla haklılaştırılması zorunludur. Böyle bir haklılaştırmanın dayanakları arasında; meşru istihdam politikaları, iş piyasası ve eğitim hedefleri, araçlarla amaç arasındaki orantılılık ve gereklilik ilkeleri de bulunmaktadır.
2.2.4. Özürlüler için uygun olanaklar
İstihdam Direktifi (2000/78/EC)’nin 5.maddesi işverenlerden özürlü bir kişinin istihdama erişimini, katılımını, işinde ilerlemesini ve eğitimini sağlayacak uygun önlemleri almalarını öngörmektedir. Örneğin;
• İşverenin işitme özürlülerin eğitimden yararlanabilmesi için işaret dili çevirmeni kullanması,
• İşyerinde geçirdiği kaza sonucunda bedensel çalışmada bulunamayacak kişiye işveren tarafından ofis işleri konusunda eğitim verilmesi,
• İşveren, rehber köpekle işine gelip giden bir görme özürlünün işe gelişini kolaylaştırmak amacıyla çalışanın çalışma saatlerini değiştirebilir ve işe geliş-gidiş zamanını yoğun şehir trafiğinin olmadığı saatlere kaydırabilir.
Yukarıdaki örneklerde işveren çalışanlara finansal açıdan ve diğer bakımlardan çalışanlara yardımcı olma olanağına sahip ise, çalışanlara uygun olanakların yaratılmasının ‘orantısız’ olduğu ve kendisine finansal olanlar da dahil aşırı bir yük getirdiği iddiasında bulunamaz.
Ayrımcılığın gerçekleştiğini ortaya koyabilmek için mağdurlara yardımcı olabilecek bir çok prosedürel araç mevcuttur. Bu araçlar, testleri, istatistikleri, görsel ve işitsel kayıtları (video, ses bandı gibi) ve anketleri kapsar. ABD’de yaygın olarak kullanılan test yapma istihdamda doğrudan ayrımcılık ve konut hakkı ya da servislere erişim gibi alanlarda kullanılır. Belçika’da test delil olarak kabul edilmektedir. Orta ve Doğu Avrupa’da hükümet dışı organizasyonlar bireyleri (örneğin iş arayanları) denek olarak kullanmaktadır. Denekler, tüm nitelikleri diğerleriyle eşit ancak tek bir niteliği ayrımcılığın gerçekleşeceği alanla ilişkili (genellikle ırk ve etnik köken) kişilerden seçilir.
Her iki direktif de derneklere ve meşru bir çıkarı savunan diğer organizasyonlara ayrımcılık mağdurlarını destekleyebilme ve onlar adına yasal başvurularda bulunabilme (mağdurların onayını almak koşuluyla) olanağı tanır. Hangi organizasyonların ‘meşru bir çıkarı’ savunduklarına dair ölçüt ulusal hukuk tarafından belirlenir.
Üye Devletler, özürlülüre yönelik ayrımcılıkla mücadele de dahil olmak üzere, durum raporu yayımlamak zorundadırlar. Her beş yılda bir raporlar tekrarlanır. Üye devletler direktifleri iç hukuka aktarırken, ayrımcılığın önlenmesine yönelik ulusal yasaların ihlal edilmesini yaptırıma bağlamayı ve bu yaptırımların uygulanmasını garanti altına almak zorundadır (Capacity building of society dealing with Anti- Discrimination, 2005).
2.2.5. İspat yükünün karşı tarafa geçmesi
Irk Direktifi’nin 8.maddesi ile İstihdam Çerçeve Direktifi’nin 10.maddesi, ayrımcılığın ispatlanmasının zorluğundan hareket ederek, ispat yükünün el değiştirmesine ilişkin şu hükme yer vermişlerdir:
“... kendilerine eşit işlem ilkesinin uygulanmaması suretiyle yanlış davranıldığını değerlendiren kişiler bir mahkemeye veya yetkili makama doğrudan ya da dolaylı ayrımcılığın gerçekleştiğini ortaya koyabilecek esaslar sunduklarında, eşit işlem ilkesinin ihlal edilmediğini ispat etme yükümlülüğü davalıya ait olur.”
