MU Medeniyeti
Batık Mu kıtası ve Mu uygarlığı hakkındaki bilgilerin çok büyük bir bölümü, 19. yüzyılda yaşamış olan İngiliz araştırmacı James Churchward'ın incelemeleri neticesinde gün yüzüne çıkmıştır. İngiliz silahlı kuvvetlerinde albay olan Churchward, 1880'li yıllarda Hindistan ve Tibet'te görevle bulunduğu sıralarda bu kıta hakındaki ilk bilgileri edinmiş, emekliliğinden sonra da Orta Amerika'da araştırmalarını tamamlayarak bu batık uygariık hakkında beş eser yazmıştır.
Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen "Naacal Tabletleri" ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 1921-23 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur.
Bilim dünyası, gerek Churchward'ın ortaya çıkardığı Mu uygarlığının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis'in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır. Ancak yine bilim dünyası, bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır. Kaldı ki, dünyanın hemen her yerindeki kavim ve milletlerin tufan efsaneleri de, büyük bir felaketin yaşandığını doğrulamaktadır ve bilim dünyası ister kabul etsin, ister etmesin, Mısır, Maya kalıntıları, Paskalya adası uygarlığı gibi ~ugün nasıl ortaya çıktıkları izah edilemeyen birçok eser bu batık kıta uygarlıklarının varlığı ile mantıklı izahlara kavuşabilmektedir.
Evrim kuramları ve genel bulgulara göre, günümüzden 200 ile 500 bin yıl önce iki ayağı üzerinde dik olarak durabilen "Homo Erectus" yerini, düşünebilen insan "Homo Sapiens"e bırakmıştır. Homo Sapiens'in ortaya çıkış tarihini 200 bin yıl önce olarak kabul etsek dahi, o günden bu güne kadar insanoğlunun sadece günümüz uygarlığını yaratmış olduğunu düşünmek, insanlık adına büyük bir bencilliktir. 200 bin yıl önce dünyaya gelen ve uzmanlarca beyin ağırlığı ve düşünme kapasitesi günümüz insanı ile aynı olarak kabui edilen Homo Sapiens, ne olmuştur da, 194 bin yıl bekledikten sonra, günümüzden 6 bin yıl önce birden bire dev adımlar atmaya karar vernıiştir? Nitekim, günümüz bilim çevreleri, tekerleğin ve yazının ancak M.Ö. 4 binlerde bulunduğunu öne sürnıektedir.
Ancak, dünyanın geçirdiği tufan felaketi nedeniyle çok az belge ve bulgunun kalmış olmasına rağmen, bu belge ve bulgular, insanoğlunun dünya üzerindeki uzun geçmişinde, günümüz uygarlığının dışında en az bir büyük uygarlık daha yaratmış olduğunu ve hatta bugünkü uygarlığın temellerinin de bu eski uygarlıkta atıldığını ortaya koymaktadır.
James Churchward 1883'de, Batı Tibet'te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkarttı. Tibet'te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğruitusunda Tibet'teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet'te bir manastıra düştü. Bu manastırın, "Büyük Rahipler Kardeşliğinin" önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward'a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmış "Naacal Tabletleri"ni gösterdi.
Rishi'nin Churchward'a, binlerce yıldır sır olarak saklanan tabletleri niçin gösterdiği bilinmiyor. Ancak, kendisi de bir inisiye olan Rishi'nin, başka kanallardan da olsa Ezoterik doktrini bünyesinde yaşatan bir diğer kardeşlik örgütüne, Masonluğa üye olan Churchward'ı kendisine yakın bulduğu ve bazı sırların batı dünyasına açıklanması zamanının geldiğine inandığı tahmin ediliyor.
Rishi, bu düşüncelerle Churchward'a iki yıl boyurıca üstadlık yaptı ve sadece büyük rahiplerin bildiği, Naacal Tabletlerinin yazıldığı ölü dili kendisine öğretti.
Naacal dilini öğrenen ve tabletleri inceleyen Churchward, bu tabletlerin ışığı doğultusunda batık kıta Mu ve uygarlığııtın izlerine rastlamak umuduyla 50 yıl süren araştırnıa gezilerine başladı.
Pasifik okyanusundaki hemen bütün adalarda, Sibirya ve Orta Asya'da, Avusturalya'da, Mısır'da incelemeler yapan Churchward'a yeni nur kaynağı Meksika'da parladı. Amerikalı Jeolog William Niven, 1921-23 yılları arasında Meksika'da yaptığı kazılarda, 11.500-12.000 yıl önce yazıldıkları saptanan 2600 dolayında tablet buldu. Bu tabletlerdeki yazılar ne Niven tarafından, ne de tabletler üzerinde uzun bir inceleme yapan Carnegie Enstitüsü uzmanlarından Dr. Morley tarafından okunamadı. Tabletlerin varlığını duyan Churchward Meksika'ya gitti ve Tibet'te öğrenmiş olduğu Naacal diliyle yazılı olduklarını ispatladığı Meksika tabletlerini çözmeyi başardı. Tibet tabletlerinde eksik kalan bilgilerini Meksika tabletleri ile tamamlayan Churchward, batık uygarlık Mu hakkında büyük'yankılar getiren eserlerirıi yazdı.
