KÜÇÜK HANIM
Türkü söyler gibi konuşur küçük hanım
Dağılır yüzüne saçları.
Gelincikler gibi taze ve güzel
Serçeler gibi uçarı.
Çıksa sokağa biraz sevdalıları
Dolaşır solunda sağında
Kolay kolay beğenmez kimseleri
Ufacık burnu Kaf Dağı'nda.
Sıcaktan soğuğa girmez elleri
Binbir türlü işve, binbir türlü naz
Yormaz güzel gözlerini dünyada küçük hanım
Gazete bile okumaz.
Moda dergilerinde bulur kendini
En pahalı kumaşları düşünür.
Yaşamak: giyinmek demektir onca
Mutluluk: yaprakları pırlantalı bir güldür.
Bir şey anlatılsa Anadolu'dan
Değişir birden yüzü.
Melodiler, yarım kalır dudaklarında
Ne oyunumuzu sever, ne türkümüzü.
Bir beyaz martı gibi çırpınıp durur
Denizin koynunda her yaz.
Hani İstanbul olmasa, altın kumlar olmasa
Dünyada yaşayamaz.
KÜÇÜK HANIMIN HAYALLERİ
Uzanır yatağına yorgun
Gülümser gözleri kapalı...
Boğaz'da iki katlı bir ev düşünür;
Güvercinler gibi beyaz bir yalı.
Palmiye ağaçlan olmalı bahçesinde
Çiçeklerin bin türlüsü açmalı.
Denizinde motor, kapısında araba
Biner binmez uçmalı...
Antika mobilyalar geçirir sonra aklından
Kuş tüyünden yataklar...
İpek Acem halıları odalarında
Sofrasında altın çatal-bıçaklar...
İster ki aşçıları, hizmetçileri bile
Su içsin altın kupadan.
El pembe-gül pembe çocuklarına
Dadılar gelsin Avrupadan
Ve sonra çocukları: biri oğlan, biri kız.
Şirin mi şirin, can mı can.
Kocası? Dünyalar kadar zengin
Tunç heykeller gibi yakışıklı her zaman.
KÜÇÜK HANIMIN KADERİ
Ve nihayet evlendi küçük hanım
Güzelim yüzünde çizgi çizgi gam.
Kocası ne zengin, ne halden anlar biri
Üstelik çirkin kaba bir adam.
Evleri şimdi doğunun yoksul bir şehrindedir
Ne dağlar yol verir ne ırmaklar su
Kalın kara bıyıklı, kara mavzerli adamlar
Kurmuşlar dağların başında pusu...
Öksüz bir ceylân gibi her akşam
Odadan odaya dolaşıp durur
Pencereden baksa bir yer görünmez
Sokağa çıksa söz olur.
Kör kandiller gibi yanar elektrikler
Sokaklarında çirkin köpekler ulur
Gece şehir kulübüne gider kocası
Küçük hanım odasında yapayalnız oturur.
Büzülür korkudan bir köşeye çaresiz
Eski hayâlleri birbir uzaklardan el eder:
İstanbul’u düşünür, altın kumları düşünür
Sonra bel vermez dağları, yol vermez ırmakları
Kalın kara bıyıklı adamları düşünür...
Batar avuçlarına sedeften tırnakları
Bir şey kopar içinde bir bilinmez yerinden
Nemli bulutlar geçer güzelim gözlerinden.
Ah bu kader demeyin, kısmet demeyin
Anlatılmaz şimdi küçük hanımın derdi
Her kuş dengiyle uçardı, böyle olmazdı
Küçük hanımlar bilselerdi.
Yavuz Bület Bakiler