Bayanları anlatırken istisnalar kaideyi bozmaz deyip devam ederler ya...Bayanlar şöyledir, bayanlar böyledir, şunu isterler, bunu isterler. Hatta dizi filmlerde sevgilisi ya da eşi özel bir günü hatırlamadı diye ortalığı ayağa kaldırmaya hazır bayan karakterleri ve ben artık bütün senaristlere "hayır artık" derim bu kadarı da olmaz.
* Evlilik yıldönümü, doğum günü, sevgililer günü gibi günler gerçekten hatırlanması gereken günler mi?
* Farklı özelliklere ve zevklere sahip olması gereken bayanların, çok farklı şarkılar dinlerken, çok farklı kıyafetler giyerken, neden bir evlilik yüzüğü için bekledikleri bir zümrüt, bir yakut gibi taşlar değildir de hepsinin de beklentisi tek taş pırlantadır. Amerikan filmleri ile başlatılıp yerli programlarla ve reklam destekleri ile bu zamana kadar insanların kafasına adeta hipnoz gibi kazınmış olan bu gelenek bana hiç çekici gelmez. Dahası pırlantanın insan üzerinde olumsuz etkileri olduğundan bahsediliyor artık.
*Neden bütün filmlerde ve dizilerde bir bayanla bir erkeğin önceden tasarlanabilecek en romantik anı genellikle uzun bir masa, mumlar, kadının giydiği tuvalet, erkeğin smokini, kadehlerde şampanya, birinci sınıf bir restorant vs dir?
* Yine televizyon dizilerinde bir erkek neden kendisini karısına ya da sevgilisine çok özenli ve süslü kelimelerden seçilmiş olan bir şiiri okumak zorunda hisseder?(şiir yazmak ve okumak farklı bir hünerdir ve insanlar bence doğal olmalılar, sevdiğini hissettirmenin ve karşı tarafın anlamasını sağlamanın bin türlü yolu var ve kişi kendine uygun olan bir yolu bulmalı bence).
* Ekranlarda izlediğim ve çoğu kez çevremde de gözlemlediğim bir durum var ki, o da bir erkek nasıl bir olumsuz davranış göstertirse göstertsin elindeki kurumuş bir çiçeği kalbini kırdığı sevdiğine verir ve sonuç genellikle başarıdır.(Erkeklerin işi çok kolay)
* Senelerce eski Türk filmlerinde esas oğlanı ve esas kızı seyrettik. Esas oğlanla esas kız birbirlerine aşık olur, bir gün esas oğlan bir yanlış anlama sonucu sevdiği kızı tokatlar ve açıklamasını bile dinlemeye gerek duymadan kızı terkeder. Esas oğlan gittiği yerde genellikle gününü gün ederken tokatladığı kız çocuğuyla ve kendisini karşılıksız bir aşkla seven, koruyan ve hayatını kendisine adamış olan ikinci oğlanla yalnız kalır. O ikinci oğlan var ya hani, sevdiği kıza dokunmaya bile kıyamayan, belki film senaristinin bile farkına varmadan gerçek sevgiyi ve aşkı nakış nakış karakterine işlediği o ikinci oğlan. Esas kızın yıllar geçtikten sonra karşısına çıkan esas oğlanı bir çırpıda affedip "sen de artık kusura bakma" dediği ikinci oğlan. İşte ben hep o ikinci oğlana aşık oldum.
* Bir bayan öğretmen olarak gururla söylemeliyim ki okula giderken bir kıyafeti bir hafta boyunca yani kirleninceye kadar giyen bir bayanım. "Her Allahın günü ille de farklı bir kıyafet giymek gerekir" geleneğine inatla direniyorum. Bakıcı bile her gün farklı kıyafetle gelir sınıfa. Bir bayan neden hergün farklı bir kıyafet giyme ihtiyacı hisseder? Ben şimdi banal manal mıyım?
* Şimdilik aklıma gelenler bunlar.
SİZ DE İSTİSNA MISINIZ?