Churchward ve Niven'in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu. Danimarkalı araştırnıacı ve yazar Eric Von Daniken de, birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olan bu adalar kültürlerinin şaşılacak derecede benzediğine işaret ediyor. Churchward'a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürnıektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu; zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar olucturmuctur.
Mu uygalığının kolonileştirdiği ve daha sonra bağımsızlaşarak birer imparatorluğa dönüşen en önemli iki devlet, Atlantis ve Uygur İmparatorluklarıdır (8). Ayrıca, bugün Antik Mısır, Çin, Hint ve Maya uygarlıkları diye bilinen uygarlıkların kökeninde de Mu uygarlığı yatmaktadır.
Mu uygarlığının ne zaman başladığı bilinmiyor. Naacal Tabletleri ve Meksika'da bulunanlar bu konuda aydınlatıcı olamadı. Ancak tabletler, Mu'nun kolonileşme ve uygarlığinın temelini oluşturan dinini yayma aşamasına 70 bin yıl önce geçtiğini gösteriyorlar.
15 bin yaşında oldukları belirlenen Naacal Tabletleri evrenin başlangıcı ve ortaya çıkışı konusunda ayrıntılı öngörüler kapsamakta. Bu tabletlere göre, evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan, bir kaosun hakim olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar biraraya geldi. Bu gazlar, güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı. Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu. Sular dünyayı kapladı. Güneş ışıkları tıavayı ve suyu ısıttı. Bu ışıklar ve toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları yiikseltti ve bunlar açık toprak oldu. Güneş ışıkları suyun içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını (Rna-Dna) oluşturdu. İlk hayat sudan ç~ktı ve tüm yeryüzüne yayıldı.
Günümüzde geçerli evren ve yaşamın oluşumu teorilerine bu denli benzerlik tesadüf olamaz. Zaten, en az 70 bin yaşında olan bir uygarlıktan daha farklı bilgiler ummak da saçmalık olur. Mu uygarlığının ulaştığı seviyeyi gösternıe açısından bir başka kaynaktan yararlanalım. Günümüzden 3 bin yıl önce yazılmış Mahabharata'da, uzak geçmişte insanoğlunun kullandığı bir silah tarif ediliyor: "Dumansız bir ateşin ışıltısına sahip olan ve alevler saçan bir mermi atıldı. Birden heryer karanlığa gömüldü. Daha sonra, gözleri kör eden bir ışık ve kulaklan sağır ederı bir gürültü çıktı. Ardından meydana gelen büyük ısıda sular buharlaştı. Filler, atlar, insanlar bir anda kavruldn. Ağaçlar tamamerı yandı. Heryer yeniden aydınlandığında koca ordudan geriye sadece bir avuç kül kalmıştı"...
Bu efsane, atalarımızın ulaştığı uygarlık düzeyinin yanısıra, onların dünyasının da bugün olduğu gibi, barıştan yana pek nasibini almadığını gösteriyor.
Mahabharata efsanesi ve Sodom ve Gomora'nın yokoluşu gibi diğer bazı efsaneler, Atlantis ve Mu kıtalarının batışı teorilerinden birisini destekler niteliktedir. Ancak bu konuya daha sonra değinileceği için şimdi, Mu uygarlığının yönetiliş biçimine ve bunun aracı olan ilk tek Tanrılı dine, "Mu Dini"ne göz atalım.
Mu uygarlığı bir imparatorluktu ve imparatorlann ünvanı, güneşin oğlu da denilen "Ra Mu" idi. Mu imparatorluğunun bir diğer adı da "Güneş İriıparatorluğu"ydu. Mu dilinde "Ra" kelimesi, giineş anlamına geliyordu. Mu'nun kolonisi olan Mısıi da da güneş tanrıya "Ra" adı verilmiştir. Ayrıca, kökleri Mu uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya'da da imparatorun ünvanı "Güneşin Oğlu" dur. Bunun yansıra eski Maya ve İnka uygarlıklarında da krallar aynı ünvanı kullanmışlardır. İmparatorun altında, hem bilim adamı hem de rahip olan "Naacaller" bulunuyordu ve burılar yönetici sınıfı teşkil ediyordu. "Kutsal Sırlar Kardeşliği"nin üyesi olan Naacaller'in tüm dünyaya yaymış oldukları "Mu Dini", belki de insanlığın tanıdığı ilk tek Tanrılı dindi. Naacaller bu dini, sıradan insanlara, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyoriardı. Bu sembollerin Ezoterik anlamlannı sadece inisiye edilmiş kardeşler ve imparator Ra-Mu bilmekteydi.
