Öylece çıkıp gittin diyelim. Kimseye danışmadan, sonunu umursamadan, yanına bir adres bile almadan. Geri dönebilecek misin? Bilmek istemedin, öylece çıkıp gitmek sandın her uzun yolu. Parasız kalıp sigaran olmadığında bile öylece çıkıp gitmek bu dedin. Bütün olanları vurdumduymaz yaşanılan, türkü kokan, dumanlı yıllarına benzetip, böylesi daha iyilerle avuttun kendini. Ölümcül sözcükler biriktirmekten ağırlaşan kaleminle yazdın durmadan. Ne yazdığını umursamadan. Peki öylece çıkıp gitmek korkusuz mu yaptı seni? Acıdan koşarak kaçılmıyor diyen de sendin, acıdan koşarak kaçmaya çalışan da sen… Sevgi de olsun istedin mutlak yalnızlığında.
Gecenin aykırı dekoru oldun, durduk yere çıkıp gitmelere benzedin. Oysa herkes sadece güne uyanmanı istedi senden. Erken uyanmanı istedi… Okuduğun kitaplar, oturduğun sofralar kadar kahramanca hazırlanmamıştı. En büyük kahramanlık hikayeleri sofrandaydı ama sen hep gece okuduğun kitaplar sandın kahramanlığı, çünkü anlamadın. Anlamadın çünkü karanlığa çekiyordu ayakların. Gençliğinin kirli bahçelerinde çok oturdun, manzara aldattı seni.
Öylece çıkıp gitmek istedin, ben suçsuzum demek içindi bütün hataların. Hoşuna gidiyordu suçsuzluğunu bağırmak. Gözlerin, kimin dönüp bakacağını merak etmekten açık kalırdı. Oysa acıyla bağırmak kör ederdi gözleri. Ama sen başka ağlıyordun, ağlamak sıradan bir ihtiyaçtı senin için.
Evet ağlıyordun,
Ama kanamıyordun!
Yada bazen kanıyordun ama anlamıyordun!
Öylece çıkıp gitmek istedin. Sonra bu gitmeler sevgiyi suçladı, kendine küsüverdin. Zaten eskiden de anlamak dinlemek istemezdin. Ama bu yalnızca çıkıp gitmek değildi işte, terk etmekti bu! Söyle şimdi, yanına bir adres bile almamak cesaret miydi? Yada telefonlara çıkmamak? Yüzlerden, seslerden, isimlerden kaçmak neydi? Kanıyordun ama anlamıyordun…
Göz yaşların yüzünü, çığlıkların ruhunu yırtıyordu. Tırnaklarınla sıkıyordun kalbini, ömrün çürüyordu. Dayanamıyordun, öylece çıkıp gitmek diyordun ama ölmekti bu. Son gitmekti…