"Rousseau'da Çocuk Eğitimi"
Andaç Çuhadar
Jean-Jacques Rousseau’nun eğitime dair düşüncelerini anlattığı kitabı Emile, dört başlık halinde incelenecektir. Birinci bölüm, doğuştan ilk çocukluk çağının sonuna kadar olan dönem, ikinci bölüm çocukluğun ikinci devresi yani konuşan çocuk çağı, üçüncü bölüm ilk gençlik çağı, dördüncü bölüm buluğ çağıdır. Bundan sonraki bölümde daha çok karşı cins ile olan ilişkiler üzerinde durulduğundan
bu bölüm ele alınmamıştır. Bu bölümde Rousseau, öğrencisi Emile için eş olarak seçtiği Sophie adlı genç kızın özellikleri üzerinden, kadınların nasıl eğitilmesi gerektiğine dair bilgiler de vermektedir.
Birinci Bölüm: Doğuştan İlk Çocukluk Çağının Sonuna Kadar:
Rousseau “insan yavrusu zayıf doğar, yardıma ihtiyacı vardır”, demektedir. İhtiyacımız olan yardımı eğitimden alırız. Yaşamak için gereksinim duyduğumuz her şeyi bize eğitim verir. İnsan hiçbir şey bilmeyerek doğar; neyse ki öğrenmeye elverişlidir. Öğrenmek ömrümüzün sonuna dek gideceğimiz bir yola benzer. Bu yol olgunluğa giden yoldur ama asla sonu gelmez. Hiçbirimiz “Artık ben olgunlaştım” diyemeyiz.
Yaşadığımız sürece insanlar tarafından eğitiliriz ve bizi etkileyen olaylardan edindiğimiz tecrübeyle olgunlaşırız. Tecrübenin hayattaki rolüne oldukça önem veren Rousseau’ya göre, tecrübe dersten önce gelir. En çok yaşayan insan en çok yıl saymış olan değil, hayatı en çok hissetmiş olandır.
Çocukları, yeteneklerinin ortaya çıkması ve olmak istedikleri şeyi olmaları için serbest bırakmalıyız. Çocuğu üzüntüden uzak tutmak yerine ona hissetmeyi öğretmeliyiz. Onlar bir meslek sahibi olmadan önce insan olabilmeliler.
Bir çocuğu yetiştirmek konusunda en önemli görev anneye düşmektedir. Rousseau’da kadının ilk görevi çocuklarına bakmaktır. İlk öğretmen annedir. En çok anne, onun kadar olmasa da baba, evine bağlı insanlar olmalıdır. Babanın görevi, topluma uygar insanlar ve devlete iyi vatandaşlar yetiştirmektir. 18. yüzyıl Fransa’sında bazı zengin aileler parayla sütnine tutar, eğlenceye daha fazla zaman ayırmak için çocukları dadılarına bırakırlardı. Oysa Rousseau bu tutumu kıyasıya eleştirir. Zorunlu engeller dışında, çocuğu mutlaka anne emzirmelidir ve çocuğuyla herkesten önce kendisi ilgilenmelidir.
Yeryüzünde bir uygarlık oluşturma arzusundan yoksun olsaydık ve yavrularımızı doğdukları andan itibaren kendi hallerine bıraksaydık, yaşanacak bir hayattan da söz edemezdik. Eğer Yaratıcı bu sorumluluğu babalara yüklemiş olsaydı onlara da süt verirdi. O nedenle annelik babalıktan daha önce gelir. Ancak anneler babaların “babalık” yapmalarının da kendilerine bağlı olduğunu bilmelidirler. Hele bir kadınlar anne olsunlar, erkekler hemen baba ve koca olacaklardır. (Rousseau gibi 18. yüzyılda yaşamış olan düşünür, yazar ve kadın hakları savunucusu Mary Wollstonecraft, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiğini savunurken, çocuk yetiştirmenin erkeklerin askerlik yükümlülüğü gibi bir vatandaşlık sorumluluğu olduğunu, o nedenle de devletin bu hizmete bir karşılık ödemesi gerektiğini savunmuştur) Rousseau çocuklarına fazlasıyla kol kanat giren ailelere karşıdır. “Kimi anne-babalar yalnızca çocuklarını nasıl koruyabileceklerini düşünürler. Oysa onlara kendilerini nasıl koruyabileceklerini, hayal kırıklıkları ve felaketler karşısında nasıl ayakta durabileceklerini ve hayat karşısında nasıl güçlü olabileceklerini öğretmek gerekir. Çocuğu birazcık kendi haline bırakmak, abartılı bir ilgiyle onu boğmaktan kaçınmak gerekir. Çocuk istese de istemese de acıyla tanışacak ve bu deneyimler onu kuvvetlendirecektir. Örneğin, çocuklar hasta olmayı da bilmeliler. Bizi yoran ve bitkin düşüren sadece hastalığımız değil, hastalığa tahammül edemeyişimizdir. Bu nedenle sabırsız, endişeli ve korkak davranırız.”
Rousseau, çocuklarınız ağlayınca telaşlanmayın, der. Çünkü ağlayan çocuk kendisini kuşatan dünya ile iletişim kurmaya çalışmaktadır. Ağlamalar çocuğun sosyalleşme yolundaki ilk adımıdır.
Rousseau, annelere ve öğretmenlere şöyle seslenir: Çocuğu kurallar içinde boğmayın. Örneğin, yemeğini ne zaman yemek istiyorsa o zaman yesin. O mekanik bir aygıt değildir ki hayatı dakikalarla düzenlensin. Onun hayatı ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir.
Siz bebekliğinden itibaren çocuğunuzla nasıl konuşursanız o da sizinle öyle konuşacaktır. O nedenle çocuğunuzla bol bol konuşmanız iyi olur. Çocuğun yürümesini ve ilgisini çeken şeylere dokunmasını da teşvik etmek gerekir. Böylece kendisinden başka cisimlerin de var olduğunu öğrenir. Yürüyüp yoruldukça istediklerine ulaşmak için çaba sarf etmesi gerektiğinin farkına varır. Anne- babalar çocuklarının bir hizmetçisi olmaktan vazgeçmelidirler. Doğal olarak onlara yardım etmeli, gerek zeka gerek kuvvet bakımından maddi ve manevi ihtiyaçları giderilmeli, iyi bir eğitim vererek eksik yönlerini tamamlamaları sağlanmalıdır. Çocuklar ihtiyaç duydukları her an bizi yanlarında bulacaklarından emin olmalıdırlar. Fakat çocuklara yapılan yardımlar akılcı ve gerekli yardımlar olmalıdır. Yetişkinler gereksiz bir arzuya yol açacak davranışlardan kaçınmalıdırlar. Yani çocuklara gerçek anlamda özgürlük verip az hükmetmek, baskıcı ve aşırı korumacı olmaktan vazgeçip kendi kendilerine iş başarmalarına olanak vermek ve son olarak da başkalarına boyun eğen bir kişiliğe sahip olmalarını engellemek şarttır.
