Ben seni, sen doğmadan önce sevdim, sevgili!..
Hücreme sızan mor bir ışık gibiydi sevgin.
Şimdi yoksun, şimdi uzaktan melankoli köpeklerinin sesleri geliyor...
Nasıl, delice çarpıyor yüreğim... Yokluğunun kederi, nasıl da aptalca bir yaşama sevinci veriyor bana...
Oysa yoksun, oysa mor bir ışıktan başka hiçbir şey yok hayat denen hücremde... Ve senden başka bir şey yok içimde...
Çünkü ben seni, sen doğmadan önce sevdim, sevgili!..
Günlerdir, ölümümle sevişiyor sabahlarım... Günlerdir, uyumuyorum. Sabahlara dek dolaşıyorum orada burada... Kimseyle bir derdim yok, sadece iyi kalpli, okumuş, acemi bir serseriyim ben... Kibar bir aylaktan başka bir şey değilim, bu koca kentte...
Ve sen sevgili, haksızlık yaptın bana... Haksızlık yaparak, bu şehri, bu sokaktaki mor ışığı bir kez daha bağışladın bana. Haksızlık yaparak, bana hayatımı yeniden bağışladın...
Biliyor musun, aslında istedim bu haksızlığı ben. Gidecek bir yerim var ya da yok ama biliyor musun, ben seni doğmadan önce sevmeye başladım sevgili...
Ben, sen daha dünya yokken bile, seni yanımda taşıdım.
Nereye gitsem, seni yanımda götürdüm. Sen daha yokken bile...
Mesela sabaha karşı, güneş doğarken dostlar beni bir dağın tepesine çıkartırlardı. Oradan aşağıdaki kanın kederinden süzülen o masmavi denize ve hayatımıza benzeyen dalgalara bakarken, içim ömrümüze benzeyen dalgalar gibi kabarıp inip kalkarken, yüzümü sana doğru çevirir, öyle bakardım gökyüzüne, denize, sana, hayatımıza...
Sen daha yokken, nereye gitsem, sana doğru bakardım ben...
Ne kadar çırpınsa da bir gün anlar bizim gibi bir insan; çok sıradan, çok basit bir şeymiş gibi kaybetmiş olduğunu ve tutunamayacağını, daha doğrusu tutunmak istemediğini, elbet bir gün anlar.
Bunu anladığım an biraz kederlendim ben, ama inan, hiç üzülmedim. Hiç yazıklanmadım. Çünkü böyle olması gerekiyordu. Çünkü kaybedenlerle, kazananların arasını ayıran sınırı aşınca, kederimi benden alacaklardı, biliyordum...
Sınırı aşınca, benden kendime ihanet etmemi isteyeceklerdir...
İstemedim ama en çok bir tek şey için istemedim. O kederimin içinde, sen vardın, sevgili!..
Seni yitirmemek için kederime sarıldım.
Ben, sen daha dünyada yokken, senin için seve seve kaybedenlerin yanında olmayı benimsedim... Ben seni, sen daha doğmadan önce sevdiğim için, böyle olması gerekiyordu çünkü...
Ben, bir mevsim sefil, bir mevsim dertli, bir mevsim şeytan, bir mevsim derviş olmayı, senin için seçtim, sevgili!..
Bizi yok etmek isteyenlerle aramızdaki uçurum derinleşince, gözlerim kamaşır, yaralarım tatlı bir acıyla kanardı...
Görünüyordu, açık açık yarınımızı çalıyorlardı bizden; işte en çok bu yüzden yarınları çalınan hayatımızı daha çok seviyordum. Bizi evlerinden sokağa atıyorlardı ama sokakların çamuru, o çamurlardaki ışık daha güzel göz kırpıyordu sana ve hayatımıza...
İşte ben, böyle, sen daha dünyada yokken bile senin adına konuşuyordum. Senin sevgilerin, kaybedişlerin, içindeki ürperişler hakkında konuşuyordum...
Biliyor musun, senin benden ayrı bir varlık oluşun, hayatı tanımaktan, bizim gibilerin hep kaybedecek oluşundan daha ağır geliyordu bana...
Oysa doğal olanı buydu. Hem, herkes kendi adına yaşar, kendi adına ölürdü. Doğal olanı buydu. Ama buna hiç inanmak istemedim: Hayatla en büyük çelişkim bu oldu. Senin ayrı bir varlık oluşun koydu en çok bana... Senin, bensiz öleceğin... Senin bensiz zevk aldığın, alacağın... Ve en çok, senin bunu doğrulaman incitti beni...
Haksızlık ettin bana, sevgili!.. Benden ayrı bir insan, bir varlık olduğunu söyleyerek haksızlık ettin bana.
Bunu öğrendikten sonra, uzun ve kötü yolculuklara çıktım sık sık... Kış günleri soğuk avlularda yıkandım. Kaba kirli örtülerin üzerinde uyudum.
Bunu öğrendikten sonra, ölesiye içtim. Ekşi narlar yedim. Yangın yerlerinde yarasalara küfrettim... Bunu öğrendikten sonra, bana artık ağırlık veren kanatlarımı kırdım, kırdım... Sonra yeniden ağlayarak okşadım onları...
Sonra alıp başımı unutulmuş kasabalara, uzak şehirlere gittim. Bizim çocukları görmeye...
