1875-1878 Büyük Doğu Buhranında Rumeli ve Makedonya
Tarih yönünden uzak başlangıcı olsa bile, Doğu Buhranı, Avrupa devletleri ve Osmanlı Devleti arasında, Napoleon Bonaparte'ın 1798'de Mısır'a girmesiyle ve 1815'de Viyana Kongresi'nde adlandırıldıktan sonra, 1918'de Osmanlı Devleti'nin parçalanması ile yerini Yakın Doğu veya Uzak Doğu Buhranı terimleriyle anlatılan sorunlara bırakarak, bir tarih terimi ve sorunu olarak varlığını devam ettirdi. Bu genel düşünce çerçevesinde Doğu Sorunu adı altında tarihe mal edilmiş olan olaylar sırasıyla şunlardır: 1798'de Napoleon Bonaparte'ın Mısır'a girmesi, 1821'de Yunan Ayaklanması, 1830'da Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın Ayaklanması, 1853-1856 Kırım Savaşı, 1858 Cidde ve Suriye isyanları, 1857-1861 Eflâk ve Boğdan isyanları, 1858-1870 Sırbistan olayları ve 1859-1869 Süveyş Kanalı Meselesidir. Bütün bu olaylar Osmanlı Devleti'nin iç sorunu olarak başladıkları halde, 1856 Paris Antlaşması'nı imzalamış olan Avrupa devletlerinin araya girmeleri ile birer devletlerarası sorun karakteri kazanmışlar ve ilgili bölgelerin özerklik haklarının genişletilmesi ile son bulmuşlardı.
Doğu Buhranı 1875'te yeni bir safhaya girdi. Maliyeyi düzenlemek amacıyla. 1875'te, Bâb-ı Âli a'şar vergisini dörtte bir arttırdı. Bu karar Hersek'te Sırp Ayaklanması'nın çıkmasına sebep oldu. Ayaklanma 13 Nisan 1875'te Hersek'in birkaç küçük köyünde başladı. Sırplar'in vergi toplayıcılarına saldırmaları Vilâyet garnizonlarının müdahalesine yol açtı. Ayaklanan Sırp köylülerinin çoğu Karadağ'dan aldıkları silâh ve cephaneyle yolları kestiler, köprüleri ele geçirdiler. Ayaklanma kısa zamanda Bosna ve Hersek'in diğer yerlerine de yayıldı. Böylece hem iç hem dış diplomatik bunalımı başlatan bu ayaklanma esasta 1878 yılına kadar sürecek olan "Büyük Doğu Buhranı'nı başlattı.
Bosna ve Hersek Ayaklanması'nın başlamasından sonra Sadaret'e Mahmud Nedim Paşa getirildi. Yeni idareciler grubu istenilen ıslâhatları destekliyor, yalnızca siyasî dengeyi kendi lehine çevirmek istiyordu. Göreve gelir gelmez yeni Hükümet valilerin vilâyetlerdeki yönetimleriyle ilgili değişmeler yaptı. Bir süre sonra, aşara eklenen ek vergiyi kaldırdı, çok sayıda çiftçinin ödenmemiş borçlarının bir kısmını affetti. Bundan başka 20 Ekim 1875'te getirilen İrade ve 12 Aralık 1875'te getirilen Fermanla vergi ve hukuk düzenlerinde Osmanlı Devleti'nde genel ve temelli ıslâhatların yapılacağına söz verdi. Bu çabalara rağmen ayaklanma yine devam etti.
Bosna ve Hersek Ayaklanması, Osmanlı Devleti'ne karşı, Bulgar Ayaklanması'nı başlatmak için kurulan Bulgar ihtilâlci komitelerini teşvik etti. Bu durumdan faydalanan Bulgarlar Nisan 1876 yılında Filibe ve Pazarcık yakınlarında Balkan Dağları'nda bir ayaklanma hareketine girdiler. Bulgarlar, ayaklanma sırasında orada yaşayan Türkler'e katliam ve soykırım yaptılar. Türkleri Bulgarlaştırmaya ve Hristiyanlaştırmaya çalıştılar.
