99'daki depremde enkazdan 4.5 saat sonra çıkarılan Ömür Kınay tekerlekli sandalyeye mahkûm kaldı ancak yılmadı. Ömür, Londra'da burslu okuyor
Merkez üssü Kocaeli'nin Gölcük İlçesi olan 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden tam 11 yıl geçti. 45 saniyede 7,4 büyüklüğündeki deprem resmi kayıtlara göre 17 bin 480 can aldı. Hayatta kalanların yüreği ise bu depremden sonra hep eksikti. Ama içlerinden iki genç vardı ki onlar felaketlerden başarı, şampiyonluk yarattı. Biri Ömür Kınay, diğeri Kenan Sofuoğlu. Onlar enkazdan çıkan filizler gibiydi. İşte iki gencin, çarpıcı öyküsü: Uzun yıllar Almanya'da yaşayan Mine Kınay, depremden birkaç yıl önce İstanbul'a dönmüştü. Tek hayali 20 yaşındaki kızı Ömür'le birlikte oturacakları bir ev almaktı. Depremden yaklaşık bir hafta önce bu hayalini gerçekleştirdi ve Sefaköy'de bir daire satın aldı. Ancak hayalleri 7 gün sonra yerle bir oldu. Deprem başladığında ana-kız birbirlerine sarıldı. Anne, enkazın altında öldü. Ömür ise tam 4,5 saat sonra kurtarıldı. Ömür Kınay'ın beton bloklar arasında boynu yan yatmış fotoğrafı depremde zihinlere kazındı. Fotoğrafı çeken Anadolu Ajansı Muhabiri Hasan Türkan'dı. Bu fotoğrafla Ömür Kınay, depremin sembol kızı olarak anılmaya başlandı. Deprem sonrasında tekerlekli sandalyeye mahkûmdu. 2005'te İstanbul Kültür Üniversitesi İletişim Tasarım Bölümü'nde burslu okuma hakkını kazanan Kınay, 14 aydır Londra'daki Sofra Restoranları zincirinin sahibi Hüseyin Özer'in verdiği bursla Brighton şehrinde kalıyor.
BÜYÜK ACILARIN TARİHİ
Bugün 31 yaşında Ömür Kınay, telefon görüşmemizde 17 Ağustos'ta yaşadığı tedirginliği, "Sözcüklerle anlatamıyorum. 17 Ağustos çok büyük acıların tarihi. Günler öncesi gerginliğim başlıyor. Çok duygusal oluyorum. Ailem yanımda olmazsa yalnızlığıma gömülüyorum" sözleriyle anlatıyor. Kınay, geçtiğimiz aylarda hocasının 'Ömür gel İstanbul'a tepeden bakalım' teklifini engelli olduğu için kaçırmadığını belirtiyor ve duygularını "Tekerlekli sandalyeme rağmen helikoptere bindim. Gökyüzünden İstanbul'u seyrettim. O an depremi düşünmemeye çalıştım" diye aktarıyor. Kınay'ı en çok düşündüren ise bursunu tamamladıktan sonra Türkiye'ye döndüğünde bir engelli olarak nasıl yaşayacağı. Kınay, engelliler için yeterli düzenlemelerin yapılmamasından yakınıyor. Kınay, Arapça'da "Ol" anlamına gelen "Kün" adlı filmiyle 2007'de 14'üncü Altın Koza Film Festivali'nde "En İyi Deneysel Film Ödülü" nün sahibi olmuştu. Kınay'ın, engelsiz birinin engelli dünyasında iş aramasını konu alan 'Empati' adlı animasyon filmini Okan Bayülgen seslendirmişti.
depremin simgesi haline gelmiş bu fotoyu çeken Anadolu Ajansı'nın başarılı muhabirlerinden Hasan Türkan geçirdiği motosiklet kazasında öldü.
sabah
BİR AZMİN ÖYKÜSÜ
VE
AZİMLE GELEN ÖDÜLLER
Tarih 17 Ağustos 1999, sıcak ve sıkıntılı bir hava, gece saat 03:02, merkezi Kocaeli-Gölcük olan, Richter ölçeğine göre 7.4 büyüklüğünde gerçekleşen, büyük çapta can ve mal kaybına neden olan bir deprem meydana geliyor. Sonuç, resmi raporlara göre, 17.480 ölüm, 43.953 yaralı, resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50.000 ölüm, ağır-hafif 100.000 e yakın yaralı.
