SIGMUND FREUD VE PSİKANALİZ (1856-1939)

Prof. Dr. Betül AYDIN

HAYATI:


* Mayıs 1856’da Moravya’da doğdu.

* Babasının ikinci evliliğinden doğan ilk çocuğuydu.Toplam sekiz kardeşle kalabalık bir ailede büyüdü.

* Otoriter ve sevecen bir Yahudi olan babası Jacop Freud işleri bozulunca, Freud üç yaşında iken Viyana’ya taşındılar.

* Annesi Amalie, canlı bir kişiliğe sahipti ve Freud 95 yaşında ölen annesine her zaman bağlı kaldı.

Çocukluğu:

* Uyumlu bir çocuktu. Çok fazla kitap okumaya düşkün ve entelektüel kapasiteliydi.

* Okul yıllarında üstün başarılı bir öğrenciydi.

* Tıbbı çok düşünerek seçmişti ama, aslında diğer alanlardan hoşlanmadığı için yaptığı bir seçimdi. Aslında doktor olmak için büyük bir istek duymamıştı.

* 1873’de 17 yaşında Viyana Üniversitesi’ne girdi.

* Fizyolojide uzmanlaşmaya karar verince Brücke Fizyoloji Enstitüsü’ne girdi. Bu dönemin Freud üzerinde önemli izler bıraktığı ve sonraki görüşlerinin temelini oluşturduğu düşünülmektedir.

Çalışma Hayatı:

* 1876’da bir burs kazanan Freud, Brücke’nin gözetimi altında nöroloji dalındaki ilk çalışmalarına başladı.

* 1881’de tıp doktoru unvanını aldı.

* Bu dönemlerde araştırma yapmaktan çok hoşlandığını fark etti. Ancak bu işten kazandığı para yetersizdi. Aynı dönemde tanıştığı Martha Bernaya ile de evlilik hayalleri kurmaya başlayınca, 1882’de çok severek çalıştığı Brücke Laboratuarı’ndan ayrıldı ve Viyana Genel Hastanesi’nde çalışmaya başladı.

* Cerrahi bölümünde kısa bir süre çalıştıktan sonra, Theodor Meynert’in psikiyatri kliniğine geçti.

* Meynert’ten çok etkilenen Freud, nöroloji dalında uzmanlaşmaya karar verdi. Üç yıl bu klinikte asistanlık yaptıktan sonra, 1885’de üniversiteye fahri doçent olarak atandı. Karşılığında ücret ödenmeyen bu görev Freud’a öğretim yapma olanağı tanıyordu.

* Aynı yıl kazandığı bir bursla Paris’e gitti ve ünlü nörolog Jean-Martin Charcot’nun çalışmalarını 19 hafta izleme olanağı elde etti. Bu karşılaşmanın psikanaliz kuramının gelişiminde bir başlangıç noktası olduğunu söyleyebiliriz.

* Freud Charcot’nun kliniğindeki gözlemlerinden sonra, histerinin üzerinde çalışılması gereken patalojik bir durum olduğuna inanmaya başlamış ve Paris’ten ayrılırken, insanın bilinçli dünyasından ayrı ve gizli, çok güçlü başka bir sürecin varlığını düşünmeye başlamıştı.

* 1886’da Viyana’ya döndüğünde nöroloji uzmanı olarak muayenehane açtı.

* 1889’da Nancy’ye gitti ve burada Liébault ve Bernheim’in hipnoz seanslarını izledi.

* Freud Nancy’den dönerken insanın bilincinin dışında oluşan zihinsel süreçlerin varlığına olan inancı kesinleşmişti.

* 1887-1897 arasındaki yıllar, Freud’un hayatında psikanalizin temellerinin atıldığı yıllardır. Bu yıllarda Joseph Breuer’le çalışan Freud, 1893’de Breuer’le beraber “Ön İletişim”, 1895’de ise “Histeri üzerine İncelemeler” adlı kitaplarını yazmıştır. Her iki kitapta da histeri belirtileri ile sarsıcı olaylar arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılıyordu. Sarsıcı olaylara karşı yeterli duygusal tepkilerin verilmemesi sonucu duyguların bilinçten uzak tutulduğu öne sürülüyordu. Böylece kişinin bilinçdışı dünyası ve bu sürecin davranışlar üzerindeki önemli etkisi ilk kez anlaşılmaya başlanıyordu.