Naacaller'in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu. Alaacal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin Tannnın geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmektcydi. Mu dinine göre Tann o kadar kutsal bir varlıktı ki, doğrudan ağıza alınamazdı. Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan insanlar tarafından idrak edilemezdi. İşte bu Yüce Varlığın sembolü, Güneş yani "Ra" idi. Tanrının güneş olduğu iddiasındaki tüm saptırıimış iddialann ve güneş kültü diye nitelendirilen inamşların kökeninde yatan olgu budur.
Naacal öğretisinde Güneş doğrudan Tann değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade tarzlannın kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı. Ancak, uygarlık çöküp, ana kaynak yok olunca, zaman içinde bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu.
Semboller vasıtasıyla tek Tanrıya tapınımı öğreten dinin büyük rahibi, dolayısıyla kutsal kardeşlik örgütünün de başı, Ra Mu'nun kendisiydi. Ancak imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak "Güneşin Oğlu" ünvanını taşıyordu.
Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara "şeffaf mabetler" deniliyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Bu da bir tür semboldü ve Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları, sanki üstü açıkmış gibi, gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir.
Mu dini sembollerinin en önde geleni, ".Mu Kozmik Diyagramı"dır. Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, "Ra"nın, yani tek Tanrının kollektif simgesidir. Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, içiçe geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün birarada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanriya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü remzeder. Her ikisinin birarada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın herbir ucu bir fazileti remzeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemierin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durnıası gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır.
Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırrrıanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kamil İnsan'a ulaşmak zorundadır.
Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay'dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgerıin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında ~lar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur. Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan südur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler. Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissetfirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini remzeder. Bu sembol, Osiris iIe önce Atlantis'e buradan Hermes ile Mısır'a, Mısır'dan Yunanistan'a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.
Birçok sembol gibi, Ezoterik Sırlar Öğretisinin üyelerini kabul ettiği inisiasyon törenlerinin kökeni de, Mu Naacal okulundadır. Değişik örgütlenmeler vasıtasıyla 'günümüze kadar ulaşmış bu inisiasyon töreninde aday, uzun bir hazırlık ve soruşturma döneminden sonra, layık görülmesi halinde kardeşliğe kabul edilirdi. Naacal kardeşlik örgütüne üyelerin seçilerek âlındıkları dışında, kabul töreni ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakta. Ancak, Naacal kardeşliğinin son durağı olarak da kabul edilebilecek Mısır'ın Hermetik kardeşliğine kabul töreninin Naacaller'in uyguladıkları törenden daha farklı olduğunu varsaymak için hiçbir neden yok. Bu törenin ayrıntılarına Mısır uygarlığını incelerken dönüleceği için, şimdi Naacal öğretisinin diğer kavramlarına geri dönelim.
Naacal Tabletleri, Mu Uygarlığı'na ait, günümüzden yaklaşık 15.000 yıl önce yazıldıkları ispat edilen taş tabletler.
Tabletleri yazan ve uygarlıklarını anlatan rahip Naacaller, bir gün bu sonla karşılaşacaklarını biliyorlar ve gelecek kuşaklara bu bilgilerin kalmasını istiyorlardı.
James Churcward elli yılı aşkın bir zaman içerisinde tüm dünyayı dolaşarak Mu ile ilgili pek çok belge elde etmiştir. Tibet bir mabedin başrahibi Rishi tarafından kendisine verilen bu tabletler en önemli bilimsel kanıtlardır.
Tabletlerin Bulunuşu
Naga-Maya dili Hindistan'daki arkaik Sanskritçe olarak bilinen en ilkel Hint dilinden daha eskidir. Churchward Batı Tibet'teki bu mabedin ( başrahip Naga-Maya dilini bilmektedir) başrahibinden bu ölü dili 2 yıllık bir çalışma sonunda ögrenir ve rahibin de yardımı ile bu tabletlerde yazılanları çözer. Burada yazılanlara göre, bu yazılar 15.000 yıl önce yazılmış olup Hindistan'a Mu'nun bilim rahipleri dedikleri 'Naakaller' tarafindan getirilmiş tabletlerdir.
Rishi'nin Churchward'a, binlerce yıldır sır olarak saklanan tabletleri niçin gösterdiği bilinmiyor. Ancak, kendisi de bir inisiye olan Rishi'nin, başka kanallardan da olsa Ezoterik doktrini bünyesinde yaşatan bir diğer kardeşlik örgütüne üye olan Churchward'ı kendisine yakın bulduğu ve bazı sırların batı dünyasına açıklanması zamanının geldiğine inandığı tahmin ediliyor.