Bosna ve Hersek'te emelleri olan Sırbistan, ayaklanan köylülere her çeşit yardım yapmaktan başka, Rus desteğini sağlayarak Karadağ ile bir antlaşma imzaladıktan sonra 1 Temmuz 1876'da Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etti. Böylece Birinci Balkan Buhranı başlamış oldu.
Bosna ve Hersek Buhranı, Bulgar Ayaklanması ve Osmanlı-Sırp-Karadağ Savaşı, Avrupa devletlerine Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışma fırsatı verdi. Balkan Yarımadası'nda kendilerini en alâkalı gören Avusturya-Macaristan ve Rusya, aralarında bir ihtilâfın veya silâhlı çatışmanın çıkmaması için Osmanlı-Sırp-Karadağ Savaşı'nın başlamasından bir hafta sonra Balkan Bunalımı ile ilgili gereken önlemlerin alınması veya görüş birliğine varılması ihtiyacını duydular. Kendi tepkilerini ifâde etmek ve amaçlarına ulaşmak için Rus Çarı II. Aleksandr ve Avusturya-Macaristan Çarı Frans Joseph 8 Temmuz 1876'da Avusturya'nın Reichstat Kasabası'nda Reichstat Antlaşması'nı imzaladılar.
Reichstat Antlaşması, aslında, daha sonra, Osmanlı Devleti'nin Avrupa bölgelerinin Rusya ve Avusturya-Macaristan ve geri kalan bölgelerin ise İngiltere ve Fransa arasında paylaşmasının temellerini atmış oldu. Böylece "Reichstat Antlaşması'yla Doğu Buhranı uluslararası diplomatik değer kazandı. Türk ordularının Ağustos 1876'da Aleksinats'da Sırpları felâkete uğratmaları Doğu Buhranı'na yeni boyutlar kazandırdı. Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne gönderdiği ültimatom Sırpları ezilmekten kurtardı. Sırp yenilgisini bahane ederek, fakat çoktandır Karadeniz'i bir Rus gölü haline getirmek, Boğazları ve Balkan Yarımadası'nı kendi kontrolü altına almak ve Doğu Akdeniz'e inmek hevesine kapılmış olan Rusya'nın, Balkan Yanmadası'nda bir müdahalede bulunma ve Osmanlı Devleti'ne karşı savaş açma ihtimali artmış oldu. Rusya'nın Balkan politikasının gerçek amacı Balkan Yarımadası'nda Türk ve Müslüman olmayan unsurların çıkarlarını korumak değildi. Onun esas amacı kendi istilâcı, ekonomik ve siyasî çıkarlarını korumaktı. Rus Çarlığı sözü edilen dönemde dünyaya hâkim olmak istiyordu.
Doğu Buhranı'nın başlamasıyla Balkan devletçikleri Sırbistan, Yunanistan, Karadağ, 1878'den sonra Bulgaristan da Osmanlı Devleti'nden "kalacak olan" mirastan pay istiyorlardı: Sırbistan, Bosna, Güney Sırbistan ve Makedonya'yı; Bulgaristan-Makedonya, Doğu ve Batı Trakya'yı; Yunanistan ise "Megali İdea" uğrunda Tesalya, Epir, Makedonya, Girit, Batı Trakya, Selanik ve Doğu Trakya'yı işgal edip İstanbul'a inmek istiyordu.
Türk-Sırp-Karadağ Savaşı durdurulduktan sonra, barışı hazırlamak için diplomatik çalışmalar başladı. İngiltere'nin önerisi üzerine 1856'da Paris Barışı'nı imzalamış olan devletlerin temsilcilerinin katılmasıyla İstanbul'da bir konferansın toplanması kabul edildi. Bu Konferans tarihte İstanbul veya Tersane Konferansı olarak bilinmektedir. 23 Aralık 1876'da Konterans'ta görüşülecek noktalar gündemi tartışılırken dışardan dehşetli bir surette toplar atılmaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti'nin Dışişleri Bakanı Saffet Paşa hitaben: "Efendiler... Devletimiz'de yürürlükte olması gerekli görünen Anayasa bütün Osmanlı uyruklarının kişisel hürriyetlerini garanti altına aldığından ötürü toplantımız gereksizdir" dedi.