ÖMÜR KINAY; depremde göçük altında kalan 20 yaşında Açıköğretim Fakültesine devam eden gencecik bir kız. Kendi tabiriyle deprem sonrasında hayatı tamamen değişiyor, ama bütün zorluklara, acılara karşın O, hayata sevgiyle, gülerek ve azimle bağlanıyor ve Altın Koza Film Festivali’nde Mevlana'nın 7 öğüdünü 3 dakika 20 saniyelik kısa metrajlı filmle sunarak, “En İyi Deneysel Film Ödülü”nün sahibi oluyor.
O kadar sıcacık ve güler yüzlü ki, bunu e-mail ile gönderdiği cevaplarında da görüyorsunuz.
Aşağıdaki söyleşi de: D işaretini gördüğünüz yerler, O’nun gülümseyerek sorularımıza verdiği cevaplardır.
Yukarıdaki resimde, O’nu göçük altından çıkarılırken görmekteyiz. Ancak, O, o anları hatırlamak bile istemiyor ve bu tür yazıları ve haberleri de okumuyor ve artık yaptıklarıyla konuşulmak istiyor. Haklı da, çünkü çok başarılı ürünlere imzasını atıyor ve başarılarını ödüllerle pekiştiriyor.
Biz niye koyduk; hayat zaman zaman çok acımasız olabiliyor, Ömür, hepimize örnek olmalı, O’ndan almamız gereken çok ders var; Ömür geçmişe değil, ileriye bakıyor, hedefleri var, “Gelecekte deprem konusunda film yapmayı düşünür müsünüz” diye sorduğumuzda, “Sanırım hayır, ama engellilerin yaşam alanı kısıtlamasıyla ilgili yapmak isterim” diyerek, topluma olan sevgisini, hoşgörüsünü, şefkatini ispatlıyor.
Tıpkı filmini yaptığı Mevlana gibi…; Sırası gelmişken, Ömür’le birlikte Mevlana’nın 7 öğüdünü siz okuyucularımızla da paylaşmak istedik.
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol,
şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,
hoşgörürlükte deniz gibi ol,
ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol'
Son Söz: “…araştırma ödevlerimiz olurdu, onlar için Beyazıt Kütüphanesine giderdik, simdi maalesef kullanılamıyor zaten benim için oralar çok zor, engelli insanlar için bu ülkede pek çok yere ulaşma imkânı yok…”, diyor sevgili Ömür, çok da haklı. Meslektaşlarıma buradan sesleniyorum. Ömür’e kulak verelim.
Aşağıda ÖMÜR KINAY’ LA yapılan söyleşi yer almakta.
…Öncelikle bu film yine benim ödevimdi, Oguzgan Hoca ‘’şiir veya anlatı’’ yi isleyeceksiniz dedi bir sonraki filmimiz için ayrıca bana donup, ‘’çekeceğin filminde yine bu stopmotion tekniğini görmek istiyorum’’ dedi bana, benimde derste bir anda Mevlana geldi aklıma, filmi bir anda kafamda kurgulamıştım aslında, ders arasında yanına gidip bahsettim ’’çekte görelim’’ dedi, bu cevap beni biraz korkutmuştu aslında...
Sayın Kınay, öncelikle sizi okuyucularımıza tanıtmak istiyorum. Bize kendinizden söz eder misiniz? Ömür Kınay kaç yılında nerede doğdu, hangi okulları bitirdi, nelerden zevk alıyor, yaşama nasıl bakıyor.
1979 İstanbul doğumluyum, Bakırköy Kız Meslek Lisesi Resim bölümünden 1996’da mezun oldum, o dönemler liselerde kredili sistem deneniyordu, ilk denenen öğrencilerdeniz, başarılı olup yeterli krediyi tamamlarsanız 5 dönemde mezun oluyordunuz, benimde öyle olmuştu ama bunun kotu yani bütün arkadaşlarınız okula gidiyor siz evde tek başınıza kalıyorsunuz.
