"HEPSİ BENİM, PAYLAŞMAM !"
Çocuklar ve Paylaşım Duygusu
Bebek hareketlilik kazanıp annenin kucağından indiğinde, ‘anneden ayrı’ bir benlik kurmaya başlar artık. Emeklemeye ve yürümeye başlamakla birlikte kendini ve çevreyi daha iyi keşfetme fırsatını yakalar. Kendini keşfederken, kendini ve kendine ait olanları tanımlama ihtiyacı içindedir. “Ben” ve “benim” kelimeleri yavaş yavaş en sık kullandığı kelimeler olmaya başlar. Yürüme becerisinin gelişmesiyle birlikte, dünyayı keşfi kendi kontrolüne girer. Çevre, ulaşılacak noktalar ve incelenecek nesnelerle doludur. Geliştirmekte olduğu kontrol duygusunu nesnelere karşı da kullanmaya başlar. Açıkça kendine ait olan nesnelerin ötesine geçip, ulaşabildiği her nesneye “benim” demeye başlar. Bu dönem çocuklarının en temel bilişsel gelişim özelliği ben-merkezcil düşünmedir. Dünya hakkındaki kısıtlı bilgileri, yeni tanımlamaya başladıkları ”ben” çevresinde gelişmektedir çünkü.
Bu nedenlerle, 2-3 yaş anne-babalarının en yaygın şikayetleri arsındadır çocuklarının paylaşmayı bilmemesi. Nesneleri kontrol, çevreyi kontrol, tuvaletini kontrol gibi konular çocuğa bir yandan güç kazandırırken, bir yandan da kaybetme kaygısını yükler. Oyuncak arabasını oyun arkadaşıyla paylaşması söylendiğinde çocuk, arabayı verdiğinde geri alıp alamayacağını bile bilmemektedir. Dolayısıyla, arabası üzerindeki kontrolünü ve sahiplik duygusunu yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Doğal olarak tepkisi “HAYIR” olacaktır. Çocuğun paylaşmaya verdiği bu kaygılı ve öfkeli tepki bir yetişkine anlamsız görünebilir, ancak bu tepkinin, çocuğun doğal gelişimsel dönemine ait doğal bir tepki olduğunu hatırlamakta fayda vardır.
Paylaşma duygusu çocuğun doğuştan getirdiği bir özellik olmadığına göre, çocuk bunu sonradan kazanacaktır. Bunun için de, gerekli gelişimsel olgunluk seviyesine erişmesi önemlidir. Çocuğun paylaşmayı öğrenmesinin yolu, gözlem ve rehberlik olacaktır. Paylaşmayı öğretmek için çocuğu zorlamak, baştan kaybetmektir. Oyuncağını zorla almak, tehdit etmek, ceza vermek gibi yöntemler, çocuğun paylaşmaya olan öfkesini artırır sadece. Bu nedenle, çocuğa paylaşmayı öğretirken ilk adım, kontrolün onda olduğunu çocuğa hissettirmektir: “Şimdi birlikte resim yapacağız. Kalemlerinden hangisini arkadaşına vermek istersin? Mavi olanı mı, kırmızı olanı mı?” Bu ifadede çocuk, sahip olduğu nesneler üzerinde hala kontrolü olduğunu hisseder. Seçim yapma ve karar verme hakkına sahip olmak, paylaşma kavramının olumlu yüzünü gösterir çocuğa.
Çevredeki yetişkinleri paylaşım örnekleri sergilerken görmek de çocuk için önemlidir. Böylece çocuk, sahip olunan bir şey başkasına verildiğinde geri alınabildiğini, istediği zaman geri almaya hakkı olduğunu ve paylaşım sayesinde karşılıklı bir güven ve işbirliği kurulabildiğini görecektir. Çocukla oynanacak ‘alma-verme’ temalı bir oyun, yetişkin-çocuk arasında güvenilir bir ortamda paylaşmayı öğretmek için idealdir. İstenen oyuncağı verdiği zaman takdir, gülümseme, tebrik gibi olumlu pekiştireçlerle karşılaşan çocuk, hem davranışı ile ilgili geri bildirim almış olacak, hem de kendisine ait olan oyuncağın paylaşma sonrasında geri döndüğünü, onu kaybetmemiş olduğunu görecek ve paylaşma kavramının anlamını uygulamalı olarak görmüş olacaktır.
