OĞUZ KAĞAN DESTANI V


16. "ALTIN YAY" VE "ÜÇ GÜMÜŞ OK"

"Oğuz-Kağan'ın altı oğlu hükümdarlık sembolü olan, 'altın bir yay" ile ""üç gümüş ok"u, avda bulup getirmişlerdi":

Altından yapılmış bir yay ile üç gümüş okun, Oğuz'un oğulları tarafından bulunuşu, hemen hemen bütün Oğuz destanlarında yer almaktadır. Tabiî olarak, ayrı yer ve zamanlarda yazılmış olan Oğuz destanlarında, bu konuda da ufak değişiklikler görmüyor değiliz. Uygur türkçesi ile yazılmış Oğuz destanı, yayla okların daha önce, rüyada görüldüklerini yazıyordu. Bu çok güzel olay, şöyle olmuştu:

Söz dışında kalmasın, bilsin herkes bu işi,
Oğuz-Kağan yanında, vardı bir koca kişi,
Sakalı ak, saçı boz, çok uzun tecrübeli.
Soylu bir insan idi, akıllı düşünceli.
Ünvanı Tüşimeldi, yani Kağan veziri,
"Uluğ Türük" dü adı, Oğuz'un seçme eri.
Altından bir yay gördü, uyur iken uykuda,
Yayın bulunuyordu, üç gümüşten oku da.
Ta doğudan batıya, altın yay uzanmıştı,
Üç gümüş ok kuzeye, sanki kanatlanmıştı.
Anlattı Oğuz-Han'a, uyanınca uykudan,
Rüyayı tabir etti, içindeki duygudan,
Dedi: "Bu düşüm sana, dirlik düzenlik versin!
"Hakanıma inşallah, birlik güvenlik versin!
"Rüyada ne gördüysem, Gök Tanrı'nın sözüyle,
"Seni de öyle yapsın, Tanrı kutsal özüyle!
"Yeryüzü hep insanla, dolup taşar boyuna,
"Tanrım! Bağışlayıver! Oğuz-Kağan soyuna!"

Eski tarih kaynaklarına göre ise olay şöyle olmuştu: "Oğuz-Han'ın altı oğlu bozkırlarda avlanırlarken, tesadüfen bir altın yay ile üç gümüş ok bulmuşlar ve bunları babalarına getirmişlerdi".

Oğuz destanlarının en son metinlerinden biri sayılan, Hive'nin meşhur Türk hanı Ebülgazi Bahadır Han'ın eserinde ise durum şöyle anlatılıyordu:

"Oğuz-Kağan bir vezirine, altın bir yay ile üç gümüş ok vermiş ve bunların ayrı ayrı yerlerde, bozkırlar içine, yarıya kadar gömülmesini emretmişti. Bey, Oğuz-Kağan'ın emrini yerine getirerek yayı, batıdaki bir bölgeye ve üç gümüş oku da doğuda yarı yerlerine kadar gömerek, gelmişti. Bundan sonra Oğuz-Kağan göğün kızından doğan üç oğlunu, yani Gün-Han, Ay-Han ve Yıldız-Han'ı batıya göndermişti. Yerin kızından doğan üç oğlunu, yani Gök Dağ ve Deniz Hanları da, avlanmak için, doğuya göndermişti. Batıda ve doğuda avlanan çocuklar, yay ile okları bularak sevinmişler ve hemen onları babalarına götürmüşlerdi. Oğuz-Han, altın yayı bulan çocuklarını, Batı ülkelerine tayin etmiş ve gümüş okları bulanları da Doğu bölgelerine vermişti". Oğuz-Han'ın beyini göndererek, yay ile okları yarı yerlerine kadar toprağa gömdermesi, başka hiçbir kaynakta görülmemektedir. Bu bakımdan böyle bir olayın, sonradan uydurulmuş olması, ilk bakışta akla çok uygun gelmektedir. Fakat Türk mitolojisinin diğer motiflerini de hatırlayınca, bu olay üzerine önem vermeden geçmek, mümkün olmamaktadır. Çok eski bir efsanedir: "Atilla'nın çobanlarından birisi, günün birinde bir sığırın, ayağının kanadığını hayretle görmüş. Acaba sığırın ayağını böyle ne kesti diye araştırırken, yere saplanmış bir kılıç bulmuş. Sapından yere saplanmış olan bu kılıcı topraktan çıkararak, Atilla'ya getirmiş. Atilla'nın etrafındakiler bunu görünce çok sevinmişler ve bu kılıcın, Tanrının kılıcı olduğunu söylemişler. Ayrıca, bu kılıcı elde eden hükümdarın da, yaryüzüne hâkim olacağını ifade etmişler". Gerçi bu hikâye, İskitler çağında da görülen bir efsane motifidir. Fakat Batı bölgelerini ellerinde tutacak olan Oğuz-Han'ın oğullarının, yere gömülü altın bir yay bulmaları, da, herhalde Ebül Gazi Bahadır Han tarafından uydurulmuş bir efsane motifi olmasa gerekti.