Sonrasında Açıköğretimde eğitimime başladım, çeşitli dergi ve reklâm ajanslarında çalışmaya başlamıştım,
1999 deprem hadisesi hayatimi tümüyle değiştirdi. Deprem sonrasında uzun bir hastane hayati, tedavi sureci benim için başladı, ayni zamanda da yeniden is hayati, çalışmayı çok seviyorum, tedavi gördüğüm Yaşamkent Fizik Tedavi Merkezinin bağlı bulunduğu toplantı merkezi vardı orada resepsiyon görevlisi olarak ise başladım Nisan 2001’de,
Yine 2001 senesinde İstasyon Sanat Merkezi reklam & grafik bölümünde burslu okumaya başladım, hafta içi tedavilerim devam ediyordu sabahları, öğleden sonra resepsiyonda çalışıyordum, hafta sonlar da 2 sene boyunca istasyon sanattaki okuluma gittim, bu okul sırasında istasyon sanatta bir suru karma resim sergisinde resimlerim sergilendi, çok yoğun ama keyifli bir tempoydu benim için.
2005 senesinde öylesine diye, hazırlanmadan girdiğim sınavda yeterli puanı almıştım ve İstanbul Kültür Üniversitesi’nde burslu okuma hakkını verdiler / iletişim tasarımı bölümünde öğrenimime başladım 9 yıl sonra: D
Son 2 yıldır İngilizcemi geliştirmek için yurtdışına dil okullarına gidiyorum, okul bitti, Cuma günü sınava girdim, cumartesi İngiltere’de başka okuldaydım, hep ders, hep ders
ÖMÜR KINAY İNGİLTERE’DE
ARUNDEL ŞATOSU-İNGİLTERE
Nelerden zevk alıyorum; seyahat etmekten çok hoşlanıyorum, Formula 1 sporunu takip ediyorum, bazı sporları yapabiliyorum; örnekse tüplü dalışı denedim, rafting, gocart ...
Bildiğim kadarıyla siz, İstanbul Kültür Üniversitesi İletişim Tasarımı Bölümü 2. sınıf öğrencisisiniz. Bu bölümü neden seçtiniz ?
Bu bolumu seçme sebebim zaten küçüklüğümden beri resim yapan biriyim ve tasarım bana çok uzak değildi.
Ders programlarınız arasında “Sinema ve TV’de Yapım” adı altında bir dersiniz var. Bu filmi gerçekleştirmede aldığınız derslerin etkisi var mı?
Bende bir video kamera alamadım ve en yakin arkadaşımdan rica ettim bana model olmasını, bir dijital fotoğraf makinem vardı onu sabitledim odamda çalışma masama ve gerçek zamanla sabahın ilk ışığından aksamın ilk karanlığına kadar yaklaşık 15-20 Dakka aralıklarla 380 fotoğraf çekip onları birleştirmek usulüyle fotoğraflı stop-motion yaptım, bu çalışmamı Oguzhan hoca ilginç buldu…)
Aslında benim izlencem Canlandırma Sineması yani animasyon, yönetmenlik öğrencileri Uzlaşma ve Hırsız Var filmlerinin yönetmeni Oguzhan Tercan’dan ders alıyorlardı, bir gün okulda 1. sınıftayken Oguzhan hoca’nın dersine katildim, 3. sınıf öğrencilerine kısa filmler çektirmişti bunların eleştirisini yapıyordu öğrencileriyle, bu dersten çok keyif almıştım ve 2. sınıfta seçmeli ders olarak Oguzhan hoca’nın dersini almaya karar verdim, derste ilk ödevimizi bize verdiğinde çok zor gibi geldi, kamerayla 1 dakikalık ‘’bir bekleme’’ konulu film çekmemizi istedi herkes bireysel çekip getirecekti;
Bende bir video kamera alamadım ve en yakin arkadaşımdan rica ettim bana model olmasını, bir dijital fotoğraf makinem vardı onu sabitledim odamda çalışma masama ve gerçek zamanla sabahın ilk ışığından akşamın ilk karanlığına kadar yaklaşık 15-20 dakika aralıklarla 380 fotoğraf çekip onları birleştirmek usulüyle fotoğraflı stop-motion yaptım, bu çalışmamı Oguzhan hoca ilginç buldu. Sonrasında okulda üst sınıftakiler herkes yanıma gelip filmimi görmek istediklerini söylediler. İzlemek isteyenler için youtube’da o filmim var ‘’an be an’’ ismi.
