Ne garip; yeni yeni farkediyorum ki çocukları anne olunca
çocuklaşıyor anneler... Ve insan zamanın nasıl insafsız bir öğütücü
olduğunu bu rol değişiminde anlıyor. Eminim karnındaki ilk tekmemden hatta
doktorların
'Bundan sonra ağır kaldırmak yok' müjdesinden beridir iki kişilik yaşıyorsun
yaşamı...
Doğum odasında bir küçük el saçlarına tutununca değişti herşey ve o el o
saçtan hiç eksik olmasın istedin.
Kimbilir kaç geceyi karyola başuçlarında derin iç çekişler dinleyip
hüzünlenerek uykusuz geçirdin kaç emzirme seansında bitkin uyuyakaldın. O
gün bugündür hayatı bir toprakla çiçeği kadar ortak üretiyor tüketiyoruz.
Yolboyu kusurlarını hiç görmedik birbirimizin yeteneklerimizi abarttık

karşılıklı; toz kondurmadık üzerimize kol kanat gerdik... Ben dünyanýn en
iyi evladıyıdım sense tarihin en iyi annesi... Her çığlıkta başucumda
biteceğini bilmenin güveniyle büyüdüm. Her derdimde benden çok
dertleneceğini bilmenin o bencil alışkanlığıyla ayakta kaldım.




Sevginle donandım...
Ama sonra birden o korkunç çark devreye girdi ve yaşamın acımasız kuralı
işledi ;
Büyüdüm... Senin kollarında 'sen'den habersiz bambaşka bir 'ben' çıktı
ortaya. Bazen o eski 'ben' e hiç benzemeyen bir 'ben'... Çünkü farkettim ki
anlattığın masalların yaşamda karşılığı yokmuş. Kızlar bir prens umuduyla
kurbağaları öpedursun ben her yalanda burnumu yokladım. şaşırdım.
Bostandaki lahanaların ısırılmış lahanaların ve benzeri pastoral ninnilerin
modasının geçtiğini gördüm sokakta...


Söyleyemedim sana...
'Yaşamın değiştiğini eski tecrübelerin artık eskisi kadar geçerli
olmadığını' anlatan kitapları salonun ortasında açık bıraktım açıp okuyasın
diye...
Her kuşağın o vazgeçilmez ikilemi depreşti yeniden; 'Devir de amma
değişti'diye yakınırken sen; ben ilginle boğulduğumdan dertlendim.
Bir yerim
yaralandığında 'Anam görürse ne kadar üzülür' diye gizlemeye çalışmak küçük
bir çocuk için nasıl bir yüktür bilir misin? Acından çok onda yaratacağın
acı acıtır canını...


Oysa ne çok acılar paylaştık seninle...
Ve ne çok sevinçler yaşadık beraber...Nasıl dar günlerde yardıma koşup kaç
þenliğine ortak olduk birbirimizin? ... Lakin artık kafesten uçma
vaktiydi. 'Danaların
girdiği bostan' da ayakta kalabilmenin yolu tek başına kanat çırpmayı
öğrenmekten geçiyordu.


Yargıladık birbirimizi bir dönem...Sorguladık... Sen bana eş dost
çocuklarını örnek gösterdikçe ben seni eş dost ebeveynleriyle kıyaslar
oldum. Sen her sohbete 'Bizim çocukluğumuzda...' diye başladıkça ben
değişen takvim yapraklarını koydum önüne...
Nasıl da zalim bir çark bu değil mi? Doğuyor doğuruyor ve günün birinde
yuvadan uçacağını bile bile koca bir ömrü karşılıksız veriyorsun... ...Ve
hayat birden ıssız bir adaya dönüşüveriyor. Sonrası kâh bir kapı zili
beklentisi kâh bir mektup kâh bir telefon sesi... Gizliden gizliye özlenen
bir torun müjdesi... Fotoğraflar sarardıkça solan bir yaşam ve uzaklaştıkça
yakınlaştığımız bir mazinin geri dönmez anıları... Yazılarla konuştuk öyle
zamanlarda...Bakışlarla anlaştık. Ağlaştık birbirimizden gizleyerek
acılarımızı... Bir mimikle özleştik bir gülüşle kavuştuk. Ben büyürken seni
de büyüttüm.


şimdi çok daha iyi anlıyoruz birbirimizi...
Çünkü küçücük bir el saçlarımı kavrıyor geceleri...
Karyola başlarında uykusuz geceler geçiriyorum.
Pastoral ninnilerle büyütüyoruz oğlumu;
yalancı çocukların burunları uzuyor masallarda öpülen kurbağalar prens
oluyor.
...Ve yaşamın değiştiğini eski tecrübelerin geçersizleştiğini anlatan
kitapları kaldırıyoruz salondan gizli gizli... O korkunç çark acımasız bir
hızla dönmeye devam ediyor. Zaman öğütüyor kuşakları... insan ancak mahrum
kalınca anlıyor sevginin değerini...Bense sevginden mahrum kalmaya fazla
dayanamatacağımı biliorum........


Can Dündar