Tersane Konferansı'nın başarısızlığından sonra, Osmanlı Devleti'nin Avrupa devletleri tarafından verilecek kararları reddetmesi, kendi "sessiz parçalanmasını" Berlin Kongresi'ne kadar ertelemiş oldu. Fakat Rusya ile savaşın kaçınılmaz olduğunu da iyi biliyor ve bu savaşı karşılamaya hazırlanıyordu. Türk Ordusu savaş için çok iyi hazırlanmıştı. Türk kuvvetleri Silistre ve Rusçuk'u modern savunma hatlarıyla çevrelemişlerdi. Bunun dışında, Türk Ordusu oldukça güçlü bir donanmaya da sahipti. Tarihin kaydettiğine göre Türk donanması İngiltere donanmasından sonra dünyada en güçlüydü ve Karadeniz'e tamamen hâkim durumdaydı. Bu denizi bir Türk Gölü'ne dönüştürmüştü. Türk Ordusu Rus-Sırp-Karadağ ve Romanya ordularına ve binlerce Bulgar ve başka Hristiyan çetecilerine karşı yürütülecek olan savaşa iyi hazırlanmış ve en iyi silâhlarla donatılmış durumda giriyordu. Bu yüzden bütün dünyanın gözleri Türk Ordusu'na dikilmişti. Çünkü, onun, sözü edilen devletlerin ordularını ve özellikle Rus ordularını yenmesi, aslında Avrupa'da durumun değişmesine, saldırgan Panislavizm Hareketi'nin ve Ruslar'ın durdurulmasını etkileyecekti.
1876 Osmanlı Anayasası'nın ilânı Avrupa devletlerinden hiç birisinin işine gelmedi. Kendi devletlerinde bile henüz kurulmamış demokrasi rejiminin Osmanlı Devleti'nde yürürlüğe konulabileceğine ihtimal vermeyen Avrupa devletleri 1876 Osmanlı Anayasası'na "çocuk oyuncağı" dediler. Avrupa devletleri 31 Mart 1877'de Londra'da imzaladıkları bir protokol ile Osmanlı Devleti'ndeki Hristiyanlar'in durumu, Avrupa barışının ve status quo'sunun korunması için uğraşmaya devam edeceklerini bildirdiler. Bâb-ı Âli'nin bu protokolü de iç işlerine karışma sayıp reddetmesi üzerine, Rusya hemen genel seferberlik ilân etti ve 24 Nisan 1877'de Osmanlı Devleti'ne karşı savaşa başladı. Rusya'nın müttefikleri olarak Osmanlı Devleti'ne Karadağ 29 Nisan, Romanya 22 Mayıs, Sırbistan ise 14 Aralık 1877'de savaş ilân ettiler. Böylece Türk orduları Balkan Yarımadası'nda Rus, Romen, Sırp, Karadağ ve Bulgar gönüllülerine ve kuzeydoğu Anadolu'da Kars, Ardahan, Beyazıt ve Batum taraflarında Rus ordularına ve Ermeniler'e karşı savaşmak zorunda kaldılar.
Türk-Rus Savaşı'nın başlamasıyla, Avrupa devletleri tarafsızlıklarını ilân ettiler. Yalnız kalan ve dört devlete karşı iki büyük cephede savaşan şanlı Türk Ordusu düşman ordularını birkaç defa yendi Devleti. Avrupa devletlerinin ikiyüzlülüğü ve bütün Slav ve Hristiyan dünyasının karşısında yalnız kalan Osmanlı devleti savaşı kaybetti ve Rusya ile 31 Ocak 1878'de Edirne Ateşkes ve 3 Mart 1878'de Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı. "Ayastefanos Antlaşması ile Balkan Yarımadası'nın haritası istilâcı Rusya'nın siyasî emellerine göre çizildi".