Öyle güzel çocuklardı ki, üzerime sinmiş o büyük kentin zehrini değil, kalbimdeki çocuk devrimi gördüler en çok. O çocuk öfkeyi... Beni yedi kapıdan geçirdiler. Beni uzun ve güneşli bir sofranın en başına oturttular... Ben onlara Denizleri, Mahirleri anlattım. Ben onlara, hücrelerinde kendilerini yakan Dörtler’i anlattım... Kapıları, silahlı kardeşlerimiz tuttu. Polisler, bunu bildikleri halde yanımıza gelemiyordu korkularından...
Hepimiz o masada, Denizleri, Mahirleri konuşarak hayatımıza son verecek, ya da her şeye yeniden başlayacak duruma sokardık kendimizi... Biz solgun yaralarımızı kanatarak yüceltirken, hayatın o mor ışığı beyaz saçlarımızı okşardı... Uzaktan melankoli köpeklerinin sesleri gelirdi...
Ama ben oradaki herkesten bencildim. Çünkü ben hepsinden daha çok seni severdim. Çünkü ben seni, daha sen doğmadan önce severdim, sevgili!..
Her şeyi, ne yaşarsam her şeyi, önce senin ışığından geçirirdim... Ne yaşarsam, beni görebileceğin yere yüzümü döner, hayalimde olduğun yere, ışığına bakarak konuşur dururdum... Nerede olursam olayım, mutlaka beni göreceğin bir yere oturur, bütün varlığımla senin bana baktığın yere bakardım...
Çünkü ben seni, sen doğmadan önce sevdim, sevgili!..
Bugün bir adam tanıdım. Koca bir dükkânı vardı. Bir şeyler satın aldım ondan. Sonra yüzüne baktım, anladım, parayı seviyordu... Ama adam, o koca dükkânında güvercinler besliyordu... Hem parayı, hem güvercinleri seven bir adamdı bu... Tıpkı, bu hayat gibi bir adamdı... İçindeki kötülüğün yasını güvercinleriyle paylaşıyordu...
Sonra diğer insanlara baktım.
Herkes böyleydi aslında, herkes içindeki kötülüğün yasını paylaşacak birisini bulmuştu...
İşte o zaman anladım ki herkes farkında kendisinin; herkes farkında yasını tutacak kimse olmayınca, kimsesiz olduğunun... Herkes farkındaydı aslında, herkesten daha çok kimsesiz olduğunun...
Biliyor musun sevgili, insan bunu anlayınca, herkesin herkesten daha kimsesiz olduğunu anlayınca kimseye öfke duyamıyor. Kederiyle kalakalıyor orada, öylece...
En çok sevdiğim sendin. Sen de beni, bu hayatla aldattın. Bu hayatın içinde kimsesiz olduğunu bile bilmeyen biriyle aldattın...
Sonra kalktın, beni onunla kıyasladın... Hem parayı, hem güvercinleri seven o adam gibi olmayı seçtin... Kendin olmak zor geldi sana. Birilerine benzemeye çalıştın...
Ben, yine de vazgeçmedim seni sevmekten. Eskisi gibi değil ama. Biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkâr seviyorum artık seni... Dudaklarımı ısırıyorum artık adın geçince. Kavga falan çıkarıyorum. Eskisi gibi sakin değilim ama olsun.
Dostlarım beni yine sabaha karşı dağların tepesine çıkartıyor. Oradan, o yükseklikten yine denize bakıyorum, hırçın dalgalara, sana, hayatımıza... Sonra duramıyorum seni sevdiğim bu kentte; anla, anla biraz... unutulmuş kasabalara, uzak şehirlere gidiyorum...
Kış günleri soğuk avlularda yıkanıyorum. Kaba, kirli örtülerin üzerinde uyuyorum... Sonra, ölesiye ağlıyorum... Ekşi narlar yiyorum...
Yangın yerlerinde yarasalara küfrediyorum. Sonra bana ağırlık veren kanatlarımı kırıyorum, kırıyorum; sonra ağlayarak kırdığım kanatlarımı okşuyorum.
Beni yine yedi kapıdan geçiriyor dostlar. Uzun ve solgun bir güneşin sofrasına oturtuyorlar, ben onlara Denizleri, Mahirleri, hücrelerinde kendilerini yakan Dörtler’i anlatıyorum... Sonra yine yüzümü, gövdemi, senin olduğun yere çeviriyorum, ama öfkeyle, ama dudaklarımı kanatarak bakıyorum öylece, boşluğuna bakıyorum...
Ama ne olur üzülme bu halime... Ben hem güvercinleri, hem parayı aynı anda sevmem sevgili...
Çünkü ben hayatıma hücremin bu mor ışığında başladım... Ben hayatıma senin sevginle başladım...
Ne kadar acı çeksem de kimseyle değişmem kendimi... Değişmem kederimi, kimsesiz birinin kederiyle... Kederimde, sen varsın... Kederimde senin kimsesizliğin var... Kederimizde masumiyetinin ardında gizlenmiş kölülüğün var. Ona engel olmak istemiyorsun, engel olmadığın bu kötülüğün sana büyük bir ıstırap veriyor...
Kederimde, içindeki kötülükten duyduğun ıstırap var... Öyle çok yaşattım ki seni içimde, işte yıllar sonra sana dönüştüm... Ne varsa sende, insana, hayata, yalnızlığa dair; bende de var...
Sana baktığım yerde sen olmasan bile, orada boşluğun bile olsa, ben bakarım yine oraya...
Senden başka kimsem yok benim... Çünkü ben seni, sen doğmadan önce sevdim, sevgili!..
Cezmi Ersöz