İkinci Bölüm: Çocukluğun İkinci Devresi: Konuşan Çocuk Çağı:
Rousseau, gözlemlerine dayanarak çocukluk çağının ilk devresine ağlamanın, ikincisine konuşmanın hâkim olduğunu söylemektedir. “Çocuklar konuşmaya başladıktan sonra daha az ağlarlar çünkü sözcüklerin gücünün farkına varmışlardır artık. Duygularını sözle anlatmaya çalışmak ağlamaktan daha eğlencelidir”. Çocuklar bu devrede eğer hala ağlamaya devam ediyorlarsa bu onların değil çevrelerinin hatasıdır. Yapay ağlamalar engellenmelidir. Kendi öğrencisi olarak hayal ettiği, kitabının kahramanı Emile’i bu duruma örnek veren Rousseau, ağlayan Emile’e uzak duracağını, ne zaman susarsa o zaman yanına gidip kendisiyle ilgileneceğini söylemektedir. Çocuklar işaret ve imaların kendi üzerlerinde oluşturduğu etkiye önem verir ve ona göre hükmederler. “Çocuk gerçekten ihtiyaç duyduğu için sizden bir şey istediyse hemen yardım edin fakat sırf ağladığı için isteklerini yaparsanız onu sürekli ağlamaya itmiş olursunuz.” Çocuğu sık sık reddetmemek gerektiğini düşünen Rousseau, “hayır” denildiğinde ise bu “hayır”dan asla dönmemek gerektiğini özenle vurgular. Bu davranışının dayanağını da şöyle açıklar. “Yerine getirmekte hiçbir sakınca görmediğiniz isteklerini onların yalvarıp yakarmalarını beklemeden yerine getirin, sakıncalı gördüğünüz için geri çevirdiğiniz talepler için kararınızdan asla dönmeyin. Bir gün evet dediğinize diğer gün hayır demeyin. Her şeyi çok kolay elde etmeye alışan zavallılar hiçbir sözü dinlemez, olanaksız şeyler isteyerek her tarafta muhalefet ve engelle karşılaşırlar. Hükmetme arzusu zaafla birleşince delilik ve sefalet doğar.”
İlk bebeklik döneminde özellikle annelere “çocuğunuza karşı aşırı koruyucu davranmayın” diyen Rousseau, öğrencisi Emile’i örnek vererek benzer durumdan bahseder.”Emile düşer de bir yerini incitirse soğukkanlı davranmam gerektiğini bilirim. Canı yanmıştır bir kere ve acısına katlanması gerekir. Benim telaşla yanına yaklaşmam onu daha çok korkutur ve heyecanlandırır. Çocuk kendisini mahvolmuş zanneder.” Rousseau’ya göre, koruyucu melek gibi her zaman yardıma hazır vaziyette yanında olmak çocuğu felaketlere karşı tahammülsüz hale getirir. Oysa çocuklar tek başlarına öğrenebileceklerini anne-babalarının ya da öğretmenlerinin yardımı olmadan öğrenmelidirler. Çocukların tam bir özgürlük içinde yaşaması gerekir. Rousseau, böyle çocukların kendilerini öldürdükleri ya da sakatladıkları hiç görülmemiştir, diyerek evhamlı anneleri rahatlatır. Annelerin, güvenlik uğruna çocuğu mahkum etmeye hakları yoktur. Çocukları kır havası soluyacakları yerlere götürün, der; her gün yüzlerce kez düşse de aldırmayın. Düşüp tekrar kalkmayı kendiliğinden öğrenir ve daima neşeli olur. Oysa Rousseau’ya göre neşeli olmak çocuklara çok görülmeektedir. Çocukların pek çoğu uslu durmaları için sürekli yetişkinler tarafından uyarılırlar. Gerçi daracık dış mekanlar ve eşyalarla dolu ev ortamı çocuğun doğal olarak oyun oynamasına da izin vermez. Çocuğunuzu özgürce koşup oynaması için kırlara götürün, der yazarımız. Çocukların zamanlarını hiçbir şey yapmadan özgürce geçirmelerinden endişe duymamak gerekir. Gün boyu oynasınlar varsın, oyun onları hayata hazırlar.
Rousseau, oyun oynamanın çocukluğun en doğal durumu olduğunu düşünür. Doğal yaşamı efsaneleştiren bir düşünür için çocuk da doğal durumundan yani oyun oynamaktan alıkonmamalıdır. Çocuklar yaratılışlarının gerektirdiği şekilde davranabilmeleri için serbest bırakılmalıdırlar. Ancak bazen hoş olmayan durumlarla da karşılaşılabilir. Eğer çocuklar uygun olmayan isteklerde bulunurlarsa önlerine maddi engeller çıkartmak doğru bir davranış olur. Yapmamaları gereken bir şeyi yaptıklarında onları bu hareketlerinden doğan olumsuzluk ile baş başa bırakabilirsiniz. Böylece hatalarını tekrarlamaktan kaçınacaklardır. Bu düşünce özellikle anneleri telaşlandırabilir. Örneğin
çocuğunuza merdivenden atlamamasını tembihlediğiniz halde atlamak istiyorsa, kendi haline bırakıp düşmesini mi izleyeceksiniz? Evet, doğrusu da budur Rousseau’ya göre. Bu bir derstir. İlk cesaret dersleri de çocuklukta alınır. Istırap çekmek onun ilk öğreneceği ve bilmeye en fazla ihtiyaç duyacağı şeydir. Çocuğu dünyaya gelen her insanın çektiği sıkıntılardan korumak, onu asıl varlığından uzaklaştırmak demektir.
Emile’de yazdığına göre, Rousseau’nun yaşadığı yıllarda (18. yüzyıl) doğan çocuklardan ancak yarısı yetişkinliğe dek yaşayabiliyordu. Rousseau çocuk ölümlerinin bu kadar fazla olmasından son derece etkilenmişe benzemektedir. Olaya bu açıdan bakınca, çocukların erişileceği kesin olmayan belirsiz bir gelecek için eğitilirken, çocukluk dönemlerini nasıl geçirdikleri ayrı bir önem kazanmaktadır. Abartılı bir ilgiyi içeren eğitim çocuğun neşe ve oyun çağını cezalar, tehditler ve esaret içinde geçirmesine neden olmaktadır. Rousseau, evet, der, diyeceksiniz ki, çocukluk kötü huyların düzeltildiği disiplin çağıdır; çocuklar bu çağda sıkı bir eğitime tabi tutulurlarsa yetişkin olduklarında rahat ederler. Ama bu usullerin onlara zarar vermeyeceğini kim temin edebilir? İnsanın tüm canlılar içinde onurlu bir yeri vardır. Çocuklar da bu onuru hak ederler. Ama yetişkini yetişkin, çocuğu çocuk olarak ele almalıyız.
“İnsanlar, iyi kalpli olunuz. Tüm insanları seviniz. Herkese karşı adaletli, insaniyetli ve hayırsever olunuz. Şefkat ve teselli gösteriniz. Başkalarını sevin ki sizi de sevsinler. Büyüklere saygı duyduğunuz kadar küçükleri de seviniz. Çocuklara hoşgörü ve şefkat ile bakınız. Yavrularınıza doğumlarından itibaren hayatın zevklerinden yararlanmayı sağlayın, bir gün gelir de Tanrı ruhlarını alırsa, hayatın zevklerini tatmadan ölüp gitmesinler. Çocuklar sevilmek ve yardım edilmek üzere yaratılmışlardır. Mutluluklar geçip gidicidir ve mutluluğun değeri insanın çektiği acıların azlığı ile ölçülmelidir. Eğer, hayatı kaybedebileceğimizden emin olmasaydık onu korumak için çaba harcamazdık.” Bunlar bir din adamının değil, Rousseau’nun kaleminden dökülenlerdir. Kurmak istediği, erdemli, ahlaki bir toplumsal yapı için önerileridir. Doğal yaşamdan uzaklaştığı ölçüde kötüleşen insan doğasını tekrar iyi olan ilk haline çevirebilmek için harcadığı çabanın bir ifadesidir.