Çatalca'ya kadar ilerleyen Ruslar'ın İstanbul'a girme tehlikesi karşısında Avrupa devletleri, başta İngiltere ve Avusturya-Macaristan olmak üzere tepki gösterdiler. Avusturya-Macaristan Edirne Ateşkes Antlaşması'nın maddeleri konusunda Rus Çarı II. Aleksandr'a protesto gönderirken, İngiliz donanması Çanakkale Boğazı'nı geçip İstanbul'un önünde demirledi. Böylece, İngiltere ve Rusya, İstanbul Sorunu yüzünden Kırım Savaşı'ndan sonra bir kez daha karşı karşıya geldiler ve savaş eşiğinde bulundular.
Ayastefanos Antlaşması, Edirne Ateşkes Antlaşması'na dayanıyor ve temelinde Panslavizm ideolojisinin ve taraftarlarının emellerini yerine getiriyordu. Antlaşmayla, Sırbistan, Karadağ ve Romanya, Osmanlı Devleti'nden ayrılıyorlardı. Osmanlı Devleti, Romanya'ya bir miktar savaş tazminatı ödeyecek, Rusya'nın Güney Besarabya ilhakını kabul edecek ve Romanya'ya Dobruca'nın bir bölümünü verecekti. Sırbistan savaşta olan katkısı nedeniyle güneyde sınırlarını genişleterek, Drina Vadisi, Niş ve Yenipazar Sancağı'nın bir bölümünü alacaktı. Bosna ve Hersek özerk bölge olarak tanınacaktı. En önemli maddelerden biri de Bulgaristan'a ilişkindi: Bulgaristan, kendi prensi, ordusu ve yönetimiyle Osmanlı Devleti'nin hâkimiyetinde özerk devlet statüsüne sahip olacaktı. Bulgaristan, Makedonya'nın bir bölümünü, bütün Rumeli'yi ve Sırp şehirleri Vranye ve Pirot'u da alarak, topraklarını Tuna'dan Ege Denizi'ne kadar uzatacaktı. Böylece Kavala'yı içine alarak, kuzeyde Rodop Dağları'ndan, doğuda sınırı Lüleburgaz'ın yanından geçerek, İskeçe'yi içine alıp, Edirne'yi Osmanlı Devleti'ne bırakarak Karadeniz'de Midya Şehri'ne kadar uzanıyordu.
Bulgaristan, Ayastefanos Antlaşması'nın 6. maddesi uyarınca Güney Sırbistan, Arnavutluk ve Makedonya'nın büyük bir bölümünü kendi hudutları içine aldı. Bu "Devlet'in" yüzölçümü 16.3000 km2 nüfusu ise dört milyon oldu. Doğu'da, Batum, Kars, Ardahan ve Beyazıt Rusya'ya geçecekti. Hotur ve civarı ise İran'a bırakılacaktı. Bundan başka, Sultan II. Abdülhamit Rusya'ya 30 milyon lira savaş tazminatı ödemeyi kabul ediyordu.
Rusya, dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması'yla Avrupa devletlerini, özellikle Avusturya-Macaristan'ı ve İngiltere'yi bir oldubittiye getirmek istedi. Fakat çok yanıldı. Bu antlaşmanın doğuracağı Avrupa tepkisini ve tehlikesini hesaplayamadı. Tepki sadece sözü edilen devletlerden gelmedi. Tepki Balkan devletçikleri Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan'dan, hattâ Rusya'nın müttefiki sayılan Almanya'dan bile geldi. Bu devletler Ayastefanos Antlaşması'nın sonuçlarını değerlendirmek için bir Avrupa konferansının toplanmasını istediler. Rusya bunu kabul etmediği takdirde, Avrupa devletleri ve Rusya arasında bir savaş kaçınılmaz olabilirdi. Savaştan yıpranmış halde çıkan Rusya bu durumun farkındaydı. Bu yüzden, Alman Çarı Bismark'ın konferansın Berlin'de yapılması yolundaki önerisini Rusya kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Berlin Kongresi hazırlıklarına başlandı.
