TAVŞAN İLE CİVCİV
Tavşanın biri, okumaya çok meraklıymış. Okuduğu her yazıdan sonra, okuduklarını anlatacak birini ararmış. Bir gün bu tavşan bir civcivle karşılaşmış. Civciv tavşanın anlattıklarını ilgiyle dinlemiş. Bir süre sonra epey bir bilgi birikimine sahip olmuş ama okuma-yazma bilmiyormuş.
Tavşana:
" Bana okuma-yazma öğretebilir misin? " diye sormuş.
Tavşan:
" Aman efendim, ne demek? Tabi ki, okuma-yazma öğretirim, " demiş.
Aradan günler geçmiş. Civciv okuma-yazma öğrenmiş. Kitapları çok sevmiş. Onların içinde bilim, bilgi, kültür saklıymış. Okumuş, okudukça okuyacağı gelmiş. Hayatı sorgulamaya başlamış. Hemen her söylenene inanmamış. Araştırmış. Bakalım bunlar doğru mu, diye.
Günlerden bir gün civcivin aklına şöyle bir düşünce gelmiş: " Tavuk yumurtasından çıkana civciv deniyor. Ben kalabalıkta değil ayrı durmalıyım. Adı şu denince, ha bildim onu, diyebilmeli canlılar. "
Kendine özel isim aramış ve sonunda bulmuş. Benim adım Civcettin demiş. Bunu arkadaşı tavşana söylemiş. Tavşan konuya akılcı yaklaşmış ve Civcettin'ın beklemediği bir atak yapmış:
" O zaman benim adım da Tavşaniye. "demiş. Tavşaniye ile Civcettin birbirlerine sıkıca sarılmışlar.
Onlar okumuşlar, hep okumuşlar. Okuduklarımız bizde kalmasın başkalarına da ulaşsın diyerek diğer canlılarla fikir alışverişinde bulunmuşlar. Sonunda, o canlıların da karanlıktan kurtuldukça aydınlık yarınlara selam verdiğini görmüşler. Aydınlığın her zaman karanlığı yeneceğinden emin olmuşlar ve mutlu olmuşlar.
SON
SAFİYE PAPAĞAN VE ÖRDEK
Arkeolog amcası Güney Amerika'dan gelirken yeğeni Safiye'ye hediye olarak bir papağan getirmiş. Bu papağan çok güzel Türkçe konuşuyormuş. Safiye ile papağan devamlı tartışma halindeymişler:
" Sen ne diyorsun Safiye, beni küçük görmekten vazgeç. "
" Ne yapayım yani büyük mü göreyim? "
" Evet, büyük gör. Ben papağanların kralıyım. Amazon Ormanları'nda yaşıyordum. On yıl önce avcılara yakalandım, amcana satıldım. Sen o zamanlar daha doğmadıydın. Amcan bana konuşmayı öğretti. Sonra getirip sana hediye etti. Ama iyi oldu. Şu kafesin içinde yaşamaktan bıkmıştım. Yakında beni bırakırsın sanırım. "
" Şuna bak, seni niye bırakayım? Ne güzel eğleniyoruz işte. "
" Sen buna eğlence mi diyorsun? İnanırım, cebinde bir altın bile yoktur. "
" Altın mı? Cebimde altının ne işi var? "
" Olsa fena mı olur? Bin altının olsun istemez misin? "
" Şey, tabi ki isterim. Ama nerde bende o şans? "
" Aman Safiye, yaman Safiye, şans ayağına geldi, baksana tuttu kafiye. "
" Şans ayağıma mı geldi? Hani nerde? "
" Senin şansın benim. Bırak beni sana bin altın getireyim. "
Papağana inanan Safiye, onu serbest bırakmış. Papağan, yakında görüşürüz, deyip uçup gitmiş. Pencereye çıkıp papağanın arkasından bakmakta olan Safiye'ye bahçedeki paytak ördek:
" Konuşmanızı duydum. Bu papağan gider ama geri gelmez. Sana da altın falan getirmez. " demiş.
Bunun üzerine Safiye:
" Getirmezse getirmesin. Bir şey kaybetmiş sayılmam. Ama ya geri gelirse, bin altın getirirse? Zengin oldum gitti sayılır. " demiş.
