Tubu arkadaşımızın serbest kürsü başlığında paylaştığı konuyu görünce aklıma bu makale geldi,paylaşmak istedim,psikolog bey güzel ifade etmiş,okuyunca bir an düşünüyorsunuz tespitlerini,çok haklı gerçekten,okumanızı tavsiye ederim...
ENGELLİLER HAYATI DAHA RAHAT YAŞAYABİLECEKLER Mİ?
Avrupa Birliği müktesebatı gereği yaklaşık iki yılı aşkın süredir yürürlükte olan 5378 sayılı Özürlüler Kanunumuz var. Sosyal devletin gereği olan engelli bireylerin haklarının korunması ve onların hayatlarının daha yaşanabilir bir hale getirilmesi konusunda temel bir adım atıldı iki yıl önce. Ancak öncelikle küçük bir terminolojik çevirme yapmaya niyetliyim. Kanunun özürlü olarak tanımladığı bireyi ben engelli olarak tanımlamak istiyorum. Bunun özel bir sebebi olmasa da engelli terimi daha uygun gelmekte bana.
Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından, bugüne kadar birçok ortamda ‘’etrafımızda ne kadar da engelli varmış’’ hayret bildiren ifadeyi daha çok duyar oldum. Bundan sonraki süreçte, daha çok hayatın içine dalabilen engelliler ile, özellikle de engelli aileleri belki yıllar süren gayretlerinin belki meyvelerini toplamaya başlayabilecekler. Eskiden eve hapsolmak (özellikle zihinsel engelliler) onların kaderiydi, şimdilerde sokakta yürürken daha çok karşılaşabiliyoruz. Engellinin sokakta yürüyüşünü yaratık görmüş edasıyla bakmaktan kendini alıkoyabilen normal insanlar olabilirsek bir gün, onlar da hayatlarını daha rahat sürdürebilme imkanına kavuşmuş olacaklar. Ne mutlu bir gün! Memleket nüfusunun yüzde 12,29 una tekabül eden sekiz buçuk milyon engelliden bahsediyor istatistikler. Yani yaklaşık yedi kişiden biri… Özürlüler kanunu ile fırsat eşitliği ve haklar konusunda önemli bir adım atıldığı söylenebilir. Burada engellilerin henüz maruz kaldığı sorunlardan, çok sayıda örnek de verilebilir. Ancak biraz aklıselim düşünme mecburiyetimiz var kanaatindeyim. Sürecin devam ettiğini ve bu konuda alınması gereken daha çok mesafe olduğunu ve bununla birlikte gelişmelerin umut verici olduğunu ifade edelim. Ayrıca bu yazıda engelli derken, toplumsal hayatın en arkasına geçerek saklanan zihinsel engellileri kastetmek istiyorum. Zekayı bu yazı için ‘uyum yapma kapasitesi’ olarak tanımlarsak, bedensel, işitsel ya da görsel kaybı olanlardan daha zor bir hayatı yaşayanlar varsa, oda zihinsel engellilerdir diye düşünüyorum.
Engelli olmak ne anlama gelir? Bu normal bireyler için verilmesi mümkün olmayan bir cevap gibi! Engelli olmanın belirgin bir psikolojik stratejisi olduğunu söylemek zor. Toplumsal bir kabul edebilirlik ya da uyumluluğu henüz arayamayabiliriz. Bu toplumun çekirdeğini oluşturan herhangi bir ailenin içinde büyüyen herhangi bir engelli için hayat henüz standartlara kavuşmadı. Hedeflenen standartlar tutturulur da, engellilerin topluma kazandırılması söz konusu olursa, o zaman engellilerin psikolojik profillerinin kendi normalleri içerisinde sürdürülebileceğini öngörebiliriz. Öncelikli olarak engelliye bakış açımızın temeline oturmuş gibi görünen ‘’acıma’’ duygusunu normal insanlar olarak üzerimizden atabilmeliyiz. Yani onların hastalıklı ya da bu hayatta şanssız bireyler olduklarını düşünmemiz, onların öğrenme kabiliyetlerini ve özgün davranış geliştirmelerini, ayrıca uyum stratejileri belirlemelerini gerçekten zorlaştırmaktadır.
