Bu hafta sinema salonları gerçekten bayram yeri gibi olacak. Ramazan Bayramı’nın da etkisiyle bu hafta tam 10 yeni film vizyona giriyor. Ufak çaplı bir festival sayılabilecek bu filmler içerisinde 4 tane de yerli film bulunmakta. Cemal Şan’ın yeni filmi “Sonsuz”, Emre Altuğ’un başrolünde oynadığı “Sizi Seviyorum”, Egemen Ertürk’ün hem yazıp hem de yönettiği “Çıngıraklı Top” ve şiddeti eleştiren “Kanımdaki Barut”. Yerli filmlerin dışında ayrıca “G- Force”, “Göçenler, Göçürenler… Ne Varsa Götürenler”, “Blood: Son Vampir”, Şeytanın Oteli 2”, “Veba” ve “Pontypool: Öldüren Kelimeler” de bu hafta vizyona giriyor.
“GÖÇENLER, GÖÇÜRENLER… NE VARSA GÖTÜRENLER” ( Immigrants – L.A. Dolce Vita)
Film: (6/10)
Animasyon türündeki film, Amerika’nın uluslarası göçün merkezi haline gelmesini konu ediniyor. Neden insanların Amerika’yı tercih ettiği sorusunu soran film, cevap olarak verilen Amerikan Rüyasını masaya yatırıyor. Filmde bu rüyayı yaşamak için gelmiş Rus Vladislav ve Macar Joska’nın hikayesi anlatılıyor. Eleştirel bir yaklaşımı benimseyen yapım, rüyanın karanlık tarafı olan kabus kısmını yansıtmaya çalışıyor. Amerika’da ayakta kalabilmenin zorluklarını anlatan filmin çizgileri MTV yapımı olan “Beavis and Buthead”i anımsatıyor. Filmin yönetmeni Gabor Csupo, daha önce “Terabithia Köprüsü” de dahil bir çok filme imza atmış. Film ilk başta oldukça ilginç ve komik geliyor, fakat film boyunca aynı şekilde ilerlediği için sıkıcılaşabiliyor. Filmin senaryosundaki bu zaaf dışında eğlenceli ve farklı bir animasyon izlemek isteyenlerin ilgisini çekebilir.
“ŞEYTANIN OTELİ 2” (Fritt Vilt 2 – Cold Prey 2)
Film: (7/10)
2006 Yapımı ilk filmin devamı olan “Şeytanın Oteli 2” türün gerekliliklerini yerine getiren eli yüzü düzgün bir slasher. İlk filmde snowboard yapmak için dağa tırmanan 5 genç, psikopat bir katil tarafından vahşice katledilirler. Bu katliamdan yalnızca Jannicke, katili öldürerek sağ kurtulur. İkinci film tam da bu noktada başlıyor. Jannicke hastaneye kaldırılıyor, olayda ölen arkadaşlarının ve katilin cesetleri de aynı hastanenin morguna. Ve Jannicke bittiğini sandığını kabusunun bu hastanede de devam ettiğini görüyor. “Şeytanın Oteli 2” ilk filme yaptığı göndermelerle, süreklilik ilişkisini sağlam bir şekilde kuruyor ve ilk filmde çok fazla bilgi sahibi olamadığımız katil hakkında daha çok şey öğrenmemizi sağlıyor. Norveç yapımı olan filmin yönetmeni ilk filmdekinden farklı. Mats Stenberg’in ilk filmi olan “Şeytanın Oteli 2”, bir ilk film için ve bir devam filmi için oldukça başarılı. Hatta ikinci filmin yarattığı atmosfer açısından, ve hikayeye kattığı derinlik açısından ilk filmden daha iyi olduğu bile söylenebilir. Özellikle filmin hastane çekimlerinde yakalanan klostrofobik atmosfer filmin olumlu yanlarından biri. Tek zaafı türün klişelerine sahip çıkan olay örgüsü, benzer filmlerle aynı kalıplarda ilerleyen film, bu yönden can sıkıcı olabilir.
“VEBA” (Carriers)
Film: (7/10)
Alex ve David Pastors kardeşlerin hem yazıp hem de yönettikleri “Veba”, bir virüs salgını sırasında yaşanan bir hikayeyi anlatıyor. Danny, sevgilisi Bobby , kardeşi Brian ve Brian’ın arkadaşı Kate, bir arabayla salgından kaçmaya çalışmaktadırlar. Kimseyle temas kurmadan, Danny’in çocukluğundan hatırladığı bir kumsala gidip orada salgının bitmesini bekleyeceklerdir. Filmin senaryosu ve yönetmenliği oldukça başarılı. Salgın hastalıktan ziyade, bunun insanlar üzerindeki psikolojik etkisine odaklanan film, insanların kendilerini koruyabilmek adına ahlak ve toplum kurallarını hiçe sayabileceklerini, en yakınlarını bile feda edebileceklerini gösteriyor. Film tarzı ve konuya yaklaşımı açısından “Mad Max” ve “Kurdun Günü” karışımı bir yapıya sahip. Kuş gribinden etkilenerek yazılan film, haftanın iyilerinden biri.