Rousseau’ya göre, insana hayatta kalabilmeyi, kendini ve çevresini mutlu edebilmeyi, üreterek topluma faydalı olabilmeyi arzuları öğretir. Ancak arzularımızın bizi sefalete götürmesine engel olabilmeliyiz. İnsan bebeklik döneminde mutludur çünkü arzuları ve iktidarı denge halindedir. Yani elde etmesine yetecek kadar güce sahiptir. Eğer kuvvetimiz ihtiyaçlarımız karşısında yetersiz kalıyorsa zayıfız demektir. Bazen anne-babalar çocuklarının farkında olmadıkları ihtiyaçları onlar adına uydururlar. Bunun çocuklarını mutlu edeceklerini düşünürler. Çocuğun doğasında olan ihtiyaçlardan daha fazlasını üreten anne ve babanın kendi arzularını tatmin etme isteği, çocuğu anne-babanın arzularına esir eder. (Bu noktada Rousseau’nun uyarılarının günümüzde de geçerli olduğunu, bu kitaptan yaklaşık 250 yıl sonra da aynı cümlelerin geçerliliğini koruduğunu söylemek gerekiyor) Böyle bir soruna çözüm olarak Rousseau şunu önermektedir. “Çocukların arzularını, istedikleri için değil, ihtiyaç duydukları için yerine getirin.
Çocuk gelişimi uzmanı Jean Piaget’den yaklaşık 200 yıl önce yaşayan Rousseau, Piaget’nin kuramına benzer düşünceler ileri sürmüştür. Piaget’e göre çocuk 11 yaşından önce soyut kavramları anlayamaz, zihinsel işlemler yapamaz. Rousseau da yaklaşık 2 ile 12 yaş arasından bahsettiği bu dönemde çocuğun muhakemeyi yani iyi ile kötü arasındaki farkı ayırt etmeyi öğrenmeden ahlak ve sosyal ilişkiler hakkında fikir yürütemeyeceğini belirtmektedir. Bu çağlarda çocuğa soyut kavramları ifade eden kelimeler kullanmaktan kaçınılmalıdır. Çocuklarla fikir yürütemeyecekleri konular üzerinde konuşmak budalaca bir harekettir, der Rousseau. En büyük amacımız hem kendinin hem de çevresinin bilincinde olan çocuklar yetiştirmektir ama hazır olmadıkları bir çağda bunları öğretmek için baskı yapmak aksi sonuçlar doğurur. Onlar dokunabildikleri, görebildikleri tadına bakabildikleri nesnelerle dünyayı tanımaya çalışırlar. (Piaget bu dönemleri “işlem öncesi ve somut işlemler dönemleri” olarak adlandırmıştır) Yapılacak en iyi şeyin, çocukların keşif yapmalarına olanak sağlamak olduğunu öneren Rousseau, aksi takdirde bir tehlikenin varlığına da dikkati çeker. “Eğer yaşlarına uygun davranmazsak mevsimsiz meyveler yetiştirmiş oluruz ki bunlar ham ve tatsızdırlar. Hem yenmezler hem de bozulmakta gecikmezler. İhtiyar çocuklar yetiştirmenin gereği yoktur.” Şimdi olduğu gibi 1762’de de anneler çocuklarının hareketlerinin ve sözlerinin yaşıtlarından daha olgun olmasına seviniyor olmalılar ki, Rousseau “çocuk bir çocuk gibi davranmalı ve öyle yaşamalıdır” demek ihtiyacını hissetmiştir. Sınırları iyi belirlenmiş özgürlük, sağlıklı çocuklar yetiştirmekte oldukça önemlidir.
Çocukların ahlaki gelişimi konusunda oldukça hassas olan Rousseau, doğruluk, dürüstlük gibi değerlerin öğretimi üzerinde de durmuştur. Ancak yukarıda belirtildiği gibi, değerlerin öğretimi soyut biçimde yapılmamalıdır. “Çocuklarınızın size karşı dürüst davranmasını istiyorsanız siz de onlara dürüst davranın ve şeffaf bir iletişimi benimseyin. Onlara ağır görevler vermeyin ki size yalan söylemesinler. Çocuğunuzun zararlı girişimlerini engellerken onun anlamayacağı şekilde uzun uzun açıklamalarda bulunmayın. Eğer çocukla sağlıklı bir iletişim kurarsanız, yaptığı itiraflardan dolayı zarar görmeyeceğini bildiği için yaptıklarını açıkça söylemekten çekinmez. Çocukların sözlerinde durmalarını istiyorsanız onları sık sık söz vermek zorunda bırakmayın.”
Çocuğun terbiyesinde rekabet, kıskançlık, arzu, heves, gurur, açgözlülük, korku gibi çocuğun ruhunu bozguna uğratacak tehlikeli yöntemler kullanılmaması gerektiğinin de altını çizer, Rousseau.Piaget’den sonra “Öğrenme Kuramları” konusunda öğretisinden çokça yararlanılan bir eğitimcinin düşüncelerine daha Rousseau’da rastlamaktayız: Bandura. “Çocuğunuz söylediklerinizi değil, yaptıklarınızı örnek alır. Güzel davranışları sizde görmesini sağlayın.”diyen Rousseau, sanki çağlar sonrasında kitaplara bir öğrenme kuramı olarak geçecek olan “Sosyal Öğrenme”yi açıklamaktadır. Bir çocuğa en iyi örnek mutlu bir yuvadır, der. Eğer çocuklarınızın iyi ahlaklı olmasını istiyorsanız, mutlu olacağınız biriyle evlenin ve çocuklarınız anne-babalarını örnek alarak yetişsinler.
Evet, çocuk taklit eder. Bu durum yalnızca ahlaki konular için geçerli değildir. Rousseau, çocuğa doğayı sevdirmek, doğayla haşır neşir olmasını sağlamak için de bu ipucundan yararlanır.
Çocuğa bir bahçıvanı izletir ve sonra aynı işi yapmayı çocuğun kendisine bırakır. Suladığı fidanların büyüdüğünü görüp mutlu olsun ve zaman ve emek harcayarak kazanmanın ne olduğunu anlasın diye. Çünkü toprağa sahip olmak ancak ona kendi varlığınızdan bir şeyler kattığınızda mümkündür. (Rousseau’nun bu konudaki düşüncesi İngiliz düşünür J.Locke’u anımsatmaktadır. Mülkiyet hakkının kutsallığını Locke, toprağın tanrı tarafından verilmesi dolayısıyla kutsal olduğunu, insanın da onu işleyerek, emeğini katarak kendisinin haline getirdiğini, bu nedenle mülkiyetin de kutsal sayılması gerektiğini söyleyerek açıklamaktadır. Ancak Rousseau’nun aslında özel mülkiyeti, eşitsizliğin kaynağı olarak görüp eleştirdiğini biliyoruz. Büyük olasılıkla 19. yüzyılın ütopik sosyalistleri gibi, kimseyi sömürmeden işletilen mülkiyeti haklı görmektedir.)