Aradan iki ay geçmiş. Safiye yine bir gün öğle vakti papağanın dönüşünü pencere kenarında bekliyormuş. Birden gökyüzü kararmış. Yüzlerce papağan bahçeye inmiş. Her birinin gagasında bir altın lira varmış. Kral papağan, saygılarını sunduktan sonra, papağanlar altınları bahçeye bırakmışlar ve uçup gitmişler. Safiye bahçeye çıkıp altınları bir torbaya doldurmuş. Paytak ördek olanlara şaşmış. Safiye altınları babasına, annesine ve abisine göstermiş. Hepsi sevinç içindeymiş. Kırk gün kırk gece tef çalıp oynamışlar.
SON
TALHA KARINCA VE KARGA
Talha çalışkan bir çocukmuş. Derslerini bitirmiş ve oynamak için, bahçeye çıkmış. Sağa sola bakınırken aniden otların arasından gelen bir ses duymuş. Eğilmiş, bakmış. Seslenen bir karıncaymış:
" Hey çocuk, lütfen bana yardım eder misin? " diyormuş.
Bunun üzerine Talha:
" Tabi yardım ederim ama nasıl bir yardım istiyorsun, onu söylemedin. " demiş.
" Yuvam dut ağacının yanında. Karganın biri, gelip duruyor, karıncaları bir bir topluyor. Gelip görünsen karga senden korkar, kaçardı. "
" Tamam karınca kardeş, hemen yardıma koşuyorum. "
" Bravo sana çocuk! "
Talha karınca yuvasına vardığında kargayı karıncaları yerken görmüş:
" Kışt sefil karga, uç git, uzaklaş buradan.. " diye bağırmış.
Karga gak gak diye bağırarak uçup gitmiş. Talha sonraki günlerde karınca yuvasına göz kulak olmuş. Karganın yuvaya yaklaşmasına izin vermemiş.
Aradan birkaç hafta geçmiş. Talha bir gece akşam yemeğinden sonra ödevini tamamlamak için, odasına çekilmiş. Kitabını, defterini açmış, silgisini bulmuş ama kalemi yokmuş. Çantasına bakmış, dolabına bakmış, odasında aramış. Kalemi bulamamış. Ne yaparım ben şimdi, ödevimi nasıl tamamlarım diye söylenirken dolabın altından çıkan karıncaların bir kalemi sürüklediğini görmüş. Öne çıkan karınca:
" Bak çocuk, kalemin buraya düşmüş, artık ödevini tamamlarsın. " demiş. Bu karınca yardım ettiği, iyilik yaptığı karıncaymış. Talha'nın sevincine diyecek yokmuş. Karıncalara teşekkür etmiş ve ödevini çabucak tamamlamış.
Her iyiliğin karşılığı olurmuş, iyilikler karşılıksız kalmazmış. Yardımlaşalım, iyilik yapalım ve dünyayı daha bir yaşanır hale getirelim. Haydi ne duruyoruz o zaman?
SON
ŞANSSIZ KÖYLÜNÜN ŞANSI
Köylünün birinin hiç şansı yokmuş. Doğuştan şanssızmış. Bütün işleri ters gidermiş. Günlerce uğraşmış, tarlasını kazmış, tohum atmış. Sonbahar yağmurları başlamış ama çevredeki bütün tarlalara yağmur yağmasına karşın, şanssız köylünün tarlasına bir damla yağmur düşmemiş. Köylü çaresiz dereden taşıma suyla tarlasını sulamış.
Mart ayında hava ısınmış, güneş çıkmış, tarlalarda ekinler boy atmaya, sebzeler olgunlaşmaya, ağaçlar çiçek açmaya başlamış. Bu yalancı bahar uzun sürmemiş, aniden yağan dolu tarlaları alt üst etmiş. Tahmin ettiğiniz gibi, şanssız köylünün tarlasına hiç dolu yağmamış, o da bol ürünü, şu yokluk zamanında iyi bir fiyata satarak zengin olmuş.
Şansım yok diye dövünme, şanslıyım diye sevinme. Devran döner ve öyle bir gün gelir ki, şansım yok diyen sevinir, şanslı dövünür.
SON