Berlin Kongresi başlamadan önce Avrupa devletleri bir dizi diplomatik oyunlara giriştiler. Yalnız kalan Osmanlı Devleti'ne ve Türklük aleyhine bir dizi gizli antlaşmalar imzaladılar. Osmanlı Devleti'ni ve Türklüğü imha etmeye çalıştılar.
Avusturya-Macaristan, Doğu Avrupa'daki Rus gücünün azalması için Bulgaristan'ın küçültülmesini istiyordu. Rusya, Bosna ve Hersek'in Avusturya-Macaristan'a ilhakını kabul etmek zorunda kaldı. Bunun karşılığında Avusturya-Macaristan, İngiltere'nin şart koştuğu talepleri eskisi kadar desteklememeye başladı. Bunun üzerine İngiltere doğrudan doğruya Rusya'ya dönerek yeni kurulan Bulgaristan'ın Balkan Dağlarının kuzeyindeki bölgeyle sınırlandırılmasını kabul ettirdi. Bölgenin geri kalan bölümü Osmanlı Devleti'ne iade edilerek Doğu Rumeli Vilâyeti adı altında özerk bölge olacaktı ve Osmanlı Devleti bu bölgede hemen ıslâhatlara başlayacaktı. Makedonya ise Osmanlı Devleti'ne bırakılıyordu. Doğu Anadolu'nun bir bölümü de Osmanlı Devleti'ne iade edilecekti. Ancak Kars, Batum ve Güney Besarabya yine Rusya'da kalacaktı.
Ayastefanos Antlaşması'm olduğu gibi bırakmak tehditleri üzerine 4 Haziran 1878'de Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında Kıbrıs Antlaşması imzalandı. Antlaşma'ya göre, İngiltere Kıbrıs'ı işgal edecek ve Padişah adına idare edecekti. İngiltere de Ruslar saldırdığı takdirde Doğu Anadolu'yu savunmak için gerekli yardımı yapmaya söz veriyordu. Kıbrıs Antlaşması'yla, aslında, İngiltere'nin Berlin'deki son zaferi için temeller atıldı. Böylece, Berlin Kongresi başlamadan önce Ayastefanos Antlaşması'nın değiştirilecek maddelerinin planı yapılmış oldu. Bu dönemde, Avrupa devletlerinin yaptıkları diplomatik oyunlarla ve imzaladıkları gizli antlaşmalarla Berlin Kongresi'ne gitmeden önce en önemli sorunlar için aralarında anlaştılar.
Berlin Kongresi 13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasında toplandı. Kongre kararlarıyla Rusya'nın Ayastefanos'ta düşlediği Büyük Bulgaristan ve Ege Denizi üzerinden Akdeniz'e inme emelleri suya düşüyordu. Büyük Bulgaristan ise üçe bölünüyordu. Özerk Bulgaristan Tuna'dan Balkan Dağları'na kadar uzanacak, Osmanlı Devleti'nin hâkimiyetinde kalacak, başında Hristiyan bir prens bulunacak, ayrı ordu ve yönetimi olacak ve Padişah'a yıllık vergi verecekti.
Büyük Bulgaristan'dan geri kalan topraklar ikiye bölünüyordu. Balkanlar'ın güneyinde kalan bölge Doğu Rumeli Vilâyeti olarak Osmanlı devletinin yönetiminde kalıyordu. Burası siyasî ve askeri bakımdan doğrudan doğruya Osmanlı Devleti'nin kontrolünde kalıyordu. Niş ve Yunan sınırı arasındaki Makedonya Bölgesi, ıslâhatlar yapılmak şartıyla yeniden Osmanlı Devleti'ne iade ediliyordu. Berlin Antlaşması'nın 23. maddesi uyarınca Osmanlı Devleti Girit, Epir, Tesalya, Makedonya ve geri kalan bölgelerde ıslâhatlar yapmak zorunda kalıyordu.
