Bir varmış, bir yokmuş.Bütün masal kahramanları,masallar ülkesinde buluşmuş.Kargalar, güvercinler uçmuş, serçeler gelmiş balkona konmuş.Bizim masal kahramanımız da bir serçe kuşuymuş.
Karlı bir sabaha uyanan minik serçe, yiyecek aramak için bütün gücünü toplayarak uçmuş.Bir o yana, bir bu yana derken küçük bir balkondaki ekmek kırıntılarını fark etmiş. Nasıl sevinmiş...Nasıl sevinmiş...Yemiş de yemiş.Karnını doyurmuş olmanın mutluluğu içerisinde tekrar yuvasına çekilmiş.
Ertesi sabah, yine aynı yöne uçmuş.Ekmek kırıntılarının bulunduğu balkonu hemen tanımış.Evin hanımı sofradaki kırıntıları henüz silkelediği için bir süre havada birkaç tur atmak zorunda kalmış.Evin hanımı içeri girer girmez, bizim minik serçe kırıntıları yemeye başlamış.Soluklanmak için kafasını kaldırdığında bir de bakmış ki, etrafında başka serçeler de kırıntıları yemiyor mu? Sinirlenmiş,minikliğine aldırış etmeden,tüylerini kabartmış.Bunun üzerine diğer serçeler, onu güçlü görüp korkuyla uçmuşlar.Bizim minik serçe de: “Bunlar benim hakkım.Önce ben gördüm.Nasıl olur da onların yemesine izin veririm.”diye düşünürken ne kadar yediğinin farkına varamamış.Aniden nefes alamaz olmuş ve çırpınmaya başlamış. Tam o sırada balkona çıkan evin küçük çocuğu,
minik serçenin çırpınmakta olduğunu görmüş.Minik serçeyi heyecanla avucuna almış ve içeri girmiş. Soğuktan donmak üzere olduğunu düşünen çocuk, onu sobanın yanına yaklaştırmış.Minik serçe bir süre sonra kendine gelmiş.Bu durumu gören küçük çocuk da onu tekrar gökyüzüne salıvermiş.
Minik serçe, geçirdiği ölüm tehlikesinin ardından, hayatta kalmanın mutluluğu içerisinde uçmuş…”Bu bana iyi bir ders oldu” diye düşünen minik serçe, o günden sonra daha paylaşımcı bir serçe olmuş.
Ülkü Duysak