İspat yükünün karşı tarafa geçmesi kuralı ceza usul hukukunda uygulanmaz. Bazı üye devletlerde bu kural soruşturma usulüne de uygulanmaz. İspat yükünün karşı tarafa geçmesi kuralının sadece yargı organlarındaki usullere değil, yetkili tüm makamlar (örneğin idari makamlar) önündeki usullere de uygulanacağının altını çizmek gerekir.
2.2.6. Avrupa Birliği Hukuku’nun uygulanmaması
Avrupa Birliği üyesi bir devlet direktifleri iç hukuka öngörülen süre içinde tam ve doğru bir şekilde aktarmadıkları takdirde, bireyler ulusal mahkemeler önünde direktiflerin hükümlerine dayanabilirler. Buna ‘direktiflerin doğrudan etkisi’ ilkesi adı verilir. Böyle bir durumda bireylerin, dayanılan hükümlerin ulusal mahkeme tarafından uygulanabilir nitelikte açık ve kayıtsız bir ilkeye yer verdiğini göstermeleri gerekir. Bununla birlikte doğrudan etkinin sadece kamusal kurumlara karşı ya da “Devletten kaynaklanan sorunlar’ söz konusu olduğunda uygulanacağı şeklinde genel bir kabul vardır.
Ayrımcılık ile ilgili direktiflerin hangi hükümlerinin doğrudan, hangilerinin dolaylı etkiye sahip olduğuna karar verecek organ Avrupa Adalet Divanı’dır. Eğer bir Üye Devlet öngörülen süre içinde herhangi bir direktifi uygulamaz ise, bireyin uğrayacağı zararlardan devlet sorumlu olacaktır.
2.2.7. Avrupa Birliği ülkelerinde eşitlik kurumları
Irk Direktifi’nde (2000/43/EC) her üye devlete eşit muameleyi destekleyecek bir kurum oluşturma yükümlülüğü getirilmektedir. Bu kurumların işlevleri; ayrımcılık mağdurlarına bağımsız yardım sağlamak, bağımsız bilimsel çalışmalar ve istatistikler hazırlamak, bağımsız raporlar hazırlamak ve önerilerde bulunmaktır.
Avrupa ülkelerinde ayrımcılık direktiflerini hayata geçirmek için eşitlik kurumları kurulmuştur. Eşitlik kurumlarında özürlülüğe yer veren örnek ülkeler; İngiltere, Romanya, İrlanda, Avusturya ve Hollanda’dır. Bu kurumların faaliyet ana hatları; önleme, işbirliği, arabuluculuk ve yaptırım şeklindedir (ÇSGB, 2004). Bu kuruluşlar kendilerini, ayrımcılıkla mücadele kanunlarınca öngörülen alanlarda soruşturma yapan yaptırım uygulayan merkezi yönetime bağlı uzmanlaşmış kuruluşlardır. Bu kurum, diğer ulusal diğer kurumların ya da kamu otoritelerinin sınırlaması olmadan bağımsızca görevlerini yerine getirmektedir. Eşitlik kurumu, Ayrımcılıkla Mücadele Eylem Planı’nın koordinatörüdür ve program dahilinde Avrupa Konseyi tarafından hibe edilen fonlara erişim imkan ve şartları ile ilgili çalışmaları mevcuttur.
Eşitlik kurumlarının görevleri şunlardır: Güvenilir uygulama kanunlarının ilgili bakanlığa sunulmak üzere hazırlanması, eşitlik raporu ve eylem planı hazırlayıp uygulayacak bir iş çağrısında bulunulması, buna tabiken soruşturma yürütmek ve yorum yapmak, danışma komiteleri atamak, girişimci veya sponsor bulmak ve bilginin yayılmasını sağlamak.