İçerik
Naacaller'in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu. Bu sembollerin Ezoterik anlamlarını sadece inisiye edilmişler ve imparator Ra-Mu bilmekteydi.
Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürnıektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu; zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluşturmuştur.
Tibet tabletlerinde eksik kalan bilgilerini, Churchward, Amerikalı Jeolog William Niven'ın, [[1921 - 1923 yılları arasında Meksika'da yaptığı kazılarda bulduğu, 11.500-12.000 yıl önce yazıldıkları saptanan 2600 dolayında tablet ile tamamlamıştır
Naacal tabletlerinden edindiği bilgiler ile 5 kitap yazmıştır. 1930 lu yıllarda kaleme aldığı eserler ve yaptığı konferanslar ile J.C. bilim dünyasında büyük yankılar uyandırmıştır.
Naacal öğretisinde Güneş doğrudan Tanrı değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade tarzlannın kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı. Ancak, uygarlık çöküp, ana kaynak yok olunca, zaman içinde bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok fazla olan bu sembollerin her biri bir dini temsil etmeye başlamıştır.
Churcward'ın Kaynakları
Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen Naacal Tabletleri ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 192123 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur.Bu taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.
Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kıtasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yıl çalısmıst bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayınlamış bir uzmandi.
Bu tabletler daha ziyade resimlere benzeyen bir yazı stili kullanılmıştır. Adı geçen Rahip, İngiliz Albaya bu tabletleri okuyup anlaması için Sanskritçe öğrenmesi gerektiğini, bunun da yeterli olmayacağını ve eski bir dil olan Naga-Maya dilini de öğrenmesi gerektiğini söyler. Naga-Maya dilini bu rahip bilmektedir ve Churchward, Rahipten bu dili öğrenmekle işe başlar. Neticede bu dilleri öğrenir ve tabletlerdeki yazıları büyük oranda çözer. Albay bu tabletleri çözmek için çok zaman harcar. Daha ziyade emekliliğinden sonra çalışmalarını bu alana teksif eder. Ancak yazıların bazı yerleri deforme olmuş, bazı tabletler de kaybolmuştur. Bunun için metinlerde anlam bütünlüğü bozulmaktadır.
1.Yukatan'da hazirlanmis eski bir Maya kitabi olan 'Troano El Yazması'. Bugün British Museum'da bulunmaktadir.
2.Troano El Yazmasiyla ayni yaşta olan bir baska Maya kitabi 'Cortesianus Kodeksi'dir. Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadir.
3.Paul Schlieman tarafından Tibet'te bir Budist tapınağında bulunan 'Lhasan Belgesi'.
4.Yukatan'da Mu Kıtası anısına inşa edilmiş Uxmal Tapınağı'ndaki Yazıtlar yaklaşık 12.000 yıllıktır. Bu tapınakta:
Geldigimiz yer olan Bati ülkelerinin anisini korumak için insa edilmistir, diye kabartma yazılar bulunmaktadir.
5.Meksiko şehrinin 96 km güneybatisinda yer alan 'Ksochicalo Piramiti Yazıtları'. Bu piramit, üzerindeki kabartma yazilara göre;
Batı ülkelerinin yıkımının anısına insa edilmistir.
6.Dr. Niven'in Alaska'da buldugu Mu Kıtası sembolleriyle islenmis bir totempol.
7.Eflatun'un Timeus ve Critias adli eserinde batik kitaya dair su sözler geçer:
Mu ülkesinde 10 halk vardı.
Tahsin Mayatepek'in Araştırmaları
Tahsin Mayatepek
1882'de Edirne'de doğan Tahsin Mayatepek'in babası Afyonlu Kara Ömer Vehbi Paşa, annesi Boşnak Gülsün Hanım'dı. Aile o zamanlar Sarhoşoğulları olarak anılıyordu (bugün Mayatepek). Tahsin Mayatepek babaları gibi asker olan iki kardeşinin, aksine tarihçi ve diplomattı. Enver Paşa'nın Sultan Vahdettin'in kızı Naciye Sultan ile olan evliliğinden olan kızı Türkan Sultan ile evlenmişti.
Atatürk kendisini Meksikaya elçi olarak gönderdi.Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler M.Ö 200.000 ile M.Ö.70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu. Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü
Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve İnka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi eşyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu.Yalnızca bu bile Türk'lüğün ne kadar eski bir tarihe sahip olduğunu göstermeye yeterliydi.Diğer bir teori ise Nuh'un torununun oğlu'nun ilk Türk olduğu şeklindeydi ilk Türk MU kıtasında yaşamıştı,yalnızca bulunan bu benzerlikler bile ilk Türk'ün MU'da yaşadığını gösteren teoriyi fazlasıyla destekliyordu.
Araştır araştır bitmiyor.Bir kısmını sizinle paylaştım.Bir hayli uzun.