Rousseau’ya göre, çocuğun en önemli çağı doğuştan on iki yaşına kadar olan zamandır. Bu zamanda bütün hata ve kötü huylar filizlenir ki onları yok etmek de pek mümkün değildir. Öğretmenler ve anne-babalar bu yaşlarda çocuklara anlayışlı davranmalı ve yargılayıcı olmaktan kaçınmalıdırlar.
Özellikle 20. yüzyılın eğitimde parlayan yıldızı olan “çoklu zeka” Rousseu’nun da dikkatini çekmiştir. Her çocuğun daha çok başarılı olduğu bir alan mutlaka vardır. Matematikte başarılı olmayan çocuk sanatta, ifade gücü düşük olan bir çocuk doğa ile ilişkilerinde başarılı olabilir. Eğer çocuğunuzu sabır ve özenle gözlemlerseniz, onun kendine özgü bir zekaya sahip olduğunu anlama olanağı bulursunuz. Bu şekilde çocuğunuzun karakterine uygun olan eğitim yöntemini de teşhis edebilirsiniz. Çocuğa saygı duyun ve onun hakkında iyi ya da kötü bir yargıya varmakta acele etmeyin. Kararınızı vermeden önce karakterini, yeteneklerini, kısaca bütün özelliklerini tanımaya çalışın ve bunların ışığında bir terbiye uygulayın. Matematik derslerini çocuklara öğretilebilir hale getiremiyorsak bu bizim hatamız. Çocukların öğrenme yöntemi ile yetişkinlerinki farklı, biz bunu bilmiyoruz. Biz muhakeme gücümüzü kullanırken çocuklar gözlem yapar ve incelerler. Eğer çocuklarınız hiçbir şey yapamıyorsa, bu onlara bir şey yaptıramamanızdan kaynaklanır. Çünkü onlar yapılabilecek her şeyi yapmalıdırlar. Onlar kendilerine yetecek kadar hünerli, kuvvetli ve çeviktirler. Unutmayın Mozart yedi yaşında beste yapıyordu. Çocuklara gereken bilgileri verirken zorlamadan, tıpkı bir oyun oynuyormuş gibi hareket etmek gerekir. Rousseau, kendi çağının otoriter eğitim anlayışına, çocuğun doğasına duyduğu saygıdan hareketle karşı çıkmaktadır.
Kendisini Emile’in öğretmenliğine atayan Rousseau, öğretmenlerin sahip olmaları gereken nitelikler üzerinde uzunca düşünmüştür. Bir insanı kendisi için eğitmek ile başkaları için eğitmek birbirinden farklıdır. Birinde “insan” diğerinde “vatandaş” oluşturursunuz. Öğretmenler çoğu zaman her iki işi birden yaparlar. Öğretmen önemlidir çünkü bir insanı “adam” etmeyi ele almadan önce, bu işi üzerine alan kişinin “adam” olması şarttır. Öğretmenin en önemli donanımı insanı tanımak olmalıdır. Öğretmen ders vermeden idare etmeli, hiçbir şey yapmadan her şeyi yapmalıdır. Sürekli emirler yağdırarak, kurallar koyarak öğrencilerinizi idare edemezsiniz. Öğrenci sizi sevmez. Öğrenci sizi severse, güven duyarsa, özgürlüğünü kısıtlamayacağınıza inanırsa onu istediğiniz gibi yönlendirebilirsiniz. Çocuk size itaat ederken “itaat ettiğinin” farkında olmamalı. Aynı şekilde sizin de ona hükmettiğinizi sezmemelidir.
Rousseau, öğretmenlerin karakterleri ile ilgili olarak yetişkinleri uyarmaktadır. Çünkü çocuğun karakter yapısından hiç anlamayan bir eğitimcinin elinde yetişen çocuk bilgiyle dolu olur ama duygudan mahrumdur. “Çocuklarınızın bakımını ya da terbiyesini üstlenmiş kişilerin onlara hırs, sabırsızlık ve hiddet gibi tehlikeli alışkanlıklar vermediklerinden emin olmalısınız.” Saldırgan bir kişilik yapısının karşısında olan Rousseau, öğretmenlere çocukları sıkça kırlara götürmelerini önerir. Doğal hayat üzerine daha önceki eserlerinde de çokça yazmış olan düşünür, kent havasının insanları saldırgan yaptığı düşüncesindedir. Çocuklar, kalabalık yerlerde bitişik yaşamaktansa ekilip biçilen topraklar üzerinde dağınık yaşamalıdırlar. Rousseau’nun görüşlerine katılan Montaigne, “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözünü anımsatırcasına “Ruhu sağlamlaştırmak için önce adaleleri kuvvetlendiriniz, Bunun için de çocukların bolca idman yapması gerekli” demiştir.
Ancak çocuğun ilk öğretmenleri de anne-babadır. Onların da öncelikle kendilerini yetiştirmiş olması gerekir. İlk kural da çocuklarına kendilerini sevdirebilmiş olmalarıdır. Sevgi olmadan eğitim olmaz. Daha önce daha çok annelere öğütler veren Rousseau, burada babalara da seslenir. Babalar, çocuklarınızla arkadaş olun, kardeş olun. O zaman onlar da size tam bir evlat olurlar. Rousseau, öğrencilerine ne kadar çok bilgi öğretirse o kadar iyi öğretmen olacaklarını düşünen öğretmenleri eleştirir. “Ben çocuklara zahmetli bir sanat öğretiyorum: Cahil olmak sanatı. Siz çocuğunuzun beynini erkenden bilgiyle dolduruyorsunuz, ben ise bu bilgileri elde edeceği aletleri hazırlamakla meşgul oluyor ve bunları nasıl kullanacağını öğretiyorum.” (Günümüzde de aynı cümlelerin alkışlanması ama bir türlü gerçekleşmemesi acı bir durum.)
Rousseau’nun çocukları köyde, kırda yetiştirmek istemesinin nedenlerinden bir diğeri onları kentlerin bozulmuş manevi havasından uzak tutmaktır. Bir öğretmenin çocukları köyde eğitmesi çok daha kolaydır çünkü orada gereksiz, kafa karıştırıcı şeyler yoktur, doğallık ve sadelik hâkimdir. Doğa ile baş başa yaşamak bizleri daha iyi insanlar yapar, der Rousseau. Başkasına zarar vermemek prensibi toplum içinde yaşamanın kurallarına uymayı gerektirir. Bu da oldukça zordur. Eğer toplum içinde değil de yalnız yaşıyorsak tabi ki kimseye zararımız da olmaz. O yüzden ancak yalnız olan iyidir.
Başkalarına zararlı olmak mekanizması sadece cemiyet içinde işliyorken, yalnız bir insan kime kötülük yapabilir ki!
Öğretmenlere tavsiyeler devam etmektedir. Ders çok faydalı bile olsa, çocuğun onu anlamaya hazır olmadığını ve yanlış çıkarımlarda bulunabileceğini düşünüyorsanız o dersi sonraya erteleyin. (Bu gün de “hazır bulunuşluk” öğrenmenin temelini oluşturmaktadır)Ayrıca derslerinizi nutuktan çok güzel işlerle bezeyin. Çocuklara okumayı öğretmenin yolu onlarda okumayı öğrenme arzusu uyandırmakla mümkündür. Çocuğun bir konuya ilgi duymasını sağlarsanız amaca varabilirsiniz.
