Kişilik yapısı üzerinde metabolizmadaki belirli salgıların, fiziksel yapının, çocuk sayısının, kalıtımın, çevrenin, anne-baba davranışlarının etkileri vardır. Adrenalindeki artış daha heyecanlı, uyanık, canlı, atak kişilik hali doğururken; tiroid salgısının artışı sinirlilik; azalışı durgunluk, yavaşlık, zeka geriliğine yol açar.
Fiziksel yapının da kişilikle ilgisini ise edebiyat dünyası şöyle anlatır:. Masallarda, rahat keyfine düşkün, kendine güvenen kişiler, genelde iriyarı şişman; kendine güvensiz içe dönük, sinsi, sinirli, huysuz kişiler, zayıf beden yapısıyla; kahramanlar da iri ve atletik yapılı olarak tanıtılmıştır.
Ergenlik çağındaki bedensel gelişme hızı, kişiliği bazen kalıcı olarak etkiliyor. Ergenlikte erken gelişen erkek çocukların, çoğunlukla daha dışa dönük, oyunlarda lider, sporda başarılı olduğunu görülür. Erken gelişen kız çocuklarda ise, daha içe kapanıklık ve durgunluk gözlemlenirken, geç gelişen kızlarda ise daha bir ataklık ve erkeksi davranışlar gözlemlenebilir.
Kişilik oluşumunda tek çocuk olması ya da kardeşlik ilişkileri de önemli. Tek çocuk, aile içinde herkesin dikkatini ve sevgisini bazen de suçlamaları tek başına üstünde toplarken, korunarak yaşamaya altırılabilir. İlk çocuk ise, önceleri sevgi ve dikkati toplarken, tahtını sallayan birinin gelmesiyle bir sarsıntı geçirebilir. En küçük çocuk ise, genelde anne-baba tarafından korunup, savunulur ya da çocuk görülerek kişilik oluşumu geciktirilebilir.
Bebekler hakkında konuşurken, sanki aynılarmış gibi bir düşünce oluşur; çünkü belirli aylarda bütün bebeklerden yapmalarını beklediğimiz aynı davranış özellikleri var, emekleme, ayakta durma, oyuncağını bir elinden diğer eline geçirme, birbirine vurmaya başlaması, sesleri taklit etmesi, sağlıklı bebeklerden beklediğimiz aynı davranış biçimleri. Fakat mizaç söz konusu olduğunda işler değişir, bireysel farklılıklar göze çarpar. Bazı bebekler daha fazla ağlarken, bazıları daha hareketlidir; bazıları kucak severken, bazıları hoşlanmaz; bazıları huysuz ve gerginken, bazıları yeni deneyimlere daha açık ve uyumludur; bazı bebekler de yavaş alıştığından tepkileri daha yavaş ve hareketsiz olabilir.
Bu bireysel farklılıkların oluşumunda katlımın etkisi çok büyüktür. Bir çocuğun mizacı, kişiliği de büyük ölçüde kalıtımla belirlenmiştir; ama sadece kalıtım etkili olsaydı, zaman içinde değişmeyen özellikler karşımıza çıkardı. Durum böyle değil. Bir çocuğun nasıl bir kişi olacağı, çevresine ve anne-babasına da bağlıdır. Zor bir bebek düşünün: yeni insanlara, yeni durumlara hem olumsuz hem de güçlü tepkiler veren, huysuz ve gergin bir bebek. Bu bebeğe bakmak, anne-baba açısından da zorlayıcıdır. Bu bebeklerin anne-babaları doğal olarak, bir başka anne-babaya göre daha yorgun, çaresiz ve öfkeli hissedecektir. Dolayısıyla, tepkiler bebeğin özelliğine göre şekillendikçe kısır döngüye girildiği görülebilir. Yorgun, çaresiz, öfkeli anne-baba bebeğe daha sert tepkiler vererek, bebeğin davranış özelliklerini pekiştirmiş olur. Bu yüzden bebeğinizi tanımlamak, onu tanımlarken kendinizi de tekrar tanıyıp, farkındalığınızı arttırmanız çok önemlidir.
Bütün zor bebekler problemli çocuk olmaz veya bebeklikleri kolay geçen çocukların tümü problemsiz bir çocukluk geçirmez. Çünkü çevre de kalıtım kadar, mizacın şekillenmesinde rol oynar. Çevrenin içine kültür, deneyimler, model alma, hastalıklar, kazalar ve bebeğin yanındaki herkesi dahil etmek gerek. Her çocuğun kişiliği, çevreyle etkileşimi sonucu şekilleniyor.
