Sümüklü Böceğin Masalı
Bayrama bayram demem,
Şekerleme olmazsa.
Ben masal dinlemem,
Tekerleme olmazsa.
Şekerleme bitti,
Ablam çarşıya gitti.
Çarşıda şeker çok,
Ablamda para yok.
Dişim çürük şekerleme yiyemem;
Zamanım az, tekerleme diyemem .
Tekerleme uzadı, masala başlayalım;
Hep birlikte masal dinlemeye koşalım…
Kitap küçük dev büyük, masalıma sığmadı.
Cüce tatile gitti, sözünde durmadı.
Bir peri yakaladım fotoğrafı çıkmadı.
Nasıl anlatalım masalı?
Ben de buldum bir canlı…
Yürür yürür iz eder, yol boyu yaldız eder.
Boynuzlu, öküz değil; kabuklu, ceviz değil.
Bildim bildim salyangoz, kabuklu sümüklü böcek!
Bu masalda bakalım, yine neler edecek?
Bir sabah erken, davullar vurulmuş; canlılar arası bir yarış kurulmuş. “ Kim her gün aynı hızda koşar?” yarışı. Bülbül hakemmiş, tavşan yardımcı.
Bülbül öterken, güller kokarken, bahar sabahı başlamış yarış. Herkes, her günkü işini yapacak; ne başlangıç çizgisi var ne de varış.
Yarış sonucu; güneş birinci, her gün koşuyor, dağlar aşıyor. İkinci salyangoz, dikkatli yürüyor; ne kaza yapıyor ne çiğneniyor.
Salyangoz duyunca ikinci olduğunu, silip parlatmış hemen kabuğunu. “ Hakkım birincilikti.” deyip övünmüş; süslenip püslenip yollara düşmüş.
O gece bir küçük sümüklü böcek, hani salyangozun kabuksuzu; kendine bir yuva arıyormuş. Geceleri çok üşüyormuş. Bir de bakmış, karşıda pırıl pırıl bir saray; üç katlı ve konforlu. Hemen kapıyı vurmuş. Meğer saray sandığı salyangoz kabuğuymuş. Salyangoz uykudaymış; başını uzatıp sormuş:
- Kim o?
- Benim sümüklü böcek; ne yuva var ne yiyecek… Yol gösterip, yardım eder misiniz bana?
Süslüymüş ama salyangozun evi, pek kötüymüş yüreği. Bu çıplak akrabadan utanmış, onu başından savmış.
- Sizi tanımıyorum. Burada lahanaları bekliyorum. Görevimi çiğneyemem, size yardım edemem.
Sümüklü böcek küçük ama akıllıymış. Görünce salyangozun boynuzlarını, aynı soydan olduklarını anlamış.
- Size yük olmam, çalışırım; hem akrabayız, sanırım.
Salyangoz övünürmüş kabuğunun güzelliğiyle, kendini pek beğenirmiş; üst perdeden çıkmış sesi.
- Benim evim üç katlı, senin çadırın bile yok! Ne akrabalığı?
Sümüklü böcek üzülmüş bu azara.
- Yanılmışım… Hoşça kalın, deyip düşmüş yola. Salyangoz derin bir “Oh!” çekmiş; kendini atmış bir lahananın yapraklarına.
Salyangoz uyurken lahanada, sümüklü böcek varmış ormana. “Merhaba!” deyip ağaçlara, iş aradığını duyurmuş. Kimi ağaç şaşırmış, kimi gülmüş.
- Sümüklü böcek, suya düşecek… Çalışıp kazanıp ömür sürecek!
Sonunda bir çınar seslenmiş.
- Söyle bakalım küçük, ne istiyorsun?
- Çalışmak istiyorum çınar amca.
- Peki karşılığında ne istersin?
- Dostluk ve barınacak yer…
- Aferin, demiş çınar. Çalışanları severim. Beni kemiren kurtları kovarsan, kovuğumda barınırsın, yaprağımla doyunursun. Ama belki yorulursun…
- Hiç yorulmam çınar amca, deyip sümüklü böcek, başlamış dalları dolaşmaya.
Kovarken kurtları, alay etmiş bir sivrisinek.
- Seni akılsız seni… Bunca lahana var bostanda; bunca salata var, yeşil, gevrek…
- Emeğimin karşılığı daha tatlı hırsızlıktan, demiş; çınar yaprağı yiyerek bizim sümüklü böcek.
Bu arada leylek yol çantasını hazırlamış; kırlangıç kilitlemiş evini güz yaklaşınca. Çınar seslenmiş.
- Hey küçük! Güz geliyor yaprak dökeceğim…
Sümüklüböcek üzülmüş.
- Peki ben ne yiyeceğim?
- Bir yuva hazırla kovuğumda, yapraklarla doyur karnını. Kışı geçir uykuyla… Dinlen… Görüşürüz baharda…
Uykuyla geçirir kışı sümüklü böcek, ayı, köstebek… Güzden iyice doyururlar karınlarını. Bizimki de hazırlanmış uykuya. Çalışıp hak etmiş tatili. Çınar ona bütün kış rüzgarla söylemiş ninni. Kış gelip çatınca, merak etmez misiniz salyangoza ne olmuş? Hani şu süslü salyangoz. Yaz güz dolaşmış bostanı, bir oraya bir buraya. Kışla birlikte süzülmüş bir lahananın göbeğine.
Bahçıvan amca gelmiş, lahanaları kesmiş; bizimki uykudaymış, hiçbir şeyi duymamış. Lahanalar doğru pazara, başlamış satılmaya.
- Kar beyaz lahanalar… Dolmalık, kapuskalık… Bunlardan tazesi yok, düşünme al çabucak…
Salyangozun lahanasını bir kadın almış. Fakat epey pasaklıymış, ne yıkamış ne ayıklamış. Bıçakla dörde bölüp atmış tuzlu suya, turşusunu kurmuş. Bilmiyoruz; bizim salyangoza ne olmuş… Ama bir daha onu gören olmamış… Ona sakın ağlamayın, tembellere acımayın. O, kimseye acımadı, hazır yedi çalışmadı. Güzelliğiyle övündü, kimsesizlere güldü…
Masalı söyleyene, oturup dinleyene;
Ne gökten elma düştü, ne hazır helva pişti.
Verilmeyince emek, ne aş olur ne ekmek!
Masaldan tat alalım, düşü gerçek yapalım…