Öğretmenler; Eğitimin ana ilkelerinden olan soğukkanlı ve ölçülü davranmayı bir an için bile olsa bırakmak zorunda kalırsanız, sakın bu kusurunuzu çocuktan gizlemeyin; yalnızca şefkatli bir sesle uyarın ve ona “Yavrum bana sıkıntı verdin” deyin. Çünkü çocuğa hakim olabilmek için önce kendinize hakim olabilmeniz gerekir. Soğukkanlılığınız öyle olsun ki, çocuğu hatalı davranışlar içinde gördüğünüzde onu o ortamdan sakince uzaklaştırın; ne gülün ne de azarlayın.
Rousseau, çocukların sahip oldukları haklar konusunda da çağının ötesinde bir öngörüye sahiptir. Öğretmenler çocukların hakları olduğunu bilmeli ve onlara da bu bilgiyi, bilinci vermelidirler. Bugünkü terbiyenin en esaslı hatalarından birisi çocuğa devamlı görevlerinden bahsetmek ama haklarının ne olduğunu açıklamamaktır. Oysa çocukların önce haklarını öğrenmesi daha doğaldır, der Rousseau.
Ahlaki eğitim konusunda Rousseau bazen “davranışçı kuram”a uygun düşünmektedir. “Eşyasına zarar veren çocuğa hemen yenisini almayın ki yoksunluğun ne olduğunu bilsin. Cezayı yapılan kötü hareketin hemen sonrasında verin ki bunun doğal bir sonuç olduğunu düşünsün. Böylece anlayışı gelişir.” Davranışın yerleşmesi için cezayı bir araç olarak gören Rousseau, yine de davranışçılardan daha sevecendir. Çünkü onun için önemli olan cezanın kendisi değildir. Cezayı bir öğretme aracı olarak görmez. O’na göre, önemli olan cezayı vermek değil çocuğu neden o cezayı aldığı konusunda düşündürmektir. Çocuk nedeni anladığında hatasını kabullenir ve bundan suçluluk duyar. Vicdan böyle gelişir. Aslında çocuklara kötülükleri veren de onları yasaklayan da bizleriz. Çocuğu dinden soğutmak istiyorsanız, onu bıkıp usanıncaya kadar kiliseye götürün, dua etmesi için zorlayın. Çocuk yetişkin olduğunda bir daha kilisenin yakınından geçmeyecektir. Merhamet göstermek için bile olsa çocuğunuzu zorlamayın. (Rousseau, şimdi bize oldukça mantıklı gelen bu sözleri dolayısı ile çağında çok büyük eleştirilere uğramıştır). Locke diyor ki; “Çocuklar o hale getirilmelidir ki, ne kadar cömertlik yaparlarsa karşılığını o kadar alacaklarından emin olsunlar. Çocuklar karşılığını almak sureti ile cömert olma alışkanlığını kazanırlar.” Rousseau, Locke’a şiddetle karşı çıkar. Çocuklar verdiklerinin karşılığını almadıkları zaman ne olacaktır? Cömertlik alışkanlığına yol mu görünecektir? Önemli olan el alışkanlığı değil, ruh alışkanlığıdır. Bu konuda da –yine- örnek olabilmek önemlidir.
Rousseau’nun şu sözlerini 2004 yılındaki bir gazetenin köşe yazarının kaleminden okusaydınız herhalde hiç şaşırmazdınız. “On yaşındaki bir çocuk, iki sene coğrafya dersi gördükten sonra kendisine gösterilen teorik yöntemle Paris’ten çıkıp da başka bir yere kendi başına gidemez. Hatta babasının geniş bahçesindeki sapa yolları bile kaybolmadan izleyemez. Demek ki, çocuğa bilgi ezberletmek boşunadır. Hele tarih dersi vermek külliyen yanlıştır. Çünkü çocuklar o bilgileri yalnızca ezberler, nedenini bilemezler.” O çocuğun iki yüz elli yıl sonra daha da derin bilgiler öğrendiğini ama hala yol bulmakta zorlandığını bilmek, üzüntü verici.
Rousseau yalnızca bunlarla yetinmemiş, çocukların giyiminden ne yediklerine, uyku sürelerine dek onlar için düşünmüştür. Tüm bu ayrıntıların, bir çocuk yetiştirmenin bu denli titizlikle ele alınmasının nedeni çocukların yarının yetişkinleri olmasından kaynaklanmaktadır. Rousseau’nun eleştirdiği, hatta “keşke hiç olmasaydı da, ilkel çağlardaki halimizle kalsaydık” dedirtecek kadar onu kızdıran bu toplum yapısından kurtulmak ancak farklı zihniyetteki insanların oluşturacağı yeni bir toplum tasarımı ile mümkündür. Bu nedenle de çocuklar Rousseau’nun titiz öğretmenlik öğütleriyle yetiştirilmeli, deyim yerindeyse gerekirse iğneyle kuyu kazılmalıdır. Sonuçta varacağımız hedef özgür, eşit, mutlu, ruh ve beden sağlığı yerinde insanların dünyasıdır. Yüce bir amaçtır bu ve hiçbir ayrıntı atlanmamalıdır. Bu nedendendir ki Rousseau şunu demektedir. “Çocuğu terbiye ederken, zamandan kazanmak için önce zaman kaybetmek gerekir.”
Şimdi Rousseau’nun giyim, uyku, yemek konularındaki düşüncelerini görelim. Rousseau’ya göre, çocukların giyimi önemlidir. Onların hareketli olmalarını engelleyen, dar ve sıkı hiçbir şey olmamalıdır üzerlerinde. Giysiler ter emen ve hava alan sağlıklı kumaşlardan seçilmelidir. Yaşlarına
uygun giysiler giydirilerek erken olgunlaşmalarına izin verilmemelidir. Süslü ve gösterişli giysilerden uzak durulmalı, insanların giysilerinin değeri ile ölçülmesi düşüncesi uyandırılmamalıdır. Yaz kış, gece ve gündüz başları açık olmalıdır ki her hava koşuluna karşı dirençli olabilsinler. Çocukların her türlü hava koşulunu tanımaları gerekir. O nedenle farklı hava koşullarına maruz bırakılmalıdırlar.
Çocukların uykuya ihtiyaçları vardır. Aslında en doğrusu, güneşin doğuşu ile kalkıp, güneş battığında da uyumaktır. Ancak uygarlık bizi doğallıktan uzaklaştırdı. Artık vücudumuzun sesini duyamıyoruz. Çocuğun uyku zamanı düzenli olmalıdır. Ama çocuk uyku saati geldiğinde her nerede olursa olsun uyuyabilmelidir.
Yemekler besleyici ve sade olmalıdır. Fazla çeşit çocuğu bıkkınlığa düşürür. Hafif ama yararlı gıdalar tercih edilmelidir. Çok et yiyenler az yiyenlere göre daha saldırgan ve zalim olurlar. Rousseau, cesur çocuklar yetiştirmek arzusundadır. Çocuğun güçlükleri ve tehlikeleri tanıyabilmesi için beş duyusunu geliştirmek gerektiğine inanır. Bir çocuk büyüklere göre kuvvet ve muhakeme yönünden zayıf olabilir ama beş duyusunu tıpkı bir yetişkin gibi kullanabilir. Üstelik beş duyumuzu kullanarak daha önce hiç yapmadığımız şeyleri yapmak, örneğin gece karanlığında hiç görmeden yol-yön bulmaya çalışmak, beynin hiç çalıştırmadığımız bölümlerini uyandırıverir.