Film yapmak hem pahalı hem de zor bir iş, nasıl başardınız.
Gerçekten film yapmak zor ama iyi bir ekip oluşturursanız, is bolumu yaparsanız kolaylaşıyor, bir kaç yakin arkadaşım toplandık ve herkesin bir görevi oldu.
Biraz da filminizden söz etmek istiyorum. Filminizin konusu ve vermek istediğiniz mesaj hakkında bilgi verebilir misiniz?
Öncelikle bu film yine benim ödevimdi, Oguzgan Hoca ‘’şiir veya anlatı’’ yi isleyeceksiniz dedi bir sonraki filmimiz için ayrıca bana donup, ‘’cekecegin filminde yine bu stopmotion tekniğini görmek istiyorum’’ dedi bana, benimde derste bir anda Mevlana geldi aklıma, filmi bir anda kafamda kurgulamıştım aslında, ders arasında yanına gidip bahsettim ’’çekte görelim’’ dedi, bu cevap beni biraz korkutmuştu aslında...
Biraz çekim aşamalarımda bahsetmek istiyorum; öncelikle semazen görüntülerine ihtiyacım vardı, çok ilginçtir ki çok kişinin bildiği Semah gösterilerinin yapıldığı yerler, öğrenci olduğumu söylememe rağmen benden 2000 YTL. Ücret talep ettiler tabi ki vermedim, öğrenci ekibimiz toplandık ve filmimin yapımcılığını üstlenen Elif Erturk ve Aykut Kici arkadaşım, Mevlana Kültür Merkezi ile bağlantıya girdi ve sağ olsunlar, bizi kırmadılar.
Ardından stopmotion tekniğinde kullanacağım konu Camocağı / Beykoz’da cam ustası Ahmet Özdemir’in camdan oluşturduğu Semazen figürüydü bununda çekimlerini tamamladık, okuldan fotoğrafçılık bölümünden Guray Uzunokyay arkadaşımdan bunun çekimlerini yapmasını istedim daha profesyonelce olmasını istedim fotoğrafların.
Sıra’da anlatı vardı ve bence buna en uygun sözler Mevlana’nın 7 öğüdüydü, birçok şeyin özetiydi, muhteşemdi, bunun seslendirmesini Sayın Okan Bayülgen’den rica ettim beni kırmadı, Makina programı bittiğinde yılbaşı sabahı saat 06.00’da seslendirme için kanal D stüdyolarındaydı, muhteşem bir jestti benim için.
Müzik için ise Mercan Dede’nin albümlerini dinliyordum, Abı Nafi isimli şarkisini çok beğendim, Ceza ile beraber yaptıkları bir müzikti bu, filmime bunu kullandık.
Tüm bunlardan sonra sırada en önemli şey vardı, kurgu; bu konuda çok iyi olduğuna hem fikir olunan Ferhat Şeker’e gittik arkadaşımla, 9 saat kurguyla uğraştı ve ortaya filmimiz ‘’Kün’’ cıktı.
Sonra kısa filmlerde eğer filmi yarışmaya da gönderecekseniz etik olarak mutlaka kullandığınız müziklerin iznini almanız gerekmektedir, Mercan Dede ve Ceza’nın şirketlerinden filmimde kullanmak üzere izinlerini aldım, sağ olsunlar verdiler.
Ve en büyük teşekkürüm çekimlerde hep fikrine danıştığım hocam Turhan Yavuz.
Bu filminizle 3 ödül aldınız. Biraz da aldığınız ödüllerden bahsedelim.
İlk olarak Malatya İnönü Üniversitesinin ilk kez düzenlediği ama yıllardır düzenlemişler gibi profesyonelce yaptıkları festivale filmimi gönderdim, festival suresince İnönü Üniversitesinde misafir edildik, diğer kısa film katılımcılarıyla, orda Jüri özel ödülünü kazandık.
Ardından Yıldız Teknik Üniversitesinin düzenlediği 4. Kısaca festivalinde 2.lik ödülünü kazandık.
Son olarak 14.Adana Altın Koza’da filmimiz en iyi deneysel film ödülünü aldı, muhteşemdi benim için, kelimeler kifayetsiz kalıyor.