* Yüzyılın sonunda tek başına sürdürmeye çalıştığı bu çalışmalar nihayet ilgi görmeye başlar ve 1902’de üniversiteye atanır. 1920’de profesör olur.

* 1902’de evinde küçük bir grupla başlattığı psikanaliz toplantıları giderek Viyana Psikanaliz Derneği’nin kurulmasına yol açar. Artık diğer ülkelerden çok sayıda araştırmacı yayınlarını büyük bir ilgiyle izlemeye başlamıştır. Böylece Uluslararası Psikanaliz Birliği kurulur.

* 1909’da Amerika’ya davet edildi ve bu davet görüşlerinin uluslar arası alanda kabul gördüğünün bir ispatı oldu. Bu gezinin ardından ülkesine dönen Freud yoğun hasta talebiyle karşılaştı ve günde yaklaşık olarak 12 saatini psikanaliz seanslarında geçirmeye başladı. Akşamları ise kuramıyla ilgili yazılarını hazırlamaktaydı.

* Yavaş yavaş kuramını oluşturmaya ve açıklamalar yapmayan başlayan Freud çok büyük eleştirilere maruz kalarak, meslektaşları arasında alay konusu olmuş, hatta onun bir kaçık olduğunu söyleyenler çıkmıştır. Özellikle nevrozların cinsel kaynaklı çatışmalardan kaynaklandığını ifade etmesi çok yadırganmış, giderek muayenehanesine gelen hasta sayısı azalmıştır.

* Nazi rejiminin uygulamaları kendisi için bir tehdit olmaya başlayınca Londra’ya göçtü. Burada çene kanserine yakalanan Freud, hastalığının büyük acılar veren son dönemlerine kadar, zihnini uyanık tutabilmek için ağrı kesici ilaç bile almadan çalışmalarını sürdürdü.

* 1939’da Londra’da yaşam veda etti.

Serbest Çağrışım ve Psikanaliz:

Freud Breuer’le gerçekleştirdiği hipnoz seanslarından vazgeçmeye başlamış ve hastalarını, uyanıkken düşünce düzenini ve ahlak kurallarını gözetmeksizin özgürce konuşmaya yöneltmiştir. Bu yöntemle hastalar içsel engellerini yenerek unutulmuş anılarına inebiliyor, giderek sorularını açıkça tartışabilir duruma gelebiliyorlardı. Bu yeni yönteme serbest çağrışım, bu yöntem aracılığıyla hastaların içsel dünyalarına inerek kendilerini daha iyi tanımaları ve daha sağlıklı bir uyum geliştirebilmelerine olanak sağlayan ilkelere de psikanaliz adı verilmiştir.

Topografik Kişilik Kuramı:

* Bilinç: Dış dünyadan yada bedenin içinden gelen algıların farkındalığı.

* Bilinçöncesi: Dikkatin zorlanmasıyla bilinç düzeyinde algılanabilen zihinsel olaylar ve süreçler.

* Bilinçdışı: Bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olaylar. (Sansür mekanizması)

Yapısal Kişilik Kuramı:

İd – Kişiliğin temel sistemi.Ruhsal enerji kaynağı. Haz İlkesi

Ego – İdin isteklerini kabul edilebilir yollardan doyurur. Gerçeklik İlkesi

Süper Ego- İdin dürtülerini bastırmak, egoyu gerçekçi değil törel amaçlara yönlendirmeye çalışmak, kusursuzluk çabaları.

İçgüdüler Kuramı:

* İçgüdünün geriletici özelliği vardır. Gereksinim karşılandıktan sonra kişi önceki durumuna döner.

* Korunma özelliği vardır. Organizmanın dengesini belirli bir düzeyde tutmaya çalışır. Uyarılmaları

* izleyen gevşeme dönemleriyle yineleme özelliği gösterir.

