ateş yutar çocuklar,
kan ve barut…
ölüm “ölü”mü kovalar…
işinin ehli marangoz,
“abi birinci kalite bu tabut”
yahut;
koca koca adamlar,
allı pullu kadınlar,
zümrüt ve yakut…
samimiyetini yitirmiş,
safiyeti asimile etmekte
mahir bir tezgahtar,
“abla som altından
işlemeli bu anahtar”
hanım abla mağrur
“inşallah cennetin
kapısını da açar…”
umut, umut, umut…
bizim ruhumuz köleleşmiş
zeytin gözlü çocuk…
senin bedenin…
bırak, siyah gözlerinden
elmas yapsınlar…
baklava çaldın diye
darağacına assınlar…
üç gün üç gece,
ardından bakıp,
fırsat buldukça magazinden
kaşlarını çatsınlar…
dedim ya çocuk,
bırak oturdukları yerden
yaftalasınlar…
sadaka niyetine yardım yapsınlar
eş dost sohbetinde
caka satsınlar…
sakın bel bağlama,
markadan gayrısını
başına bağlamayan
o modern ablalara
ve onların
cüzdan niyetine
yanında taşıdıkları
“pirezantabıl”
adamlara…
inan, yakardım
bu şehri çocuk…
hiç yüksünmeden,
hem de hiç gocunmadan…
olmasaydı o siyahtan da
siyah gözlerin…
zalimleri kudurtan o
engin merhametin…
her şeye rağmen,
“güzel günler göreceğiz”
dedin ya…
helal olsun sana,
helal olsun imanına
be çocuk…
adın teröriste çıkmadan
çekip gitmelisin…
ve bilmelisin ki…
kazanan sensin aslında
kaybeden biz…
rab katına çıkınca
taşımak için senden bir iz
kalbindeki imandan
bana da verirsen,
kanım helaldir sana,
canım feda, ey! Aziz!
umut, umut, umut…
hal böyle çocuk,
sen yine de
umudunu sıkı tut!
Unut bizi çocuk
Unut!
Rabbim bizi uyutmadan,
Sen bizi unut!