3. Ayrımcılıkla Mücadelede Ülkesel Örnek: İngiltere’de Özürlülere Yönelik Ayrımcılıkla Mücadele
3.1. İngiltere’de mevcut durum
Özürlü nüfusu tespit etmeye yönelik İngiltere’de yapılan bazı çalışmalara göre, Avrupa Birliği’nde 50 milyon ve dünyada 500 milyon olan özürlü birey sayısıyla ile karşılaştırıldığında, yaklaşık 10 milyon özürlü yetişkin (toplam yetişkin nüfusunun %24’ü) ve 770.000 özürlü çocuk (toplam çocuk nüfusunun %7’si) bulunmaktadır (Duygun, 2006).
İngiltere’de her dört özürlüden biri ayrımcılık ve taciz ile karşı karşıya iken bu oran zihinsel hastalığı olanlarda %47’lere çıkmaktadır. Her on kişiden sekizi ise sosyal dışlanmaya uğramaktadır. Konut ve ulaşım yönünden de problemler büyüktür. Ekonomik dezavantajlılık sebebiyle özürlüler birçok özel ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Böylece 1997-2003 yılları arasında özürlülerin sosyal evlere bağımlılığı %44 oranında artmıştır. Bu oran zihinsel özürlülerde %77’dir.
Sosyal dışlanmanın en büyük etkeni olan ulaşımda ise; özürlünün özürlü olmayanlara göre 3 kat daha az seyahat etme oranı vardır. Ayrıca İngiltere genelinde seyahat araçlarının özürlülere uygunluk oranı %30’dur (Office For Disability Issues, 2006).
İngiltere’de ayrımcılıkla mücadele ekseninde bugüne gelinceye kadar çeşitli yasal ve politik düzenlemeler gerçekleşmiştir. Bunlardan en önemlisi 1995 yılında kabul edilen Özürlüler Ayrımcılık Yasası’dır. Daha sonra Özürlüler Ayrımcılık Yasası’nda değişiklik düzenlemeleri yapılmış ve özürlülere yönelik daha fazla koruma getirilmiştir. 2003 yılında ise, Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu kurulmuştur.
3.1. Özürlüler ayrımcılık yasası
Özürlülerin topluma katılımını sağlamayı amaçlayan ve onlara yönelik ayrımcılığa karşı İngiltere’deki ilk yasadır. İngiliz Parlamentosu’nda özürlü bireylere yönelik ayrımcılık karşıtı yasanın çıkarılmasına yönelik ilk girişim 1982 yılında başlatıldı. On üç başarısız girişimin ardından, 1995 yılında İngiltere Özürlüler Ayrımcılıkla Mücadele Yasası, İngiliz Parlamentosu tarafından kabul edildi (Barnes, C.& Oliver, 1995). Bu yasayla; işverenlerin, hizmet sağlayıcıların, ev sahiplerinin, okul, yüksekokul ve üniversitelerin yerine getirmeleri gereken bazı yükümlülüklerin konulması yoluyla özürlü bireylerin toplumsal yaşama katılma haklarını iyileştirmeye yönelik düzenlemeler yapıldı. Aralık 1995’te bazı ilgili konularda düzenlemeye gidilerek işverenlere yönelik bir yasa olarak ortaya konuldu. Bu yasadan özürlülerin kendisi, işverenler ve hizmet sunucuları ve ev sahipleri de etkilenecektir (Okur, 2001).
Bu yasaya göre; işverenler işe alma, eğitim, geliştirme ve işten çıkarma gibi konularda özürlülere yönelik ayrımcılık yapmayacaklardır. Ayrıca işe alınan özürlülere kolaylık sağlamak üzere işverenler, işyerlerinde gerekli düzenlemeleri yapacaklardır. Yasanın istihdamla ilgili bölümü 20’den az kişi istihdam eden yerleri kapsamamaktadır. Ancak bunlar da, olumlu uygulamaları için teşvik edilecektir. Yasa, silahlı kuvvetler, polis, cezaevi, itfaiye hizmetleri, gemicilik, hava ulaşımı gibi istihdam alanlarında uygulanmayacaktır.
