Kar yağıyor lapa lapa
Yeryüzü gelinliğini giyiniyor
Sevgi kelebekleri berfin berfin
Melekler bizlere gülümsüyor
Dualarımıza kar yağıyor…
Lapa lapa yağan kar. Yollarda kaza yapmış araçlar, bariyerlere çıkan lastikler, cam kırıkları ve dağılmış ayakkabılar. Cep telefonlarıyla konuşmaya, yardım çağırmaya çalışan insanlar ve şaşkın şaşkın kazayı izleyen bizler.
Otobüsün camına yaslanmış izliyorum. Otobüsümüz ağır ağır gidiyor, ben ağır ağır dönüyorum iç âlemime. Dış dünyanın etkisinden kurtulamıyorum, izlemekle yetinemiyorum. İnsanlar ölüyor, savaşlar yapılıyor biz seyrediyoruz. Dünyanın dört bir tarafından çığlıklar yükseliyor, duymuyoruz. Dualarımızda hep isteme arzusu ile bütünleşen cümleler kuruyoruz. Seyretmekle kalınamayacağını bilmemize rağmen seyrediyoruz. Çoğumuz seyrediyoruz; belki sadece seyrediyoruz.
Çocukluğumuzda kar yağdığında çok sevinirdik. Melekler kar tanelerini bizler için atarlardı gökyüzünden tane tane, bize öyle söylemişti dedem. Bu yüzden olsa gerek meleklerin bu sevgi tezahürüne cevap vermek için dışarıya çıkıp oynar, sevindiğimizi belli ederek meleklere gülümseyip karşılık verirdik. Kayardık delicesine, melekleri andıran kardan adam yapardık. Burnunda havuç, gözlerinde kömür olurdu. İlginçtir hep gülümserlerdi. Biz kardan adamın ağzını üzülüyormuş gibi yapsak da, ben geceleri izlerdim penceremden ve bizzat şahidiyim o durumda bile gülümsediğine. Hem melekler niçin üzülsünler ki…
O zamanlar haberlerde “kar hayatı felç etti” diye haberler olmazdı. Kar köyde nasıl hayatı felç etsin ki… Zaten köylü hazırlıklıydı karın yağmasına, ruhunda teslimiyetle beklerlerdi. Kar yağar, biz sobada kestane pişirerek hayata tutunurduk. Kar yağar, sıcak çorbalarımızı içerek, karın bizlere getirdiği tadına doyulmaz muhabbetiyle yüreğimizdeki kara noktaları; günahları temizlemeye çaba gösterirdik Büyüklerimiz yatmadan önce pencereden bakarak yaptıkları sesli dualarında, yüreğimize karın yağmasını dilerdi. Biz çocuk olsak da anlardık yüreğimize kar yağmanın ne olduğunu... Sizin dualarınıza kar yağan bir duanız oldu mu?...
Kar yağar, biz hamd ederdik. Kar, ölümü hatırlamak için en büyük fırsattı. Kâinat beyaz gelinliğini giyince ölüme yani kıyamete hazır olduğunu gösterirdi. Bizler de ölümün arefesinde olduğumuzu hatırlar, yüreğimize beyaz gelinliği giydirmeye özenirdik. Kar bizim için iç âleme dönüş, baharda elimizden kaçırdığımız yitik uçurtmamıza kavuşmamız demekti. Kar nasıl yeryüzü için, toprak ve ağaçlar için rahmetse, bizler için de rahmetti, felaket değildi.