Osmanlı Devleti'nin idaresinde olmalarına rağmen Bosna ve Hersek, Avusturya-Macaristan ordusu tarafından işgal edilecek ve iki, devlet arasında daha sonra başlayacak görüşmelerle hazırlanacak olan bir düzenlemeye kadar Avusturya-Macaristan memurları tarafından süresiz olarak idare edilecekti.
Karadağ ve Sırbistan bağımsız devletler oluyordu. Sırbistan, Güneyde Niş'e, doğuda ise Pirot'a kadar genişleniyordu. Fakat hem Sırbistan, hem Karadağ bunun karşılığında Osmanlı Devleti'nin borçlarının bir bölümünü ödeyeceklerdi. Romanya 1856 Paris Antlaşması'yla aldığı Besarabya topraklarını Rusya'ya iade edecek. Tuna adalarıyla Dobruca'yı alacak ve bağımsız bir devlet olacaktı. Osmanlı Devleti doğuda Kars, Ardahan ve Batum'u Rusya'ya bırakacaktı. Batum serbest liman olacak, Doğu Beyazıt ise Osmanlı Devleti'ne iade edilecekti. Karadeniz ve Boğazlar konusunda 1856 ve 1871 antlaşmalarının maddeleri yürürlükte kalacaktı.
Berlin Kongresi kararlarıyla Osmanlı Devleti toprağının beşte ikisini ve nüfusunun beşte birini terketmek zorunda kaldı. Berlin Kongresi'nden sonra, Balkan Yarımadası'nda 9.456 mil2'den, 4.555 mil2 kaldı. Ayrıca büyük gelir kaybına da uğradı. Berlin Kongresi'nin kararlarıyla "medenî" Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti'ne, Türklüğe ve İslâm'a büyük darbe indirdiler. Sözü edilen devletlerin karşısında yalnız kalan Osmanlı Devleti, Berlin Kongresi'nde Rusya, İngiltere ve Avusturya-Macaristan tarafından paylaşıldı. Bu paylaşma aslında Berlin Kongresi'nden evvel Rusya-Avusturya ve Rusya-İngiltere gizli antlaşmalarıyla yapıldı. Berlin Kongresi'nden sonra Bosna ve Hersek Sırp İsyanı'yla başlayan "Büyük Doğu Buhranı"nın birinci safhası sona erdi ve Doğu'da durum geçici bir süre için sakinleşti. Osmanlı Devleti için Berlin Kongresi korkunç bir yenilgi oldu.
1875-1878 "Büyük Doğu Bunalımı" yıllarında ve Berlin Kongresi'nin kararlarıyla, Osmanlı Devleti'nden alınan bölgelerde yaşayan Hristiyanlar, o bölgelerde kalan Türk ve Müslüman halkını tamamen imha etmeye başladılar. Onlar yüzbinlerce masum Türk'ü ve Müslüman'ı öldürdüler, mallarını yağma ettiler, evlerini, köylerini, camilerini yakıp yıktılar. Korkunç bir Türk-Müslüman katliamı ve soykırımı yaptılar.
Yaptıkları insanlık dışı baskılarla yüzbinlerce Türk'ü ve Müslüman'ı yüzyıllarca yaşadıkları vatanlarından kovdular. Kovulan Türkler ve Müslümanlar Osmanlı Devleti'ne göç ettiler. Yılmaz Öztuna ve Enver Ziya Karal'a göre sözü edilen dönemde Osmanlı Devleti'ne göç eden Türkler'in ve Müslümanlar'in sayısı bir milyondan fazlaymış. Rus tarihçisi D.E. Eremeev ise "Sadece 1875 ve 1876 yılında yaklaşık bir milyon Türk ve Müslüman Osmanlı Devleti'ne göç etmişti" demektedir. Osmanlı Devleti'ne en çok Türk-Müslüman göçmen Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Bosna ve Hersek, Dobruca ve başka yerlerden geldi. Gelen göçmenler Anadolu, Suriye, Lübnan, Filistin, Kıbrıs, Trablusgarb, Makedonya, Epir, Tesalya, Doğu Rumeli, Rodoplar ve Trakya'da yerleştirildi.