Çocuğun resim yapmasını doğru bulan Rousseau, bunun için bir resim öğretmenine gerek olmadığını düşünür. Çünkü doğanın kendisi öğretmen, etraftaki bütün nesneler de modellerdir. Çocukların eşyaların büyüklüğünü doğru olarak tespit edebilmeleri için şekilleri taklit etmeleri gerekir.
Bir evi bir eve, bir ağacı bir ağaca, bir kediyi bir kediye bakarak çizmeli ki resimler gerçeğe yakın olsun. (Rousseau gerçeküstücüleri tanımadığı için şanslı olmalı, diye eklemek gerekiyor). Rousseau, üzerinde hayatın yorgunluğunu hissettiği zamanlarda yazdığı Emile’de bu ruh halini hissettirmektedir. Çocuk tamamen gelecekteki güzel günler için koşullandırılmış olmamalı, yaşadığı anı da sahiplenmeli ve içinde bulunduğu zamana ilgi duymalıdır. Bir çocuk görmek insana coşku verir oysa o çocuğun önce orta yaşa sonra da yaşlılığa gideceğini düşünmek insanı karamsarlaştırır. Ölümü hayal etmek her şeyi soğutur. Oysa 12 yaşındaki çocuk bu haliyle güneşli bir gün gibidir.
Kendi hayalinde yetiştirdiği Emile’inin özelliklerini gizli bir kıvanç ile sayarak bu bölümü bitirir Rousseau. Emile’in yaşı itibarı ile düşünceleri sınırlıdır ama berraktır. Ezberden bir şey bilmez ama deneyim ile pek çok şey öğrenmiştir. O yaşta pek kitap okumamış olsa da doğanın kitabını okumayı öğrenmiştir. Emile, onu yetiştiren öğretmeni dolayısı ile insan olmanın iyilik yapmayı ve cömert davranmayı gerektirdiğini bilir. (Bunu da okulda ders görmeden öğrenmiştir) Özgürlüğe alışkındır, o nedenle de sınırlarını zorlamaz ve ne kadar özgür olduğunu denemeyi düşünmez. (Oysa özgürlükten yoksun tutulanlar, biraz özgürlük verince hemen çılgınca şeyler yapmak isterler. O nedenle insanları özgür yaşamaya, bunu kanıksamaya alıştırmak gereklidir) Emile, amacına ulaşmak için en uygun araçları seçer ve başaracağından emin olmadan harekete geçmez. Açık sözlü ve muhakemelidir. Etrafına aptalca sorular sormaz. Hakkında bilgi sahibi olmak istediği nesneleri önce kendisi inceler, yorulur ve ancak ondan sonra büyüklere soru sorar. Kendisini kolaya alıştırmadığı için zorluklarla karşılaştığında soğukkanlı duru ve kolayca çözüm yolları bulur. Oysa bin bir nazla büyütülen çocukların hiç biri onun kadar becerikli ve kuvvetli değildir.
Üçüncü Bölüm: İlk Gençlik Çağı
İlk gençlik dönemi insanın duygusal fırtınalara açık olduğu yaşlardır. Rousseau, “insanın zaafı nereden doğar?” diye düşünür. Yanıtı hazırdır: Kuvvet ve arzuları arasındaki dengesizlikten. Bizi zayıf bir hale sokan ihtiraslarımızdır ve bize verilen güçle bunları tatmin etmek çok zordur. O zaman çocuğu büyütürken onu gücünün farkına varmasını sağlayacak şekilde eğitmek ve arzularını gücüne göre oranlamasını öğretmek zorundayız.
Çocuğa nelerin öğretilmesi gerektiği konusunda oldukça titiz düşünen Rousseau bu konuda hem faydacı hem de otoriterdir. Öğretilecek bilgileri seçmek ve bu bilgilerin hangi zamanlarda öğretileceğine de iyi karar vermek gerekir. Çocuğa her faydalı bilgiyi de öğretmek gerekmez.
Öncelikle bazı bilgilerin idrak edilebilmesi için yeterince olgunlaşmış bir zihne, hayat tecrübesine ihtiyaç vardır. Çocuk bilgileri kendi çağında kullanmayacaksa, hatta yanlış düşünmesine neden olacaksa öğrenmesine gerek yoktur. Çocuğa faydalı ve yaşına uygun her şeyi öğretmeye gayret edin ancak çocuğun bir yetişkinin bilmesi gerekenlere sahip olmasında hiçbir fayda yoktur.
Zamanının ütopyacı geleneğinden etkilenen Rousseau, düşüncelerine dayanak olarak Daniel Dafoe’nun ünlü kahramanı Robinson’dan yararlanır. Kitaplarıyla birlikte ıssız bir adaya düşen ve hayatının geri kalan kısmında hiç kimseyle ilişki kuramayacağına inanan bir filozof kitap okumaya devam eder mi sizce? Rousseau’ya göre, adayı keşfe çıkar, barınacağı bir yer ve yiyecek telaşına düşer. Bu nedenle de varlığımızın gerçek ihtiyaçlarını bir kenara koyarak hiçbir zaman işimize yaramayacak olanların peşinden koşmamak gerekir. Robinson Crusoe adasında yapayalnız, kendi türünün yardımlarından ve her türlü sanat aletlerinden mahrum olduğu halde karnını doyurabilmiş, barınak inşa edebilmiştir. Hatta kendisi için rahat bir hayat kurduğu bile söylenebilir. Bu çocuklar için hoş bir öyküdür. Sağlıklı düşünebilmek için herkesten soyutlanmış bir insanın yerine geçmek ve onun her şeyi kendi faydası için yapışını ve yapay ihtiyaçlardan uzak duruşunu taklit etmek gerekebilir. Doğaya dönük yaşama isteğinin bir uzantısı olarak Rousseau, yaparak ve yaşayarak öğrenmenin zorunluluğuna inanmaktadır. O’na göre, hayatı okumayı bilmeyen kitap okumayı bilemez, olaylardan ders çıkarmayı bilmeyen edindiği bilgileri kullanamaz. Çocukları okumaya teşvik ettiğimiz kadar, edindiği bilgileri hayata geçirmesini de teşvik etmeliyiz. Çocuğu üstesinden gelebileceği sorunlarla baş başa bırakın ve çözüm yolunu kendisinin bulmasına olanak tanıyın. (Bu gün “yapıcı öğrenme” kuramı da aynı şeyi söylüyor)Coğrafya dersini sınıfta haritalarla işlemek yerine aslını gösterin ve onlarla gezilere çıkın. Bir şeyi tarif etmek, ancak gösterilmesi olanaksız hallerde işe yarar.
Çocukla çocuk olmak gerekir. Bir şey öğretileceğinde, çocukların bizim gibi düşünmelerini istemek yerine, biz onlar gibi düşünmeliyiz. Çocuk coğrafya öğrenirken ilk önce evini, mahallesini, sonra kentini, ülkesini, sonra da komşu ülkeleri ve kıtasını öğrenmiş olmalıdır. (Rousseau’nun bu düşüncelerinin eğitim programlarında kullanıldığını belirtmek gerekir. “Yakından uzağa” denilen bu özellik günümüz Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler müfredatında aynen bu biçimde uygulanmaktadır). Rousseau, kitabının bu bölümünde doğrudan okuyucusuna seslenerek onların dikkatini çekmek ister.