* Yön değiştirebilme özelliği sayesinde, seçilen nesneler bir insanın yaşamı boyunca değişebilir.

* Temel İçgüdüler

* Yaşam içgüdüsü (Eros)

* Ölüm İçgüdüsü (Thanatos)

PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM KURAMI


Freud nevrozların oluşumunda, çocuklukta yaşanan sarsıcı olayların önemli bir rol oynadığını fark etmiştir. Freud çocukluk dönemine ilişkin cinsel olguların, nevrozların oluşumunda önemli bir rol oynadığını ve normal sayılabilecek insanların gelişim süreçlerinde de benzer yaşantıların alabileceğini keşfetmiş, böylece psikoseksüel gelişim kuramını yapılandırmaya başlamıştır. Bu görüşe göre, çocukta psikolojik ve cinsel gelişim, her biri bir önceki dönemin üzerine kurulan ve önceki dönemlerde kazanılan davranışları da özümleyen beş dönemde tamamlanır.

Oral Dönem (0-2 Yaş):

* Ağız bölgesi etken.

* Libidoya yönelik öğe (Oral erotizm): Oral gerginliğin yarattığı duruma (örneğin açlığa) son vermeyi amaçlar. Amaca ulaşılması (oral doyum) bir gevşeme ve suskunluk yaratır.

* Saldırgan Öğe (Oral Sadizm): Oral dönemin son aylarında, oral erotizmle birlikte varlığını sürdürür. Isırma, çiğneme, tükürme ve ağlama tepkileriyle anlatım bulur. İnsanda var olan yıkıcı eğilimlerin ilk belirtileridir.

* Bebeğin ilk sevgi nesnesi olan anneye karşı geliştirdiği bağlılığın niteliği, sonraki yaşamında önem taşıyacak kişilere karşı geliştireceği duygu ve tutumların belirlenmesi yönünden çok önemlidir. Gereksinimleri düzenli bir şekilde karşılanan bebekte dış dünyaya karşı güven duygusu oluşmaya başlar.

* Oral gereksinimlerin yeterince karşılanmamsı veya aşırı derecede doyurulması normaldışı kişilik özelliklerinin geliştirilmesine sebep olur.

Anal Dönem (2-4 yaş):

* Çocuk, anüsü büzen kaslara giden sinirlerin olgunlaşmaları sonucu, dışkının tutulması yada boşaltılması işlevleri üzerinde denetim kurmayı öğrenir.

* Değerli bir nesne olarak algılanan dışkıyı tutmaktan yada bir armağanmışçasına anneye sunmaktan duyulan cinsel hoşlanıma anal erotizm denir. Dışkıyı güçlü bir silahmışçasına saldırgan duygularla püskürtme eğilimine anal sadizim denir.

* Annenin aşırı cezalandırıcı tutumu neticesinde dışkı boşaltmaya karşı korku geliştiren çocuklarda yaşam boyu izlerini sürdüren aşırı düzenlilik, inatçılık, cimrilik gibi eğilimler belirir.

* Kızgınlık duygularını (dışkıyı) tutma çabası,tüm duygusal tepkilerin ketlenmesine neden olabilir (anal tutucu karakter).

* Annenin tutarsız davranışlarına karşı duyulan öfke, herşeye sürekli karşı çıkma davranışı oluşturur (anal tepkici karakter).

Fallik Dönem (4-6 yaş):

* Cinsel bölgelerin uyarılmasından heyecan duyma, cinselliğe karşı aşırı ilgi biçiminde belirir. Dönemin amacı, erotik ilgi ve dürtüleri cinsel organlara ve işlevlere odaklaştırmaktır. Böylece çocuğun kendi cinsiyetiyle özdeşleşmesi ve yetişkin cinselliğe temel oluşturacak taslağın geliştirilmesi sağlanır.

* Çocukla ana-babası arasında yoğun sevgi ilişkileri gözlenir. Yarışma ve düşmanlık duygularını ve giderek belirginleşen özdeşimleri içeren bu üçlü ilişkilere Freud Oedipus Karmaşası adını vermiştir.