“KANIMDAKİ BARUT”
Film: (2/10)
Bazı filmler iyi niyetli olarak çekilse de, biçim ve içerik açısından sahip olduğu eksiklikler ne yazık ki, bu iyi niyetlerini önemsizleştiriyor. Haluk Piyes’in hem başrolünü oynadığı, hem de yazıp yönettiği Kanımdaki Barut, şiddete dair önemli laflar söylemeye çalışan, ama bunu beceremeyen, başarısız bir film. Film hem derdini anlatamadığı gibi, hikayesini de doğru düzgün anlatamıyor. Başarısız oyunculuklar da bunun üstüne eklenince, ciddi niyetlerle çekilen sahneler komik olmaktan kurtulamıyor. Filmde Haluk Piyes dışında Pelin Batu, Jülide Kural, Necmettin Çobanoğlu gibi isimler de oynuyor. Pelin Batu’nun oyunculuğu mu, köşe yazarlığımı daha kötü karar vermek zor. Kısacası olmamış bir film.
“G-FORCE”
Film: (3/10)
Yarı gerçek yarı animasyon olan filmde, kobay farelerinden ve bir köstebekten oluşan G-Force, dünyayı kötü adamın lanetinden kurtarmak için çalışmaktadır. Film, macera türü ile animasyonu birleştirerek değişik bir formül bulduğunu savlamakta, fakat macera filminin klişelerini bu kez animasyon kahramanlarla yerine getirmenin ötesine geçememektedir. ABD’nin çeşitli operasyonlar için hayvanları eğittiği özel programlardan esinlenen filmi izlemek için tek neden, filmin gerçek oyuncularından Zach Galifianakis olabilir. Ancak onun da bu filmdeki performansıyla, “Felekten Bir Gece” filmindeki performansı arasında dağlar kadar fark var.
“PONTYPOOL: ÖLDÜREN KELİMELER” (Pontypool)
Film: (8/10)
Yine bir virüs salgını ile ilgili bir hikaye anlatan film için bu haftanın en ilginç filmi diyebiliriz. Kanada’da geçen filmde, bir radyo programı sırasında şehirde yayılan virüsün yarattığı gerilim işleniyor. Filmin tamamı bu radyo istasyonunda geçiyor. Bir korku filminden ziyade, psikolojik gerilim türüne daha yakın duran filmde, virüs kelimeler vasıtasıyla yayılıyor. İngilizcedeki bazı kelimelere virüs bulaşmıştır ve bu kelimeleri kullanan insanlar virüsten etkilenirler. Hastalıktan ziyade hipnoz şeklinde bir etki yaratan virüs, kelimenin anlamı dışında kullanılmasıyla ortadan kalkmaktadır. İstanbul Film Festivalinde de gösterilen “Pontypool: Öldüren Kelimeler”, virüsten etkilenenleri göstermeden, gerilimi hissettirebilme başarısını gösteriyor. Ayrıca filmin tek mekanda geçmesi de, klostrofobik bir etki yaratarak filmin yarattığı atmosferi pekiştiriyor. Festivalde izleme fırsatı bulamayanların ve korku türüne meraklı izleyicilerin kaçırmaması gereken bir film.
“SİZİ SEVİYORUM”
Film: (2/10)
Komedi türündeki film, haftanın gişe beklentisi yüksek filmlerinden biri olmasına rağmen aynı zamanda haftanın en kötü filmi. Gerek oyunculuk, gerek yönetmenlik açısından başarısız bir film. Daha önce “Son Ders: Aşk” gibi görece daha başarılı bir film çeken M. Uğur Yağcıoğlu, bu filmiyle hayal kırıklığı yaratıyor. Film kadın erkek ilişkisine ve sadakate dair bir film. Feminist bir yaklaşımı varmış gibi duran filmin aslında bu yaklaşımla uzaktan yakından bir ilgisi yok. “Erkektir, aldatır” söylemini eleştiren film, aslında tarzı ve cast seçimiyle bu söylemi yeniden kuruyor. Başroldeki Emre Altuğ’un kötü oyunculuğu, ve özensiz diyaloglar, komik olamayan espriler filmde göze batanlar.
“SONSUZ”
Film: (8/10)
Cemal Şan’ın yeni filmi “Sonsuz”, hem duygusal hem de eğlenceli . Kanser hastası 2 karakter üzerinden anlatılan hikayede, hayat ve ölüm, aşk ve nefret, kavramları sorgulanıyor. Türk sineması açısından son zamanlarda izlediğimiz en iyi kötü adam karakterine sahip olan filme, yan karakterlerin başarılı performansları da filme zenginlik katıyor. Daha önce Aşk üçlemesi olarak çektiği “Zeynep’in Sekiz Günü”, “Ali’nin Sekiz Günü” ve “Dilber’in Sekiz Günü” nün ardından yüzünü toplumsal olaylara çeviren Cemal Şan’ın başarı grafiği her yeni filmiyle birlikte yükseliyor. İsmail Hacıoğlu’nun “Sonsuz”daki oyunculuğu da izlenmeye değer.
Haftanın diğer filmleri olan “Çıngıraklı Top” ve “Blood: Son Vampir” filmlerini izleme fırsatı bulamadığım için, bu filmler hakkında yorum yapamıyorum. İyi seyirler.
Turgay Özçelik-sinema.com