İşverenlerin kendilerine karşı ayrımcılık yaptığını düşünen özürlüler, endüstri mahkemesine başvurabileceklerdir. Ayrıca, Uzlaştırma ve Hakem Hizmeti Kurulu’na şikayetçi olabilirler. Bu da mahkemeye başvurmaksızın çözümün sağlanabileceği anlamına gelmektedir. Bu yasa, herkese aynı standartta hizmet sağlanmasını hedeflemiştir. Ancak, özürlülerin ve diğerlerinin sağlığını ve güvenliğini tehdit eden durumlarda bazı ayrıcalıklar söz konusu olabilir. Bu ayrıcalıklar, müşterinin sözleşmede yazılanları anlamaması durumunda veya sağlanan hizmetler diğer müşterileri sunulacak hizmetlerden yoksun bırakması durumudur.
Mal ve hizmetlerde özürlülerin gereksinim duyduğu birtakım değişiklikler yapılacaktır. Gayrimenkulun veya mülkün satışı, kiralanmasında da ayrımcılık yasaktır. Ancak, gayrimenkulu satan kişiler buranın ulaşılabilir olmasını sağlamak zorunda değillerdir. Yasadaki diğer önlemler şunlardır:
• Ulaşımla ilgili olarak hükümet toplu taşımda asgari standart oluşturulacaktır,
• Yasa eğitim almak isteyen özürlünün gereksiniminin tanınmasını ve ailelere, öğrencilere daha fazla enformasyon sağlamayı zorunlu kılar,
• Okullar özürlü öğrenciler için yaptıkları düzenlemeleri onlara açıklamak zorundadırlar,
• İleri ve Yüksek Öğrenimi Destekleme Konseyi tarafından desteklenen kurumlar özürlülere sağlanan kolaylıklar hakkında bilgi içeren yayın yapmak zorundadırlar,
• Yerel eğitim otoriteleri, özürlülere yönelik ileri eğitim olanakları konusunda bilgi almak zorundadırlar.
3.2.1. Özürlüler Yasası’nda 2005 yılı değişiklikleri
2005 yılında, İngiltere Özürlüler Ayrımcılıkla Mücadele Yasası’nda bazı değişiklikler yapılmıştır. Ancak; yapılan bu değişiklikler yasanın 1995 modelinin dayandığı temel ilke veya yaklaşımlardan daha çok yasanın 1995 modelinde yer alan mevcut alanların genişletilmesi, güçlendirilmesi ve mevcut görevlere yeni görevlerin eklenmesi şeklinde olmuştur. Örneğin; yasanın 2005 modeli 1995 modeli yer alan özürlülük tanımını genişleterek, kanser, HIV, multiple sclerosis ve ruh sağlığı problemlerinin yol açtığı durumların kişinin gündelik yaşamını etkilemeye başladığı noktayı yasa güvencesi altına alınan nokta olarak kabul etmek yerine, söz konusu sağlık problemlerinin teşhis edilmesini yasa güvencesinin başladığı nokta olarak belirlemiştir.
Bir diğer değişiklik, 1995 modelinde ruh sağlığı bozukluklarının yol açtıkları rahatsızlıklar ancak “klinik açıdan genel kabul gören” rahatsızlıklar olduğunda bu tür rahatsızlıkları olan bireylerin söz konusu ayrımcılık yasasının güvencesi altına alınabileceğine işaret eden “klinik açıdan genel kabul görme” ibaresinin 2005 modeli ile birlikte kaldırılmasıdır.