Paylaşma kavramı çocuğa öğretilirken, nasıl ve ne zaman paylaşması gerektiğini öğretmek de önemlidir. Kendisi için çok özel bir oyuncağı paylaşmak zorunda değildir. Yetişkin olarak hepimizin, başkalarıyla paylaşmak istemediğimiz, bizim için özel olan eşyalarımız vardır. Çocuklar için de durum aynıdır. Bu yüzden bu durum çocuğa anlatılabilir ve paylaşmayı kabul ettiği oyuncaklarla, paylaşmak istemediği oyuncaklar ayrı kutulara yerleştirilebilir. Eve misafir geldiğinde veya oyun parkına giderken, diğer çocuklarla yaşanacak sorunu baştan önlemek için çocuk, paylaşmayı kabul ettiği kutudan oyuncaklar seçebilir.
Paylaşım konusu bazen kardeşler arasındaki çatışmaların zeminini oluşturabilir. Küçük kardeşi ağlıyor diye elindeki oyuncağı vermek zorunda kalan çocuk, kendi haklarına kimsenin saygı duymadığı görecektir. Bu da kardeşe ve anne-babaya karşı öfkeye neden olabilir. Oyun, çocuklar için eğlenceden öte anlamlar taşır. Bu nedenle, oynarken sürekli bölünen, oyuncağını kardeşine vermek zorunda kalan çocuk, devamlı hayal kırıklığı ve öfke yaşayacak, yaptığı şeyin kimse tarafından önemsenmediğini, başkalarının duygularının hep, kendisininkinden daha önemli olduğunu hissedecektir. Ayrıca, sürekli bölünme beklentisi içine girip, bir işle derinlemesine meşgul olmanın, yoğun dikkat göstermenin gereksiz olduğunu da hissedip, kısa süreli ve sonuçsuz faaliyetlere yönelebilir. Tüm bunlardan sonra, başarı ve haz duygusunu alamadığı için çocuğun özgüveni ve benlik duygusu sürekli zedelenecektir.
Paylaşmanın farklı türleri vardır: oyuncağını oynaması için başka bir çocuğa vermek, kurabiyelerinden bir kısmını arkadaşlarına vermek veya bir çocuğu oyuna davet etmek gibi. Eğer çocuk henüz oyuncağını vermek konusunda hazır değilse, diğer paylaşım yollarını öğretmekle işe başlanabilir. Paylaşmayı öğrenmede çocuğa en çok yardımcı olanlar yine çocuklar olacaktır. Çocuk sosyalleşmeye başladıkça paylaşmanın, işbirliği kurmakta ve arkadaş edinmekteki önemini öğrenmeye başlar. Paylaşan çocuklar yaşıtları arasında tercih edilirken, paylaşmayanlar genellikle dışlanır ve yalnız kalır. Sosyalleşmeyle birlikte çocuklar, bu tür gözlemleri ve geri bildirimleri, kendi davranışlarını düzenlemede kullanabilir hale gelirler. Böylece normal gelişimsel bir dönem kriz haline gelmeden yaşanmış olunur. Çocuklar genellikle 5-6 yaşlarında paylaşmayı ve grup içinde işbirliği kurarak oynamayı öğrenmiş olurlar. İlkokul çağında hala paylaşmayı bilmeyen çocuk için, bir uzmana danışmakta fayda vardır.
Çiğdem BİLGEN
Uzman Klinik Psikolog
.ALINTIDIR.