Milliyet Gazetesinin 23 Haziran 2007 tarihli Cumartesi ekinde “Deprem Kız Altın Kozayı Kazandı” başlıklı bir haber vardı. Böyle bir başlık sizde nasıl duygular uyandırdı, neler hissettiniz.
Sanırım Sabah Gazetesi olmalı ama emin değilim; tabi bu ‘’deprem kız’’ ya da ‘’sembol kız’’ yakıştırmaları ne yaparsam yapayım, hayatimin her döneminde böyle lanse edileceğim, tabi ki o fotoğrafımı görmekten çok hoşlanmıyorum, ne kadar sevinçli bir haber olsa da, Altınkoza fotoğrafı koyulduğunda yine de yanına mutlaka deprem fotoğrafım basılıyor, bu yüzden genelde haberi tam okumuyorum maalesef...
Gelecekte deprem konusunda film yapmayı düşünür müsünüz?
Sanırım hayır ama engellilerin yasam alanı kısıtlamasıyla ilgili yapmak isterim.
…Üniversitesi bir yasam alanı olmalı, her tur bilgiyi, sosyal aktiviteyi içinde bulundurmalı, büyük şehirlerdeki üniversitelerde genelde bu uygulanmıyor, insanlar üniversiteye girip sınava girip çıkıyorlar, ne kütüphaneler kullanılıyor ne sportif faaliyetler yapılıyor… Araştırma ödevlerimiz olurdu, onlar için Beyazıt Kütüphanesine giderdik, simdi maalesef kullanılamıyor zaten benim için oralar çok zor, engelli insanlar için bu ülkede pek çok yere ulaşma imkânı yok,
Sayın Kınay, üniversitemizdeki öğrencilerimizle yaptığımız söyleşilerde son soru olarak eğitim ve kütüphane konuları üzerinde duruyoruz. Türkiye’deki üniversitelerde verilen eğitim-öğretim konusundaki düşünceleriniz neler, nasıl bir eğitim-öğretim istersiniz.
Üniversite bir yasam alanı olmalı, her tur bilgiyi, sosyal aktiviteyi içinde bulundurmalı, büyük şehirlerdeki üniversitelerde genelde bu uygulanmıyor, insanlar üniversiteye girip sınava girip çıkıyorlar, ne kütüphaneler kullanılıyor ne sportif faaliyetler yapılıyor, ben saatlerce okulumdan çıkmak istemiyorum, okulumu çok seviyorum, çok geç saatlere kadar okulda kalıyoruz bir kaç arkadaş, sınav zamanları bos bir sınıf istiyoruz okuldan arkadaşlarla sınıfı, tahtayı kullanıp sınavlara bu şekilde hazırlanıyoruz, kütüphaneden gerekli kitapları alıyoruz sınıfa getiriyoruz, sınıftaki bilgisayardan internet kullanarak tam bilgiye ulaşıyoruz.
Araştırma ödevlerimiz olurdu, onlar için Beyazıt Kütüphanesine giderdik, simdi maalesef kullanılamıyor zaten benim için oralar çok zor, engelli insanlar için bu ülkede pek çok yere ulaşma imkânı yok,
Kütüphaneyle nasıl tanıştınız ve hayalinizdeki olması gereken kütüphane nasıl bir kütüphanedir?
1993 senesinde kütüphane ile tanıştım, lisedeydim ve o zamanlar internet yok en azından bende yok
,
Araştırma ödevlerimiz olurdu, onlar için Beyazıt Kütüphanesine giderdik, simdi maalesef kullanılamıyor zaten benim için oralar çok zor, engelli insanlar için bu ülkede pek çok yere ulaşma imkânı yok, okulum bu konuda çok iyi, hiç zorluk yaşamıyorum.
Öncelikle size hayran kaldığımı öncelikle belirtmek isterim. Onunuz çok acık, sizin ileride çok ünlü, Türk sinemasının saygın bir yönetmeni olacağınıza inanıyorum. Ve gönlüm yurt dışında da ödüller almanızı diliyor. Bu azimle de mutlaka olacaktır, buna inanıyorum.
Bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ederiz
Ben teşekkür ederim.
alıntı