2005 İngiltere Özürlüler Ayrımcılıkla Mücadele Yasası ile birlikte özürlü bireylere toplu taşım araçlarından yararlanmalarını kolaylaştırmaya, ulaşılabilirliklerini sağlamaya yönelik yeni haklar tanınmıştır. Bunun yanında yasa, daha önce değinildiği üzere kurumsal ayrımcılıkla mücadelede de kamu sektörüne önemli görevler vermekte olup, mahalli idarelerin birçok işlevini içerecek şekilde genişletilmiştir. Ancak, mevcut durum göz önüne alındığında mahalli idarelere verilen görevler konusunda (özürlü mahkumlara yönelik düzenlemeler, seçimlere katılım, kaldırımlar ve otoyolların ulaşılabilirliklerinin düzenlenmesi vb.) belirsizlik hüküm sürmektedir (Duygun, 2006).
3.2.2. Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu
Bu Komisyon Ekim 2003’te kurulmuştur. Komisyon’un amacı, eşitlik üzerinde çalışma yapan üç komisyonu bir araya getirmektir. Bunlar; Etnik Eşitlik Komisyonu, Özürlü Hakları Komisyonu, Eşit Fırsatlar Komisyonu’dur. Ayrıca işyerlerinde yaş, din, cinsiyete yönelik ayrımcılık yapanlara karşı yeni kanunlar çıkarmak için sorumluluk almıştır. Özellikle, Özürlü Hakları Komisyonu’nun kurulması İngiltere’de özürlü bireyler açısından olumlu büyük bir gelişmeyi temsil etmektedir. Söz konusu komisyon 1995 İngiltere Özürlüler Ayrımcılıkla Mücadele Yasası’nın icracı komisyonu olarak özürlü bireylere yönelik ayrımcılığı sonlandırmak ve fırsat eşitliğini sağlamak amacıyla Nisan 2000’de bağımsız bir komisyon olarak kurulmuştur.
Komisyon kendisine verilen bu görevleri, özürlü bireylerin sahip oldukları haklardan faydalanabilmelerini sağlamaya yönelik olarak özürlü bireylere, işverenlerine ve hizmet sağlayıcılara tavsiye ve bilgi vermek; ortaya çıkan problemlerin iş mahkemesine veya diğer mahkemelere gidilmeksizin çözülmesine yardımcı olmak, yasanın limitlerini test etmeye yönelik kanuni davaları desteklemek, özürlü bireyler için bağımsız özürlülük uzlaştırma hizmeti ve hizmet sağlayıcıları temin etmek, kanunu güçlendirmeye yönelik kampanyalar düzenlemek ve özürlülük konusunda araştırma ve yıllık faaliyet raporu düzenlemek gibi çeşitli aktivitelerle yerine getirmektedir (DRC, 2005). İngiltere’de alınan kararlar pek çok ülke için örnek teşkil etmektedir. Özellikle medya gücünün doğru kullanılması, bilgilendirme, koordinasyon yetisi son derece yüksektir. Bunlara rağmen, ayrımcılık yasağını hayata geçirme ve yaptırım gücü düşük bir mekanizma vardır.
4. Türkiye’de Özürlülere Yönelik Ayrımcılıkla Mücadele
Ülkemizde ayrımcılık olgusu yeni bir kavramdır ve daha çok özürlülüğün dışındaki ayrımcılık popülerdir. Ancak toplumumuzda özürlü ayrımcılığı, daha somut, gözle görünür ve günlük hayatta örneklerine çok rastlayabileceğimiz bir sorundur.
4.1. Mevcut durum
Günümüz Türkiye’sinde özürlüler aileden ve toplumdan daha az destek almakta ve hizmetlere (eğitim, kaynaştırma, rehabilitasyon hizmetleri vb.) ulaşmada daha fazla zorluk çekmektedirler. Ekonomik açıdan daha fazla bağımlı olan özürlü bireyler, eğitimlerinin sınırlı olması, mesleki eğitim hizmetlerinden yeterince yararlanamamaları, olumsuz bakış açısı gibi nedenlerle işverenlerce tercih edilmeyen ve fiziksel, seksüel, psikolojik şiddete ve istismara daha çok maruz kalan bir kesimi oluşturmaktadırlar (Osunluk, 2006).
