Yavru tavşanındı saray. Bir sabah bayan gelincik zaptetti yavru tavşanın sarayını.
Vay kurnaz vay! ev sahibi evde bulunmadığından kolay oldu bu iş hemde pek kolay.
O gün şafakla çıkıp gitmişti tavşan. Kırlar kekik kokuyordu, mis gibi kekik. Bizimki yiyip içip mahzenine döndüğü zaman gelincik pencereye dayamıştı burnunu.
Tavşan orada görünce onu:
"Hey.... Bayan.... Çıkın hemen baba yadigarı evimden. Yoksa haber yollarım bütün farelere." Dedi.
Cevap verdi sivri burunlu gelincik:
"Toprak onu ilk ele geçirenindir," dedi.
Savaşılmaya değerdi doğrusu.
"Ne tuhaf iş, dedi gelincik, burası bir krallık olsa bile, tapusunu şuna, buna, hatta bana değil de filanca oğlu falanca tavşana kim vermiş?"
Falanca tavşan söz açtı geleneklerden:
"Ben, dedi, ben, kanunen sahibim bu yere. Burası babadan oğula kalır kanuna göre. Böylelikle filandan kaldı falana falandan kaldı bana. Sanki 'ele ilk geçirmek' kanunu daha mı iyi?"
Gelincik, "Uzatmayalım" dedi. "Davamızı halletsin, gidip görelim de Samur'u.
"Keşiş gibi inzivada yaşayan bir hayvandı Samur. Yüzü gülerdi her zaman. Evliya gibi bir şey, yağlı, tüylü, şişman. Karışık işleri halletmekte de uzmandı.
Teklifi kabul etti tavşan.
İşte ikisi de kürklü beyin karşısındadır.
"Yaklaşın çocuklar, yaklaşın dedi Samur, artık ihtiyarladık da sağır oldum biraz sağır."
Yaklaştı ikisi de çekinmeden.
Bizim sofu balık da tam vaktinde doğruldu, attı iki pençesini hemen davacıları yutup aralarını buldu.
İşte çok defa böyle hakemlik eder küçüklere büyükler