“Okuyucularım, bilmelisiniz ki, benim eğitim anlayışım çocuklara çok şey öğretmek üzerine kurulu değildir. Çocukların kafasına ancak açık ve doğru fikirlerin girmesine izin verilmeli, eğer zihinleri yanlış şeylerle dolacaksa bir şey öğrenmemeleri tercih edilmelidir. Çocuğun aldanmamasını, yaptığı hatalardan ders almasını ve gerçekleri öğrenmelerini isterim. Yalnızca bilgiye saplanırsanız, dipsiz, sahilsiz ve kayalarla dolu bir denize girmiş olursunuz. Oradan da asla kendinizi kurtaramazsınız. Çocuklara bilimi öğretmek değil, sevdirecek hazlar vermek, bu iyice sağlandıktan sonra da öğrenme yöntemlerini göstermek gerekir. Her iyi ve faydalı terbiyenin esas prensibi kesinlikle budur.” Böylece Rousseau, seçilecek bilginin ve seçilecek öğretme yönteminin neredeyse insanı ya ölümden kurtaracak ya da çaresiz bırakıp ölmesine neden olacak kadar önemli olduğunu göstermek istemektedir. İlk gençlik çağında (12 yaş sonrası) çocuğun artık öğreneceği konular üzerinde yoğunlaşabilmesi gerekir. Ancak çocuğun dikkat kesilmesi için ondan tat alması ve ilgi duyması gereklidir. Zorlama kabul edilemez bir yöntemdir. Bir şey zorunlu olduğu için değil, istendiği için öğrenilmelidir. Burada Rousseau, çok hoş bir yöntem önermektedir. Çocuk size soru sorarsa merakını doyuracak kadar değil, onun merakını besleyecek hatta kamçılayacak kadar cevap vermekle yetinin.
Rousseau’nun bilginin seçilmesinde “fayda” ölçütü üzerinde yoğunlaştığından söz edilmişti. Düşünürümüz, “fayda” kelimesini çocuk ile öğretmen arasında çok önemli bulur. “Bu neye yarar” cümlesi O ve Emile arasında, hayatlarının bütün eylemleri için kutsal bir rehber olacaktır. Öğretmenin çocuğun hayatındaki anlamı bu noktada daha çok anlaşılır. Çünkü kendisine sadece faydalı bilgiler öğretilen bir çocuk tıpkı Socrates gibi anlamadan hiçbir şey sormaz. Çocuk kendisine gerekli olan bilgileri arzu etmeli, aramalı ve bulmalıdır. Bilgiyi sürekli siz teklif etmemelisiniz. Siz bilgiyi çocuğun anlayabileceği biçime büründürmek, öğrenme arzusunu kurnazca uyandırmak ve bu arzuyu tatmin edecek araçları hazırlamakla görevlisiniz. Onlara seyrek ve iyi seçilmiş sorular sormalı, çocuk da size bolca sorular yönlendirmeli ve siz genellikle “Bunu neden öğrenmek istiyorsun?” demelisiniz. Çocuk size “Bunlar neye yarayacak?” diye sorduğunda nutuk atmamalısınız. Çünkü söyleyeceğiniz birçok şeyi anlamayacaktır. Onlara kuru bilgiler vermek yerine uygulamalı dersler yapmayı tercih edin. Çocuğa göremeyeceği hiçbir şeyi göstermeyin. Ona şimdiki zamanda faydalı olabilecek şeyleri gösterin. Ben, der Rousseau, Emile’e mantık ve felsefesini anlamayacağı hiçbir şeyi öğretmemeyi bir terbiye ilkesi olarak belirledim. İleri yaşlarda zaten ayrıntılı bir şekilde öğreneceği bilgileri şimdilik kendine yetecek kadar öğretmeli.
Rousseau’nun bilgi ile ilgili bütüncül bir bakış açısına sahip olduğu görülmektedir. Sınırlı; fakat doğru olarak verilen toplu ve birbirine bağlı bilgilerin faydalarından biri de, aralarındaki ilişkinin görülebilmesidir. Bilgiyi toplu olarak gören çocuk daha kolay ve sağlıklı akıl yürütebilir. Bütünün nasıl bir düzen içinde olduğunu gören çocuk parçayı daha iyi anlar.
Rousseau’ya göre, toplumda işbölümü gereklidir. Herkes en yetenekli olduğu işte çalışmalı ve ürettiğini diğer insanların hizmetine sunmalıdır. Bu her insanın topluma karşı ödevidir. İnsanların öyle bir işi olmalıdır ki, ne çok zengin olsunlar ne de yoksulluğa düşsünler. Topluma faydalı olan her zanaatın “namuslu bir iş” olduğunu düşünen Rousseau, mirasyediliğin ise düşmanıdır. Zengin bile olsanız, insan olduğunuz için toplum yararına çalışmak zorundasınız, demektedir. O nedenle bu günün öğrencisi, yarın bir emekçi olacaktır. Çocuğu farklı meslek sahiplerinin yanına götürerek farklı meslekleri tanımasını ve kendine en uygun olanını seçmesini sağlamak gereklidir.
Rousseau, Emile’in büyüdüğünü gözlemlemektedir. 12 yaşını geçen Emile’in yalnızca duyguları ile değil, düşünceleri ile hareket etmesi gerektiğini öngörmektedir. “Emile şimdiye kadar hissediyordu fakat şimdi muhakeme ediyor. Artık beş duyusunun kendisini aldattığı durumları da görüp algılayabilecek.” Buna örnek olarak da bir deneyden bahseder Rousseau. “Örneğin, suya batırılmış bir bastonun kırık gibi göründüğünü ancak bunun bir göz yanılması olduğunu ve nedenlerini anlayabilecek yaşta. Eğer yalnızca bakar ve “baston kırık” derse hata yapar.” Rousseau’ya göre, hatalarımız hiç düşünmeden verdiğimiz hükümlerden doğar. Ancak hatalar mutlaka olacaktır. Hatalardan ders almayı öğretebilmek de ustalık ister. İlk gençlik çağında öğretmenlerde ve anne-babalarda sabır, dikkat ve ileri görüşlülüğe ihtiyaç vardır. Çocuk bunlar olmadan muhakemeyi öğrenemez. Çocuğa iyi bir eğitim vermek için onu işlediği hatadan derhal kurtarmaktan vazgeçin, der Rousseau. Eğer çocuk, örneğin “baston kırık” derse hemen “hayır, değil” diyerek açıklama yapmaya başlamayın. Bırakın, kendisi doğruyu bulsun. Zaten Emile çabuk karar vermenin kendisini hataya götüreceğini bilir. O nedenle de doğru olmayan bir muhakemenin sonuçlarına katlanmaktansa, “bilmiyorum” demeyi tercih eder ve gözlem ve deneylerle doğru sonuca ulaşır.
Dördüncü Bölüm: Buluğ; İnsanın Gerçek Kişiliği Bu Çağda Başlar
Rousseau’ya göre, buluğ çağında çocuk, çocukluktan çıkmak için krizler yaşar ve buhranlı anlar geçirir. İnsanın ikinci doğuşu bu çağdadır. İnsan, hayata gerçekten tam bu anda doğar ve insani olan hiçbir şeye karşı yabancı kalamaz. Şimdiye kadar gösterdiğimiz ilgi, çocuk oyunlarından başka bir şey değildir. Çocuğun üzerine titrememiz asıl şimdi önem kazanmıştır.