Özürlüler, emek piyasasında deneme süresinden sonra işveren tarafından işten çıkarılabilmektedirler. Kota kurallarının ihlali için para cezası ödemek istemeyen işverenler “işe al ve işten çıkar” stratejisi uygulamaktadırlar. Bazen işverenler çalışanı işe gelmemeye veya erken emekli olmaya zorlamaktadırlar (Korkut, 2002).
Özürlü bireyler çoğunlukla mimari engeller nedeniyle toplumsal alanlara ulaşmada zorluklar yaşamaktadırlar. Yaşadıkları konutların çoğu özürlerine uygun değildir. Toplu taşım araçlarının büyük bölümü özürlülere uygun değildir. Eğitim ve öğretim özürlüler için ülkemizde öncelikli sayılmamaktadır. Gerekli özel destek güvencesi sağlayan engelsiz sistemlere ihtiyaç duyulmaktadır (Radtke, 2005).
4.2. Yasal açıdan durum
Ülkemizde özürlülerle ilgili mevzuata baktığımızda Cumhuriyet Dönemi’nde toplumun refahını ve insan değerini ön planda tutan bir düşüncenin varlığı ve sosyal hukuk devleti anlayışı içinde özürlülerin kanunlar karşısında tüm vatandaşlara tanınan kanunî hak ve görevlere sahip oldukları ifade edilmiş, çıkartılan çeşitli Anayasa ve yasalarda özürlüleri koruyucu hükümler yer almıştır. Özel yasalarla da özel eğitimleri, çalışma hayatına katılımları ve sosyal yardımlardan yararlanmaları güvence altına alınmıştır (Aytaç, 2000).
Ancak; Türk Hukuk Sistemi’nde doğrudan, dolaylı ayrımcılık veya taciz tanımlaması bulunmamaktadır. 1982 Anayasası’nın 10. maddesi eşit muamelenin temellerini ortaya koyar:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Anayasada her ne kadar “benzeri sebepler” ifadesi ortaya konmuş olsa da, “etnik köken”, “cinsel yönelim”, “yaş” ve “özürlülük” maddede açıkça ifade edilmemiştir.
2005 yılında kabul edilen, Yeni Türk Ceza Kanunu özürlülere dayalı ayrımcılığın suç olduğunu belirtmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarından eşitlik ve ayrımcılık konusunda iki ilke çıkarılabilir. Birincisi aynı koşullarda bulunan bireyler için aynı kuralların bağlayıcı olmasıdır. O halde, farklı koşullarda bulunan bireylere farklı muamele yapılabilir ve bu da yasaya aykırı olmayacaktır. İkinci olarak; yasa eğer haklı gerekçeler var ise, aynı koşullarda bulunan bireyler arasında ayrım yapabilir. Kamu yararı da bireyler arasında farklılıkları haklı kılan bir gerekçe olabilir.
4876 Sayılı İş Kanunu, 9 Ağustos 2002 tarihinde 4773 sayılı Kanunla kısmi olarak değiştirildi. Böylece, Türk İş Hukuku’nda ilk defa iş güvencesi konusunda bir hüküm kabul edildi. Böylece; “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz” denmektedir. Yine benzeri sebep unsuru muğlakta kalan bir ifadesi vardır ve özürlülerin ayrımcılığa uğramasına dair doğrudan bir atıf veya düzenlemede bulunmamıştır (Ünver, 2003).
01.07.2005 tarih ve 5378 sayılı “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un” 41. maddesi ile, Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesinin birinci fıkrasında geçen “dil, ırk, renk, cinsiyet,” ibaresinden sonra gelmek üzere “özürlülük” ibaresi eklenmiştir.