Makedonya'ya gelen göçmenlerin çoğu Niş, Leskofça, Karadağ, Dobruca ve Rumeli'nin diğer bölgelerinden gelenlerdi. Fransa'nın Sofya Konsolosu J. Chepher'in Fransa Dışişleri Bakanı V. Vadington'a 3 Ocak 1879'da gönderdiği raporda "Makedonya'ya gelen göçmenlerin sayısı 50 ile 60 bin ailedir" derken, Doğu Rumeli Avrupa Komisyonu Fransa temsilcisi Maximilian Napoleon Theodore de Ring, V. Vadington'a 4 Ekim 1879'da gönderdiği raporda ise "Sadece Selanik Vilâyeti'nde 60 bin Müslüman-Türk göçmen bulunuyor" demektedir.
Bilâl Şimşir ise Makedonya Bölgesi'ne akın yapan Türk göçmenleriyle ilgili şöyle demektedir: "Makedonya, 1877-1878 göçmenlerinin yığıldığı bölgelerden biriydi. Rus işgali altına giren Tuna ve Edirne vilâyetleri Türk halkının bir kısmı ile Sırp işgaline düşen Niş ve Leskofça bölgesi Türkleri'nin çoğu, Selanik ve Kosova vilâyetlerinde toplanmıştı. 1877/78 kışında iki vilâyette toplanan göçmenlerin sayısı 300 bin kadar tahmin ediliyordu. Selanik taraflarından bir kısım göçmenler 1878 yılı içinde Anadolu'ya ve Suriye'ye sevkedilmişlerdi. Buna karşılık Karadağ'ın ilhak ettiği topraklardan göç eden Türkler, göçmenlerin sayısını yine arttırmıştı... 1878/79 kışına girilirken Makedonya'da hâlâ 60 bin aile Türk göçmeni bulunmaktadır. Bu, 250 bin kişilik kitle demektir..."
1875-1878 "Büyük Doğu Buhranının Berlin Kongresi kararlarıyla sona ermesinden sonra da kaybolan Osmanlı topraklarından Türk ve Müslüman göçleri devam etti. Bu dönemde, Osmanlı Devleti'ne gelen göçmenlerin çoğu Bulgaristan, Rusya, Sırbistan, Bosna ve Hersek, Tesalya, Girit ve başka yerlerden baskılara dayanamıyarak kaçan veya kovulan Türkler ve Müslümanlardı. Ekim 1908'de Bosna ve Hersek'in Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilmesi, Bulgaristan'ın kendi bağımsızlığını ilân etmesi, Girit'in Osmanlı Devleti'nden ayrılması ve Yunanistan'a bağlanması olayları, bu bölgelerden Türk-Müslüman halkının Osmanlı Devleti'ne göç etmesini hızlandırdı.
Osmanlı Devleti'nin Avrupa kesiminde yaşayan Türkler ve Müslümanlar esas vahşete, Birinci Balkan Savaşı'nın başlamasından sonra uğradılar. Bu Savaş sırasında Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar vb. Hristiyanları, Balkan Yarımadası'nda yaşayan Türkleri tamamen imha etme hareketine giriştiler. Türkleri mezbahanelerde koyun boğazlar gibi kestiler. Onlar Poroy'da 200, Serez'de 500, Ustrumca-Radoviş yolunda aynı günde 5 bin, Üsküp-Kumanova arasında 3 bin Türk'ü bıçaktan geçirdiler. Kılkış'ta ve civarındaki köylerde Bulgarlar Türk erkeklerini camilerde, Türk kadınlarını ve kızlarını ise köy meydanlarında yaktılar.
Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında Balkan Hristiyanları'nın vahşetine uğrayan Rumeli Türkleri İstanbul'a ve Anadolu'ya sığınmak zorunda kaldılar. İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee'nin Osmanlı kaynaklarına dayanarak verdiği bilgilere göre ise 1912-1920 yılları arasında Türkiye'ye toplam 413.922 Türk göç etmiştir. Osmanlı Devleti'nden alınan topraklarda kalan Türkler'e Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında soykırımı yapıldı. Aynı şeyler son yıllarda Bulgaristan'da yapıldı.
Türk olmayan Balkan ve Yakın Doğu milletleri sözü edilen dönemde, Türk milletine, İspanya ve Portekiz'in Güney ve Orta Amerika; İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda vb. Avrupa devletlerinin bâzı Asya ve Afrika milletlerine yaptıklarını yaptılar. İspanya ve Portekiz Güney ve Orta Amerika milletlerine zorla kendi dillerini ve dinlerini kabul ettirdiler. Onları "Lâtinleştirdiler". Öteki Avrupa devletleri ise bazı Asya ve Afrika milletlerine aynısını yaptılar.
Osmanlılar ise Osmanlı Devleti sınırları dahilinde yaşayan Türk olmayan milletleri kardeş saydılar. Onların millî nitelik ve değerlerine dokunmadılar. Osmanlı Devleti sınırları dahilinde yaşayan Hristiyan ve Türk olmayan Müslüman milletler Osmanlı Devleti'nin ve Türk milletinin sayesinde millî varlıklarını ve bütünlüklerini korudular ve onlardan bazıları XIX. bazıları ise XX. yüzyılın başında kendi devletlerini kurdular. Ancak, eski Osmanlı milletleri bugün bu gerçeği kabul etmiyorlar. Halbuki, Osmanlı Devleti 550 yıl zarfında hepsini Türkleştirir, İslâmlaştırır, eritir ve tamamen yok edebilirdi. Hattâ taşı ve toprağı bile "Türkleştirir" ve "İslâmlaştırabilirdi". Çünkü Avrupa'da Osmanlı Devleti'ne "dur" diyebilecek kuvvet yoktu. Sözünü ettiğimiz dönemde Osmanlı Devleti dünyanın en adaletli devleti ve en büyük askeri gücüydü. Onun adaleti ve askerî gücü karşısında "medenî" Avrupa boyun eğmek zorunda kaldı.
Öyle olmasına rağmen, Osmanlı Devleti kimseye kötülük etmedi. İspanya'nın, Portekiz'in, ırkçı Balkan ve Avrupa devletlerinin ve milletlerinin yaptıklarını yapmadı. Yapmış olsaydı, bugün Balkan Yarımadası'nın ve Yakın Doğu'nun bambaşka coğrafi hudutları olacaktı. Adriyatik Denizi'nden Hazar Denizi'ne ve Kırım'dan Hind Okyanusu'na kadar uzanan 300 milyon Türk'ten oluşan bir Türk Devleti olacaktı. Bunun dışında bugün ne Balkan Yarımadası'nda bir Türk göçü ve sorunu, ne Yakın Doğu'da bir Filistin (Arap)-Yahudi boğuşması ve Irak-İran savaşı, ne de başka sorunlar olacaktı.
Osmanlı Devleti gerekeni yapmış olsaydı, Türk asıllı olan daha sonra ise Hristiyanlaşan ve İslavlaşan Bulgarlar bugün Bulgaristan'da iki milyondan fazla ırkdaşımıza soykırımı yapamayacaklardı. Onların adlarını, dillerini, dinlerini vb. nitelik ve değerlerini yoketmeye girişemeyeceklerdi. Kurşuna dizemeyecek, tanklarla ezemeyeceklerdi. Mallarını, mülklerini ve kültür eserlerini tahrip edemeyeceklerdi. XX. asrın en büyük "exodosu"nu yapamayacaklardı. Ancak Bulgarlar unutmamalıdırlar ki, Türk milleti tarih boyunca kimseye borçlu kalmadı. Herkese yaptığının hesabını sordu ve ödetti. Pek tabiî ki, onlardan da yaptıklarının hesabım soracaktır.
.ALINTIDIR.