Bebeklerde kişilik gibi kalıcı bir özellikten bahsetmek doğru değil, belki kişilik işaretleri demek daha doğru, çünkü kişilik kalıcılık kazanılmış davranışlardır ki bebeklerde de bu kalıcılıktan söz etmek yanlış olur. Bu kişilik işaretlerinin doğumla başladığını düşünebiliriz: bu işaretler durgunluk, hareketlilik, annenin memesine sıkıca yapışma veya daha gevşek ilgisiz emme, ağlama, gerginlik, uyum veya uyumsuzluk. Bebek, dışarıdan gelen toplumsal uyaranlara 1.aydan sonra cevap vermeye başlar ama tepkiler ağlama, gülme, bağırma, bağırdığı zaman kucağa alınınca susma ile sınırlıdır. Yavaş yavaş insan sesi ile başka sesleri ayırtetmeye başlar, sonra tanıdık olan ve olmayan nesnelerle kişileri ayırtetmeye başlar. Kilometre taşlarından biri olan 4.aydan sonra seven ve kızan seslerle, seven ve kızan hareketleri ayırtetmeyi öğrenir. 6.aydan sonra hareketleri taklit etmeye başlar. Bu dönemlerde anne-baba olarak vereceğiniz tepkiler doğallığınızı da kaybetmeden ölçülü olmalıdır. Sizin çocuğa davranışlarınız kadar, karı-koca olarak birbirinizle ilişkinizin çocuğa yansıması da şekillendirici bir rol oynar. Örneğin, anne-baba olarak çocuğa karşı çok hoşgörülü ya da hiç hoşgörüsüz, aşırı koruyucu ya da ilgisiz olmak, fazla ya da az sevgi vermek veya çocuğa karşı tutarsız, kararsız, değişken davranışlar onun ılımlı yönde gelişmesini engeller. Çünkü, çocuğun kendi dünyasında durum böyle değildir. Arkadaşı, öğretmeni, sosyal ilişki içinde olduğu diğerleri, ona anne-babanın davrandığı gibi davranmaz ve çocuk da hayal kırıklığı yaşar.
Bir başka modelde, yani aşırı koruyucu anne-baba tipinde, çocukta bağımlı ve kendine güvensiz bir kişilik yaratabilir veya aşırı otoriter, kendi görüşlerinin kabullenilmesi konusunda baskıcı anne-babalar da çekingen bir kişilik yaratabilir. Aşırı otoriter anne-baba davranışı, ters tepkiye de yol açabilir; çocuk, otoriteden kaçan, asi, muhalefet kişiliğe bürünebilir. Tam tersi durumda yani çok hoşgörülü, çocuğun isteğini anında yerine getiren anne-baba tipleri ki, biz bunlara çocuk erkil aileler diyoruz, engellenmeye tahammülsüz, dayanıksız, öfkeli kişilikler oluşturabilir.
Kişiliğimiz yaşadığımız sürece hiç durmadan gelişir, ilerler ve değişir. Bir hikayede:
Bir babayla oğlu, dağlık bir bölgede yürüyüşe çıkmışlar. Bir ara çocuğun ayağı kaymış ve canı yanınca ‘aaaahhh’ diye bağırmış, dağlarda yankı yapan sesi geri dönmüş ‘aaaaahh’ diye. Çocuk şaşırmış: ‘sen kimsin’ diye bağırmış ses yine geri gelmiş. Çocuk sinirlenmiş: ‘sen bir korkaksın’ demiş, dağdan ‘sen bir korkaksın’ yanıtı gelmiş. Çocuk şaşkın şaşkın babasına neler olduğunu sormuş. Babası da gülerek: ‘bak şimdi seyret’ demiş: ‘hayatı çok seviyorum’, dağdan ses geldi: ‘hayatı çok seviyorum’. ‘sen harikasın’, dağdan yine ses geldi: ‘sen harikasın’. ‘Seni seviyorum’, dağdan yine ses geldi: ‘seni seviyorum’. Çocuğun şaşkınlığının arttığını gören baba: bu hayattır oğlum, demiş. Yaşamdan ne istiyorsan, önce onu sen vermelisin. Verdiklerin aldıkların olacaktır. Tatlı sözler, tatlı yankılar oluşturur. Sevilmek istiyorsan önce sen sevmelisin. Saygı istiyorsan önce sen saymalısın. Anlayış bekliyorsan önce sen göstermelisin.
Yani yaşamda neyle karşılaşmak istiyorsan, yankısını oluşturabilmek için bunu önce sen yapmalısın, demiş.
Yazar: Layza OVADYA, Uzman Psikolog - Eğitim Danışmanı