5378 sayılı yasa ile özürlülere yönelik politikaların temel esasının ayrımcılıkla mücadele olması hedeflenmiştir. Söz konusu “özürlülük” ibaresinin eklenmesi, Avrupa Birliği Komisyonu’nun ayrımcılık yapılamayacak konuların, hepsinin adının açıkça yazılmasının özellikle gerekli olduğunu belirtmesi açısından da önemlidir (Ergün, 2006).
Ek olarak, mevzuatımızda ayrımcılıkla ilgili hükümlerin yer aldığı kanunlar şunlardır: Siyasi Partiler Kanunu, Odalar Kanunu, Temel Eğitim Kanunu, Yüksek Öğretim Kanunu ve Radyo ve Televizyon Üst Kurumu Kanunu.
5. Sonuç
Ayırımcılık; bir kişi ya da gruba yaş, ırk, renk, etnik köken, cinsiyet ya da medeni durum, özürlülük; dini inanç, cinsel tercih veya diğer kişisel özellikler nedeniyle başka kişi ya da gruplara göre farklı davranılması sonucu oluşur. Ayrımcılık, işyerinde taciz ya da haksızlığa uğrama, bina ya da tesislere fiziksel erişimin engellenmesi, mal ve hizmetlerden yararlanmadan mahrum bırakılma, uygun barınma ya da konut bulmada zorlukları kapsayabilir.
Özürlülerin hayat mücadelesi diğer sosyal gruplara nazaran her asırda güç olmuştur. Bazı dönemlerde ve bilhassa katı ve ırkçı ideolojilerin pençesi altında idare edilen ülkelerde özellikle zihinsel özürlülere yaşama hakkı bile çok görülmüştür. Tarihte bunun ilk örneklerini İlk ve Ortaçağ’ın karanlıklarına gömülen skolastik ve geri kalmış Batı toplumlarının uygulamalarında görmek mümkündür.
Avrupa Birliği ayrımcılıkla mücadele yapısını oluşturma amacıyla ayrımcılığı somutlaştırmıştır. Bu çerçevede genel kabul görmüş ortak bir tanımlamaya gitmiştir. Buna göre ayrımcılık kavramını eşit muamele ilkesine dayandırmış ve dolaylı-doğrudan veya taciz nedeniyle bir kimseye ayrımcılık uygulanmasını isteyen bir talimat ayrımcılık olarak yorumlanmaktadır.
27 Kasım 2000 tarih ve 750 sayılı Konsey kararıyla 2001-2006 yılları arasında Avrupa Birliği ülkelerinde ayrımcılığın her türü ile mücadele etmek amacıyla bir program uygulanmasına karar verilmiştir. Bu çerçevede 2000/78 ve 2000/43 sayılı iki direktif çıkarılmıştır.
Avrupa Birliği’nde bazı ülkelerde ayrımcılık nedenleri farklıdır ve bu noktada ortak bir hedefin saptanması güçleşmektedir. Örnek olarak; Romanya’da ayrımcılık nedeni Çingeneler’e uygulanan ayrımcı uygulamalardır. Oysa İspanya’da ve Portekiz’de özürlülük temelli olabilmektedir.
Avrupa Birliği Ayrımcılıkla Mücadele Programı için ayrılan bütçe 100 milyon Euro’nun biraz üstünde ve 31 farklı Avrupa ülkesinde çalışılmaktadır. Bu kaynak açısından 31 ülkeyi hesaba katarsak yeterli bütçenin olmadığı söylenebilir. Bu kapsamda Türkiye’ye ayrımcılıkla mücadele için yılda 30.000 Euro ödenmektedir.
2000/78 Direktifi Madde 5’te belirtilen özürlülere makul yardım gerekliliğini birkaç ülke belirlenen süre zarfında tam katılım için düzenlemeleri yerine getirememektedir. Bu maddede belirtilen işyerlerinin özürlülerin fiziki ve diğer ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi üye olacak ülkeleri en çok zorlayacak noktadır.