* Erkek çocuğu anneye yönelik cinsel dürtüleri, hadımlaştırılma korkuları sebebiyle sona erer. Kız çocuk esasen hadımdır ve penisten yoksun olmanın düş kırıklığı içinde, sevgi beklentilerini, bu organa sahip olan babasına yöneltir.

* Sağlıklı koşullarda fallik dönem, çocuğun kendi cinsel kimliğini benimsemesiyle sonuçlanır. Aksi takdirde, cinsel kimlikte sapmalar, ana-babaya aşırı bağımlılık sebebiyle başarısız evlilik, cinsel ilişkiden korkma gibi durumlar ortaya çıkabilir.

Gizil (Latent) Dönem (6-12 Yaş):

* Cinsel dürtülerin durgunluk dönemidir. Kız ve erkek çocuklar kendi hemcinslerine yakınlaşır. Oynadıkları oyunlar farklılaşır.

* Cinsel ve saldırgan enerjiler, öğrenme, oyun, çevreyi araştırma ve diğer insanlarla daha etkin ilişkiler kurmada kullanılır. Bu dönemde önemli beceriler edinilir.

* Amaç, çocuğun kendi cinsiyetine ilişkin toplumsal rolünü güçlendirmesidir.

* Gizil dönem başarılı bir şekilde atlatılamazsa, çocuk içsel dürtülerinin denetimini sağlayamaz ve enerjisini öğrenme ve beceri geliştirmeye yöneltemez. Yada aşırı bir denetim mekanizması geliştirerek, kişiliğinin gelişim yolunu kapatır ve aşırı obsesif davranışlar geliştirir.

* Bu dönem sağlıklı bir şekilde atlatıldığında, başarısızlık durumunda aşağılık duygusuna kapılmadan girişimlerde bulunmayı sağlar. Yetişkin yaşamın özü olan sevgiden ve çalışmadan doyum sağlamanın temeli atılır.

Genital Dönem (12-18 Yaş):

* Çocuğun fizyolojik olgunluğa erişmesi ve hormon değişikliklerinin etkisiyle, cinsel dürtülerin gücü artar. Önceki dönemlerdeki çatışmalar yeniden ortaya çıkmaya başlar. Genital dönem bu çatışmalara yeni çözüm yolları aranmasına olanak sağlar ve bu çözümler bulunabildiğinde yetişkin bir insan kimliği kazanılmış olur.

* Bu dönemin amacı, ergenin ana-babasına olan bağımlılığından koparak, aile dışındaki karşıt cinsten kişilerle olgun ilişiler kurabilmeyi öğrenmesine yöneliktir. Kişi giderek zevk arayan özsever çocuktan gerçeklere yönelik toplumsal yetişkine dönüşür.

ANKSİYETE:


Anksiyete egonun bir işlevidir. Gerçek dışı ve mantığa aykırı bir nitelik alırsa, uyum sağlamaya yardımcı olan işlevini yitirir ve normal dışı davranışların kökeni olur. Tehlikeli sayılan ve anksiyete yaratabilecek nitelikteki dürtülere karşı, egonun kullandığı birincil savunma mekanizması baskıdır.


Ego savunma mekanizmaları:

İdin içgüdüsel dürtüleriyle süperegonun tehditleri arasında uzlaşma sağlamaya çalışan ego, bu tür durumların yarattığı anksiyeteye karşı kendisini korumak amacıyla bu mekanizmaları geliştirir. Eğer savunma mekanizmaları başlıca araç durumuna gelir ve uyum sağlanabilmesini engelleyecek oranda abartılırlarsa, ortaya nevrozlar çıkar ve nevrotik savunma mekanizmaları söz konusu olur.