‘’Acıma ve merhamet duygularımız’’ engellilerin hayata uyum sağlamalarını engellemektedir; gibi genel değerlendirme yapmak çok zorlama bir değerlendirme olmaz sanırım. Bu bağlamda onları gerçekten engelli olarak değerlendirsek, onların hayatın içine dalmasını, yaşamı gerçekten yaşamasını engellediğimizi hatırlamamız gerekebilir. Onlara tabiî ki normal birey muamelesi yapamayız. Tabiî ki yaşamın içinde olmalarını sağlamaya çalışmak adına kolaylıklar göstereceğiz. Ancak metaforik anlamda balık tutup vermeyi bırakıp, onlara nasıl balık tutulacağını öğretebilirsek ancak o zaman bir engellinin sosyal hayatta kalabilmesini sağlayabiliriz. Burada engel türlerinin birbirinden farklılığı ile ilgili bir eleştiri ile karşılaşma olasılığımız var. Ancak ben inanıyorum ki herhangi bir engelliye yaşamı nasıl yaşayabileceği öğretilebilir. Kimisine çok öğretilebilir. Kimisine az öğretilebilir. Bu da bir gerçek... Toplumsal alanda engelliye acımak yerine onların bizim gibi düşünebilen yaşayabilen bireyler olduğu ön kabulü ile onlara yaklaşma mecburiyetimiz var. Her ne kadar engel türlerindeki farklılıklar, böyle düşünmemize zorluk çıkarsa da…
Engelli bireyleri daha çok ön plana çıkarıyoruz doğal olarak ancak; onların arka taraflarındaki gerçek mağdurları (aslında kahramanları) görmezden gelemeyiz. Ailelerini! Engelli ailesinin yaşadığı dramatik tablo birçok kez görmezden gelinen, saklanan durum olagelmiştir. Çocuğunun bedensel ve zihinsel olarak problemli olması dolayısıyla, doğru dürüst bir tane bile komşuluk ilişkisi olmayan anneler tanımak zorunda kaldım. Ya da aile içi ilişkilerde travma derecesine varmış tahrip olmuş evlilik problemleri ile karşılaştım. Çocuğun durumu yüzünden suçlanan anne, engelli çocuk yüzünden parçalanan aileler var bu toplumun içinde. Hem de azımsanmayacak kadar çok. Burada suçlu ya da sorumlu aramak, tabiî ki duygusal davranmanın sonucu olabilir. Ancak çözüm bulmaz, bizim bu çok önemli toplumsal sorunumuza. Engelli ailelerinin ihtiyacı olan şey, engelli çocuğa sahip olmasından dolayı toplumsal alanda kabullenici bir yaklaşımın ya da bakış açısının gelişmesi. Acınarak bakılan bireyler olmaktan bıkmış onlar. Aslında birbirini tetikleyen süreçler var. Evden dışarı çıkarılmayan engelliye toplum ucube muamelesi yapıyor ister istemez. Hani kaza yapan araçları seyretmek ve incelemek için kilometrelerce kuyruk oluşturan sürücülerin zihniyeti ile bir tutuyorum bu zihniyeti. Yani merak! Toplum içine çıkarılmayan saklanan engelli, dışarı çıktığında merak uyandırıyor ister istemez. Örneğin bir gün gece saat on suları bir toplu taşıma aracı ile eve dönerken yolda onbeş yaşlarında, çok ağır zihinsel engelli bir genç ile babası ve annesi binmişti. Bütün otobüste bir an ilginç bir sessizlik oldu. Herkes gencin o ortamda daha önce görülmeyen davranışlar (bunu anormal davranış olarak değerlendirmek istemiyorum; çünkü normali yok) sergilemesini garipsemişti. Tabi anne ve baba bakışlardan oldukça rahatsız olmuş olacaklar ki, yüzlerinde oldukça gergin bir ifade vardı. Şimdi burada bir paradoks var. Ortada bakışlardan rahatsız olan bir aile ve hayatlarında ağır zihinsel engelli birey görmemiş bir topluluk! Acil olarak değiştirilmesi gereken şey ‘’bakış açısı’’ dır. Toplumun engelliye bakış açısı ile engelli ailesinin toplumsal hayatın içindeki yalnızlığı giderilerek, bir yazılı olmayan mutabakat yapma zorunluluğu vardır. Bilinçlilik ve normalleştirme bunun ön şartıdır. Engellilerin, hayatı gönüllerince yaşamanın tadına vardıkları günlerin gelmesi dileklerimle…
Mustafa BATIBAY
Psikolog