Böyle bir dostunuz oldu mu hiç?
Daima düşünceli idi.
Susması, konuşmasından uzun sürerdi; lüzumsuz yere konuşmaz, konuştuğunda ne fazla ne de eksik söz kullanırdı.
Dünya işleri için kızmazdı.
Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.
Gülmesi, gülümsemekti. Gülümserken de, ağzındaki dişleri dolu taneleri gibi görünür ama birbirinden ayrılmazdı.
Mahzundu.
Onu birden bire görenler manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar, kendisini yakından tanıyınca da ona derin bir sevgi ile bağlanırlardı. Onun meziyetlerini anlatmak isteyen: "Ben ne ondan önce, ne de sonra onun bir benzerini gördüm" demekten kendini alamazdı.
Kimse ile çekişmez, bağırıp çağırmazdı.
Affediciliği tabiî idi. İntikam almazdı, düşmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.
Kendisini, üç şeyden alıkoymuştu: Kimseyle çekişmezdi; çok konuşmazdı; faydasız, boş şeylerle uğraşmazdı.
Umanı, umutsuzluğa düşürmezdi; hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.
Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınamaz, ayıplamazdı; kimsenin kusurunu araştırmazdı. Kimseye, hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.
Konuşurken meclisinde bulunanlar başlarına bir kuş konmuş gibi sessiz ve hürmetkâr dururlardı. O sözünü tamamlayınca diğerleri fikirlerini söylerler fakat onun yanında asla tartışıp çekişmezlerdi; birisi konuşurken öbürleri susarlardı.
Bir toplulukta bulunduğu zaman bir şeye gülerlerse o da güler, bir şeye hayret ederlerse o da onlara uyarak hayret ederdi.
Yanına gelen yabancıların söz ve sorularındaki katılık, kabalık ve kırıcılığa--dostları da kendisi gibi davransınlar diye-- katlanırdı.
Gerçeğe aykırı övmeyi kabul etmezdi.
Her zaman ağır başlıydı.
Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı. Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı.
Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü; ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilir, vakar ve sükûnetle rahatça yürürdü.
Bakacağı kişiye ve istikamete vücuduyla yönelirdi. Etrafına gelişi güzel bakınmazdı.
Yeryüzüne bakışı, semaya bakışından çoktu ve yeryüzüne bakışı da göz ucuyla idi.
Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.
Bir gün kendisinden yaşça küçük bir dostunun omuzlarından tutarak şöyle demişti: "Sen dünyada garip kimse yahut bir yolcu gibi yaşa."
Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir hâletle dururdu; yüzünde daima ışıldayan bir parlaklık vardı.
Adet üzre sarf edilen hiçbir kötü sözü ağzına almadı. Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.
Fakirlerle birlikte yerdi, öyle ki onlardan ayırdedilmezdi.
Biriyle karşılaştığında beklemeksizin önce o selam verirdi; el sıkıştığında karşısındaki elini bırakmadıkça o da bırakmazdı.
Önüne ne konulursa yerdi. Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.
Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmez, bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.
Sabahları evinden çıkarken şöyle
söylerdi: "İlâhî, doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kaymaktan ve kaydırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa mâruz kalmaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlığa uğramaktan sana sığınırım."
Sıradan değildi; sıradan insanlar gibi yaşadı.
O, zaten dostunuz!