* Baskı

* Yadsıma ve düşleme

* Neden bulma

* Yansıtma

* Dışlaştırma

* Özdeşleştirme

* Yön Değiştirme

* Dışa vurma

* Denetleme

* Ketlenme

* Duygusal Yalıtım

* Düşünceleştirme

* Tepki oluşturma

* Hipokondri

* Çözülme

* Gerileme

* Saplanma

* Cinselleştirme

* Organlaştırma

* Parçalanma

* Başarılı savunmalar

RÜYALARIN YORUMLANMASI:

Simgeleştirme: Nesneler ve kavramlar doğrudan değil, bazı simgelerle dolaylı anlatım bulur. Simgeler kabul edilemeyecek nitelikteki duyguları maskelerken bu duyguların kısmen de olsa boşaltılmasına ve doyum sağlanmasına olanak sağlar.

Yön Değiştirme: Ruhsal enerji, rüyanın gizil içeriğinden görünür içeriğine aktarılır. Örneğin kişi annesinin yerine tanımadığı bir kadını rüyasında görebilir. Anneye ilişkin ruhsal enerji bu yabancı kadın simgesine aktarılmıştır
Daraltma: Bilinçdışındaki türlü istek ve dürtüler birleştirilerek, görünür rüya içeriğindeki tek bir imgeye bağlanırlar. Örneğin bir çocuğun rüyasındaki canavar, hem babasını, hem de kendisinin saldırganca dürtülerini bir arada yansıtıyor olabilir.
Yansıtma: Kişi, aslında kendi bilinçdışından kaynaklanan ve kabul edilemez istek yada dürtüleri, rüyasında, bir diğer kişiden kendisine yöneltiliyormuş gibi görür. Aslında bu kişi, çoğu zaman kendi dürtülerini yöneltmek istediği kişidir.

TEDAVİ

AMAÇ: Hekimin görevi, hastasının çatışmalarını ve bu çatışmaların neden olduğu davranışlarını görebilmek ve bunların değiştirilmesine olanak sağlayacak ortamı hazırlamaktır. Çatışmalar, istekler ve engellenmeler bilinç düzeyine çıktıktan sonra, bunların mantıklı düşüncelerle ve bilinçli olarak seçilen davranışlarla çözümlenebilmesi kolaylaşır.

Analist psikanaliz kuramının ışığında, hastanın hangi davranışlarının düzeltilmesi gerektiğine karar verir. Temel amaç egoyu güçlendirmektir. Freud bunu içinde idin bulunduğu bir ego olarak tanımlamıştır.

TEDAVİ TEKNİKLERİ


Serbest Çağrışım:

Psikanaliz tedavisinin temel taşıdır. Danışanın düşüncelerini yönlendirmeden özgür bırakabilmesini ve zihninden geçenleri dürüstçe dile getirebilmesini sağlamak esastır. Bu amaçla Freud aşağıda yer alan yönergeyi hastalarına uygulamaktaydı.

“Günlük olağan konuşmalarında insan, düşünce düzenini koruyabilmek ve anlatmak istediği ana konudan kopmamak için, düşünceleri arasındaki bağlantının kopmamasına özen gösterir. Ancak burada farklı bir biçimde konuşman gerekiyor. Konuşman sırasında zihnine gelen bazı düşünceleri sakıncalı bulduğun için yada eleştiriye uğramak kaygısıyla dile getirmek istemeyeceksin. Bazı düşüncelerini saçma, önemsiz yada konuştuklarınla hiç ilgisi yok gibi gerekçelerle zihninden uzaklaştırmak isteyeceksin. Bu gibi eleştirilere kapılmadan konuşmanı
istiyorum. Söylemek istememene karşın, yine de zihnine her geleni anlatmaya çalış. Giderek böyle bir yöntem izlemenin neden gerekli olduğunu sende anlayacaksın. Bir geziye çıktığını ve trenin penceresinden izlediğin hızla değişen görüntüleri yanında oturan birine anlatıyormuşçasına davran. Ne denli tatsız olursa olsun, zihnine gelen her düşünceyi, hiçbirini saklamaksızın anlatmaya söz vermiş olduğunu unutma”. (Freud, 1912).
Direnç (Resistance):

* Tedavinin ilerlemesini engelleyen her türlü tepki (duraklama, dil sürçmesi, randevuyu unutma, konuşmama, söylediğini düzeltmeye çalışma, terapi sürecini eleştirme v.b.) direnç belirtisidir.