Şimdilerde modernleşmeyle beraber, ilginçtir kar köylerde hayatı felç etmiyor da modernleşmiş şehirlerimizde hayatı felç ediyor. Köylerde de hayatı felç ediyor gibi gösterilmeye çalışılıyor görünüşe göre. Köylerde de kar kalınlığı yer yer bir metreye bazen iki-üç metreye varan kar yağışları oluyor. Hatta bazen değil hemen hemen her kış mevsiminde özellikle doğuda kar yağışları etkilidir. Lakin köylü insan teslimiyet halinde olduğundan müşteki değildir. Şehirli insansa müştekidir, kar hayatını felç eder. Karın hayatını felç ettiğinden dolayı da huzursuzdur, karı sevmez. Kartopu oynamanın tadını bilmez. Kardan adam yapmanın mutluluğunu tadamaz; kardan adamlar yapıp melekleri izleyemez ki karın muhabbetini hissedebilsin…
Şehirli insanın huzursuzluğu kara değildir sadece. Kar daha gelmeden kış mevsimine atıfta bulunur: “Kara kış depresyon mevsimi!” Kış ak değil karadır şehirli insana göre. Zorluğa gelemez şehirli insan, alışmıştır rahatlığa. Öyle bir alışmıştır ki, en ufak bir zorlukta şaşırır, ne yapacağını bilemez, eli ayağına dolanır, depresyona girer. Zaten modernizm de insanın bu dünyada zorlanmadan yaşayabilmesini, rahata alışmasını, modern olmasını amaçlamakta değil midir? Yalnız burada en önemli nokta atlanılmaktadır. Şöyle ki, modernizm gelişen teknoloji ile beraber insanın bu dünyada rahatça yaşayabilmesi için çabalar lakin insanın özündeki zorluklara karşı sabretme gücünü de elinden alır. Teslimiyet ruhunu insanın yüreğinden söküp aldığı gibi modern dünyaya ayak uydurması için seferberlik ilan eder. Teknolojiye karşı değiliz elbette lakin hep kolaya kaçarak insan nereye varacaktır? Kolaya alışıp da kolaya kaçamayınca da isyana kalkışması doğal değil midir?...
Fıtratından uzaklaşmayan insana ölümü hatırlatan kar, modern insana felaketi hatırlatıyor. Çünkü kar, dünyayı cennete çevirmeye çalışan modern insanın cennete çevirme çabalarını tehdit ediyor. İnsanlara yaratışlarının hikmetini, ölümü, öte dünyayı hatırlatan ne varsa düşman kesiliyor modernizm. İnsana özündeki sırrı hatırlatan ne varsa kötü gösteriliyor, “öcü” ilan ediliyor. Kar yağmasının derunî hikmetine mazhar olamaması için insanların bilinçaltına kar daha yağmadan sloganı yerleştiriyor: “Kara kış kapıya dayandı.”
Ölmeden önce bin defa ölür teslimiyet ruhunu kaybeden insan. Çevresinde her gördüğü tabutta bir gün de kendisinin olacağını düşünerek bir kez daha ölür. O kadar çok “bir kez daha” ölür ki, hayatında tat kalmaz. Bu yüzden tabut görmemeli, mezarlık görmemeli teslimiyet ruhunu kaybeden insan. Ölüm haberleri gördüğünde kanal değiştirmeli, hep kaçmalı, kaçmalı ölümden. Kar mümkünse yağmamalı, çünkü mahsur da kalmamalı teslimiyet ruhunu kaybeden insan. Zorluklara tahammül gösteremeyen biri nasıl kara mahsur kalmaya dayanabilir? Mahsur kaldığında kendisinin ne kadar aciz olduğunu gördüğünde huzuru kaçmaz mı?...
Oysa mahsur kaldığında hissettiği çaresizliği, O’nun tefekkür etmesine vesile olabilir. O’na kendisini, yitik dualarını, yüreğindeki kara noktaları hatırlatabilir. Kar, yüreğine giydirmesi gereken ama bir türlü giydirmediği, üstelik hep kaçmaya çalıştığı beyaz örtüyü zihninde çağrıştırabilir teslimiyet ruhunu kaybeden insana.
Kar zorlukları beraberinde getiriyor elbette ama karşısında tahammül bekliyor. Bu tahammülü genişletip, dünyaya tahammül etmenin temelini hazırlıyor. İnsanın kendisini tanımasına vesile olup, “kendini bilen rabbini bilir” düsturunu öğretiyor aşama aşama.
Nihayet eve geldim. Perdeyi çekip, penceremden bakıyorum. Çocuklar karda kayıyor, kartopu oynuyorlar. Birileri kardan adam yapıyor.
Birilerinin dualarına kar yağıyor…