Fransa’da 2005 Kasımı’nda patlak veren ırksal temelli ayrımcılık olayları, Avrupa Birliği’nin çekirdek ülkesinde dahi ayrımcılığın yaşanabileceğini gözler önüne sermiştir. Irksal ayrımcılığın özellikle istihdam ve eğitim alanında görüldüğü bu ülkede, yabancı kökenli göçmen nüfus üzerinde gerçekleşmektedir. Göçmen nüfusun ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesi, katma değeri düşük işlerde çalıştırılması ve sosyal güvenlikten yoksun olması sorunun temel noktalarıdır. Bu ayrımcılığın en son güvenlik alanında da patlak vermesi ve uygulama alanındaki boşluklar Avrupa’nın ayrımcılık konusunda daha fazla çalışması gerektiğini göstermiştir.
İngiltere mevzuat alanında çok ileri bir ülkedir. Çıkarılan İngiltere Özürlüler Ayrımcılık Yasası (DDA) pek çok Avrupa ülkesine ilham kaynağı olmuştur. Ayrımcılık kavramının, ileride daha büyük sorunlar yaratacağını bilen İngiliz hükümeti kağıt üzerinde iyi iş çıkarmış ve uygulamanın denetlenmesi amacıyla “eşitlik kurumu” oluşturmuştur. Ancak verilen cezaların yetersizliği ve yaptırım gücünü eksik yönlerdir. Uygulamda eksikleri olsa da, İngiltere sosyal politika alanında dünyada sayılı ve ayrımcılıkla mücadele konusunda da Avrupa’da lider diyebileceğimiz ülkedir.
Ülkemizde ayrımcılık, yeni bir kavramdır. Özürlülere yönelik, özellikle istihdam alanında ayrımcı uygulamalar mevcuttur. Diğer gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında pek çok farklı ve olumsuz uygulamalar sökonusudur. Somut örnekler olarak; çoğu Avrupa ülkesiyle karşılaştırıldığında ayrımcılık kanunun ve eşitlik kurumunun olmaması, ABD’de işe alım sırasında, kişilere fiziksel durumlarını veya herhangi bir özürünün sorulması ayrımcılık olarak algılanmakta ve bu durum yasaklanmaktadır.
2005 yılında kabul edilen Özürlüler Kanunu ve bazı yasalarda özürlülere yönelik ayrımcılık yasağı getirilmiştir. Ancak, Avrupa Birliği sürecinde bulunan Türkiye’nin ileriki dönemlerde gerçekleşecek mevzuat taramasında var olan sorunlar daha iyi görünecektir. Avrupa Birliği’nin Kopenhag Kriterleri çerçevesinde istediği ve temel haklar içinde yer alan Ayrımcılıkla Mücadele Planı Türkiye’yi sadece yasal zeminde değil hayata geçirme bakımında da oldukça zorlayacaktır.
Sorun sadece bir kurumun yoksun olması değil özellikle uygulama alanında yaşanacak eksiklerdir. Bu çerçevede yapılması gerekenler başlıklar halinde şunlar olmalıdır:
• Öncelikli olarak yasal zeminin sağlanması ve alt yapının tahsisi,
• Sadece ırksal ve cinsel temelli ayrımcılık değil çok boyutlu alanı kapsayacak mücadelenin ve yasaklamaların mevcudiyeti,
• İlgili kurumların görevlendirilmesi ve koordinasyonu,
• Eşitlik kurumunun ve komisyonlarının oluşturulması,
• Uygulama zorunluluğunun ve yaptırımların yaygınlaştırılması,
• Çeşitli sivil toplum örgütleri ve derneklerin desteğinin sağlanması,
• Toplumun bilgilendirilmesi ve toplumun tümüne nüfus edecek yönlendirmelerin gerçekleştirilmesi,
• Ayrımcılıkla ilgili istatistiksel verilerin ve bilgi portföyünün oluşumu,
• Avrupa Birliği kaynaklı konuya dair fonların etkili kullanımının sağlanması.
Kaynak:T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi - Özürlülük Araştırmaları ve İstatistik Dairesi Başkanlığı