* Direnç genelde yeni bir konu ele alındığında artar. Konu açıklığa kavuşmaya başlayınca azalır.

* Analist seanslar sırasında hastaya direnç belirtilerini gösterir ve gerisindeki nedenleri ona açıklar.

* Direnç özellikle hastanın analiste karşı geliştirdiği duyguların (transferans) yoğun yaşandığı dönemde artar.

Transferans:

* Hastanın vaktiyle saklı tuttuğu duygularının bir bölümü, giderek analiste yönelmeye başlar. Yaşamının ilk dönemlerinde kendisi için önemli olan kişilere (ana, baba v.b.) karşı geliştirmiş olduğu duyguları bu kez analistin kişiliğinde yaşamaya başlar. Bu tepkiler üç grupta toplanır:

* Analiste karşı geliştirilen dostça duygular. Bunlar terapinin gidişatını kolaylaştırır.

* Cinsel boyutları da olan güçlü bir sevgi bağı ki bu tepkiye olumlu transferans denir.

* Analiste yönelik düşmanca duygular. Genellikle olumlu duyguları izleyen bu tür tepkilere olumsuz transferans denir.

Transferans:


Analist hastasının kendisine yönelttiği duygulara karşılık vermeme konusunda çok dikkatli olmalıdır.

Terapistin amacı, bu duyguların aslında kendisine yöneltilmediğini ve gerçekte hastanın hangi geçmiş ilişkilerinden kaynaklandığını sakin bir biçimde ona göstermek ve hastasının bu tür tepkilerini bilinçli bir denetim altına almasına yardımcı olmaktır.

Dışavurma:

* Hasta geçmişte kendisini üzen bazı olayları net bir şekilde anımsayamasa da bu olaylardan kaynaklanan tepkilerini, aradaki bağlantının farkında olmaksızın terapiste yöneltir. Hastanın bu tür tepkilerine dışa vurma denir.

* Hasta bu tür tepkilerini tedavi dışına da taşıyarak, ailesine, arkadaşlarına v.b taşıyabilir. Bu durum bazı sakıncalar yaratabileceği için, terapistin dışavurumların seans esnasında yaşanmasına gayret etmesi gerekir.

Psikanaliz tedavisi süresince hastanın evlenme, boşanma, iş değiştirme gibi önemli kararlar almasının yasaklanmasının sebebi budur.

Yorumlama:

* Analistin kullandığı en önemli tedavi aracıdır. Analistin tedavi sırasında, hastanın kendi davranışlarına değişik bir açıdan bakabilmesini sağlamak amacıyla yaptığı konuşmalardır.

* Yorumlamanın doğru zamanda yapılması çok önemlidir. Hastanın hazır olmadığı bir zamanda yapılan bir yorum, fayda sağlamayacağı gibi zarar da verebilir.

* Analist yalnızca hastasının anlattıkları üzerine yorumlar yapmakla kalmaz, hastanın dile getiremediği durumları da ona gösterir.

TEDAVİNİN EVRELERİ


Birinci Evre: Hastanın terapiste alışabilmesi sürecini içerir. Analistle hasta arasındaki yabancılığın giderilmesi gerekir. Bu daha sonra hastanın terapistle özdeşimine kolaylık sağlar.
İkinci Evre: Bu evre hastanın analistine karşı bir transferans nevrozu geliştirebilmesini içerir. Bu dönemde hasta çocukluk anksiyetelerine gerileyerek bu duyguları yeniden yaşar ve böylece yorumlama ortamının hazırlanmasına katkıda bulunur.
Üçüncü Evre: Bu evre hastanın ayrılığa hazırlanmasını ve duygularını yapıcı bir biçimde yönlendirmeyi öğrenmesini içerir. Bu dönemde işlenen en önemli konu, hastanın özerklik ve bağımsızlığıdır.

“Uygarlığın bedeli nevrozla ödenir”

SİGMUND FREUD


Kaynak:https://www.pdrciyiz.biz