2009’UN EN İYİ 20 YABANCI FİLMLERİ - 1
Yılın bitişini fırsat bilerek 2009’un en iyi 20 yabancı filmini seçtim. Listenin ilk onluğunu bu hafta, ikinci onluğunu ise iki hafta sonra okuyabilirsiniz.
2009 yılının ‘yabancı filmler’ toplamına baktığımızda elbette ABD’de 2008’de vizyona girmiş birçok yapıtla karşılaşıyoruz yine. Ancak her şeye rağmen bunların yılın ilk yarısındaki toplamının daha başarılı bir bütüne ulaştığını itiraf etmek lazım. Öyle ki 20’lik listenin bu ilk yarısındaki filmlerin yedi tanesi öyle...
Vampir filmi, hapishane filmi, romantik-komedi, epik aşk filmi, spor filmi, felaket filmi gibi farklı alanlarda çığır açan ilk 10’luğu aşağıda bulabilirsiniz. Listenin ikinci kısmında, “Avatar”ın ilk sıralarda olduğunu da belirteyim.
1-Alacakaranlık (Twilight)
Vampir filmi, gençlik filmi ile iç içe geçiyor! Hem de “Bıçağın İki Yüzü”nün (“Blade”) çizgi roman estetiği ve aksiyon ile alt türü içine soktuğu yerden devam ederekten... Üç de devam filmi çekilecek (hatta biri çekildi bile!) filmin, zamanla bir efsaneye dönüşmesi beklenebilir. Bağımsız sinemadan çıkan Catherine Hardwicke için de bir başarı abidesi bu!
2-Açlık (Hunger)
Yanlışlık olmasın, bu Tony Scott’un 1980’lerde çektiği lezbiyen vampir filmi “Açlık” değil! İngiliz Steve McQueen’in 2008’de Cannes Film Festivali’nde yarışan hapishane filmi devrimi “Açlık”. Açlık grevi yapan Bobby Sands’in cezasını çekerken yaşadıklarına odaklanan yapıt, psikolojik yapısıyla dikkat çekiyor. Eklektik (inadına dağınık) bir düzende araya zorlayıcı bir de ‘konuşma sekansı’ sokuşturması ilgi çekici bir başka unsur. Tabii Sands’i oynayan Michael Fassbender’in burada yükseldikten sonra 2009’da üç projede birden yer aldığını da ekleyelim.
3-Aşkın (500) Günü ((500) Days of Summer)
Romantik-komediyi yeniden inşa eden önemli bir film! “Örümcek Adam 4”ü çekecek Marc Webb’in bu ilk yönetmenlik denemesi, aynı zamanda sinemacının tavan yaptığı eser olarak da anılabilir. Yılın bağımsız bombasında, Joseph Gordon-Levitt ile Zoey Deschanel başrollerde...
4-Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi (The Curious Case of Benjamin Button)
“Dövüş Kulübü” (“Fight Club”) ve “Yedi”nin (“Se7en”) ‘kara film ustası’ yönetmeni David Fincher, bu sefer elini epik aşk filmine atıyor. Türü tepetaklak eden yönetmen, erkek ana karakterini yaşlı doğurup bebekken öldürmesiyle de bu duruma son noktayı koyuyor. Tabii filmin her döneme göre farklı bir estetik benimseyip sinema tarihine saygılarını yollaması ve araya stilize anlar yerleştirip ana akışı dağıtması da bir hayli önemli...
5-Watchmen
Bozucu bir çizgi romanın uyarlaması olan eser, “300”ün müsebbibi Zack Snyder’in elinde başarıya ulaşıyor. Kendine alternatif bir tarih yaratmasının yanında çığır açan görselliğiyle dikkat çekiyor daha çok. Çizgi romanın beyazperde temsilleri külliyatına yeni bir başyapıt armağan ediyor! “Watchmen”in kült çizeri Alan Moore’un hayranlarını mutlu ettiğini de not düşelim.
6-Milyoner (Slumdog Millionaire)
Bollywood müzikalleri ile bilgisayar oyunu estetiğini iç içe geçiriyor. Bir bakıma “Devdas” (2002) ile “Koş Lola Koş”u (“Lona Rentt”, 1998) bir araya getiriyor denilebilir. “Trainspotting”le (1996) tanınan biçimci yönetmen Danny Boyle’un bu filmiyle Oscar’a uzandığını da ekleyelim. Tabii bunda orijinal hikayesinin payı büyük, bir başarı öyküsü anlatmasından çok...
7-Kehanet (Knowing)
“Gizemli Şehir” (“Dark City”, 1998) ile dikkat çeken Alex Proyas, yine bilimkurgu alanında önemli bir filme imza atmış burada. “Kehanet”, parapsikolojik felaket filmi olarak anılabilir. Dünyanın ‘yukarıdan gelen bir güç’ tarafından yok edilmesini daha önce anlatılmamış bir şekilde perdeye yansıtıyor. Görkemli uçak kazası sahnesiyle de önemli bir yere oturuyor!
8-Rumba
Dominique Abel-Fiona Gordon-Bruno Romy üçlüsünün ikinci uzun metrajlı filmi. Türkiye’de bu yönetmen-senarist-oyuncu üçlüyü keşfetmemizi sağlayan ise ‘Bir Film’ elbette! Yapıt, bir karı-kocanın yaşadıklarına slapstick komedi mantığıyla (yani Recep İvedik serisinin kaliteli haliyle) el atıyor. Kaynağında ise Fransızda alt türde verdiği sessiz örneklerle ikonlaşan yönetmen-senarist-oyuncu Jacques Tati var elbette!
9-İşkence Odası (Martrys)
Yükselişteki Fransız korku sinemasının son bombası! Pascal Laugier imzalı filmi, korkunun bütün alt türleriyle anmak mümkün iken, ikinci kısmında Michael Haneke’nin ‘şiddet’i kullanışına da benzerlik adlettiği iddia ediliyor. Farklı ve çığır açıcı bir örnek olduğuna şüphe yok!
10-Şampiyon (The Wrestler)
Spor filminde devrim yapan bir yapıt! Darren Aronofsky imzalı film, dışlanan bir sporu Amerikan güreşini masaya yatırmaya çalışırken, Mickey Rourke’un başarısıyla yürüyen ana karakterinin psikolojisini baskın bir el kamerası kullanımıyla dramatize etmeyi iyi beceriyor. Kan ve seks oranıyla da iddialı bir yeri oturan yapıtın, ölüm kavramına yaklaşımına da dikkat derim!
yazan:kerem akça
alıntı
not:gelecek hafta ikinci listeyi de paylaşırım..