Rousseau’nun genel felsefesi şu sözlerle kendini oldukça belirgin biçimde gösterir. “İnsanın doğal ihtirasları hem sınırlıdır hem de özgürlük ve varlığımızı korumaya yarayan vasıtalardır. Bizi esir ve tahrip eden bütün diğer ihtiraslarımızın kaynağı yabancıdır, doğamıza ait değillerdir. Bütün ihtiraslar arasında insanla beraber doğan ve insanı bütün ömrünce terk etmeyen tek duygu, kendini sevme duygusudur. Bundan doğan ikinci bir duygu da kendisine yaklaşanları sevmektir. Yani çocuk yaratılıştan iyiliğe eğilimlidir. Oysa çocuk, çevre ile ilişkileri genişledikçe kıskanç, haşin, aldatıcı ve intikamcı olur. İtaate davet edildiği zaman, kendisine emredilen şeydeki faydayı göremediği için, verilen emrin kendisini üzmek amacıyla verilmiş olduğunu sanarak asileşir.
Bir insanın her şeyi bilemeyeceği açıkken, Rousseau’nun hormonlarla ilgili fikir yürütmesi çok acıdır. Rousseau, buluğ çağını verilecek terbiyeye göre geciktirmek veya çabuklaştırmanın mümkün olacağını düşünmüştür. Çünkü buluğa ermek geciktiği takdirde gençler güçlerini ve gürbüzlüklerini daha iyi korurlar. Çocuklara anlamaya yeltendikleri gizli şeyleri erkenden öğretmek veya onların bu şeyler etrafındaki meraklarını yanlış yollarla tatmin etmek doğru değildir. Çocuğa yaşadığı çağla ilgisi olmayan (!) şeyleri öğretmekte acele etmemek gerekir. Rousseau’ya göre çocuğun buluğ çağına erken girmesine yetişkinler neden olurlar. Siz yetişkin olarak masumluğunuzu korursanız çocuğu da gereksiz meraklardan en güzel biçimde korumuş olursunuz. Rousseau, vücudun kimyasal işleyişini doğallık olarak görmemekte, cinselliğin “bilgi” kaynaklı olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle de yetişkinler çocuğa cinsellik ile ilgili bilgi vermezlerse çocuğun da cinselliğinden haberdar olmayacağını kurgulamaktadır. “Çocuğun cinsel konulardaki bilgisizliği yaratılışının gereğidir ve onu uygun bir çağa kadar bilgisiz bırakmak doğrudur. Çocuk buluğun kendisi için bir haz vasıtası olduğunu bilirse kendi kendini tahrik eder oysa bilmezse kendi doğası onu tahrik etmez”. Belki de Rousseau, cinsellik konusunda kendi deneyimlerinin etkisindedir ve olumsuz yaşantılar onu bu tür öğütler vermeye itmektedir.
Saf ve mutlu bir aşk yaşamaktan uzak bir hayatı olan Rousseau, gençler için kendi yaşayamadıklarını ister gibidir. “Özenle yetiştirilmiş bir gencin kalbinde oluşacak ilk his, aşk değil arkadaşlıktır. Gencin kalbine insanlık tohumlarını ekecek zaman, arkadaşlık duygusunun doğduğu zamandır. Erken yaşta sefahate düşen erkekler insanlıktan uzak ve merhametsiz olurlar.” (Acaba Rousseau kendi gençliğinden mi söz etmektedir?).
İnsan hakları eğitimi için günümüzde gerekli bulunan “empati”nin öğretilmesi Rousseau tarafından da önemli görülmektedir. Çocuğun duygusal ve merhametli olması için şu duyarlılıkları taşıması gereklidir: Kendisi gibi acı çeken ve kendisine benzeyen diğer varlıkların var olduğunu bilmeli ve hissettiği acıları hisseden, kendisi gibi duygu taşıyan varlıkların bulunduğundan haberdar olmalı. Bu konuda Rousseau’nun yetişkinlere de sözü vardır. “İnsanlar, çocuklarınıza insanları sevmeyi öğretin. Çocuklarınız tek sınıfın değil, bütün sınıfların içinde, bütün sınıfların insanı olsun. Onların yanında insanlardan daima iyilikle söz edin, insanı aşağı gösterecek sözlerden sakının. İnsan olan insanı aşağılamaz.”
Kitabın sonlarında Rousseau tekrar öğretmenin önemini vurgulamaktadır. Burada bahsettiği öğretmen, etrafını aydınlatan bir ışık kaynağına benzer. Öğrenci, öğretmenin büyüklüğünü hissetmelidir. Bilgisinin kendi bilgisi gibi sınırlı olmadığını bilmelidir. Onun muhakeme gücündeki üstünlüğü fark etmelidir. Onun otoritesini hissetmelidir. Genç öğretmeni tarafından sevildiğine, kendisinin mutluluğu ve iyiliği için çalışıldığına güvenmelidir. Öğretmeninin akıllı ve bilgili bir adam olarak görmelidir. Öğretmen de öğrencisi gibi saf ve temiz olmalı, öğrencisinin sürüklendiği tehlikeleri görebilmeli ve onu haberdar edebilmeli, nasihatlerini emir şeklinde vermekten kaçınmalıdır. Asla “ben demiştim” sözünü kullanmamalıdır. Hatasını yüzüne vurmadığınız ve aşağılanmayı beklediği halde teselli gören öğrenciniz size çok daha büyük bir saygı duyacaktır. Rousseau’nun öğretmen anlayışında öğretmen, çocuğa farkına vardırmadan rehberlik etmelidir. Çocuğa bir insan gibi etki edeceği yerde, bir eşya gibi, eşyanın arkasından, eşya aracılığı ile etki etmelidir. Çocuk muhakeme yapabilecek yaşa geldikten sonra da öğretmenin rolü dolaylı bir rol olmaya devam edecektir. Düşünce eğitiminde öğretmen öğretmez, öğrenim ortamını hazırlar ve çocuk kendi kendine öğrenir. Duygu eğitiminde, toplumsal değerlerden söz etmez; fakat çocukta iyilik, güzellik ve vicdan gibi duyguların oluşumuna yardımcı olur. Emretmez ve baş eğdirtmez; böylece çocukta emretme ve baş eğdirtme davranışlarının oluşumunu engeller. Öğretmen, özgürlük düşüncesinden asla ayrılmayarak, tam bir özgürlük içinde hareket ederek çocukta ahlaksal duyguların oluşmasına örnekler göstererek yardımcı olur. Öğretmen yaşamayı öğretendir Rousseau’ya göre ama tüm bir kitaptan da anlaşıldığı üzere öğretmen yaşamaktan ne anlıyorsa doğru yaşam tarzı da o olacaktır.
Kitabın bundan sonrası Emile için uygun bir eş arayışı ve örnek insan Emile’e nasıl bir kadının layık olduğu ile ilgilidir. Çoğu zaman ilerici ve farklı düşünerek çağına aykırı düşmüş olan Rousseau’nun, kadınlar konusunda çağına uygun bir biçimde düşündüğü görülmektedir. Muhafazakâr bir çerçeve içinde, uysal, annelik görevinin bilincinde, sadık bir eş olacak Sophie’yi ismine varana dek kendisi kurgulamakta ve zavallı, gözleri henüz açılmamış Emile de bunu kabul etmektedir. Çünkü şimdiye kadar olduğu gibi şimdi de “bilge” öğretmeni en doğru kararı vermiştir.
Kaynak:https://alternatifegitimdernegi.org.tr/index.php