"Atilla'nın kılıcı" gibi, Oğuz-Kağan'ın oğullarının buldukları "Altın Yay" ile "Üç gümüş ok" da, Tanrı tarafından gönderilmiş bir hakanlık sembolü gibi düşünülüyordu. Oğuz-Kağan'ın vezirinin, az önce bu konu ile ilgili olarak nasıl bir rüya gördüğünü okumuştuk. Şimdi yine Uygur türkçesi ile yazılmış Oğuz destanından, bu yay ile okların nasıl bulunduklarını okuyalım:

Sabah olunca gördü, kendinden büyükleri, Çağırtarak getirtti, kendinden küçükleri, Dedi: "- Hey! Gönlüm benim" Avlansana haydı der! "İhtiyarlık başa geldi, cesaretin hani der! "Gün, Ay, ve Yıldız sizler, gidin gündoğusuna, "Gök, Dağ ve Deniz siz de, gidin günbatısına!" "Oğuz-Han oğulları, bunu hemen duyunca, Gitti üçü doğuya, üçü batı boyunca. Av avlayıp, kuş kuşlayan, Gün ile Yıldız ve Ay, Buldular yolda birden, som altından tam bir yay. Sundular Oğuz-Han'a, Han sevindi hem güldü, Aldı bu altın yayı, kırarak üçe böldü. Dedi: "-Ey, oğullarım! Kullanın bir yay gibi! "Oklarımız erişsin, göğe değ bu yay gibi!" Av avlayıp kuş kuşlayan, Dağ ile Deniz ve Gök, Buldular yolda birden, som gümüşten tam üç ok, Sundular Oğuz-Han'a, Han sevindi hem güldü. Aldı üç gümüş oku, oğullarına böldü. Dedi: "- Ey, oğullarım! Sizlerin olsun bu ok, "Yay atmıştı onları, olun siz de birer ok!"

Yay Türklerde bir hakimiyet sembolü idi. Hatta Büyük Selçuklu devletinin sembolü de, bir yaydan başka bir şey değildi. Fakat Oğuz Kağan destanındaki altın yay, gökyüzünü baştan başa kaplıyordu. Burada yay, bir devletin değil; daha çok gökyüzünün bir sembolü halinde idi. Gerçekten de Türkler, zaman zaman yayı gökyüzünün bir sembolü olarak görmüşlerdi. Onlara göre "ebe kuşağı" da, Tanrının bir yayı gibi idi. Türlü renklerle bezenmiş olan "ebe kuşağı", gerçekten de altın bir yayı andırıyordu. Daha sonraki motifleri de, kesin olmamakla beraber bir açıklama dönemesine tabî tutmak, henüz daha hiçbir şey bilmediğimiz bu konular için faydalı olacaktır. Daha gerçekçi Oğuz destanlarına göre: "Oğuz Kağan altın yayı, üç büyük oğluna vermiş ve onlara, yayın bir hükümdarlık sembolü olduğunu hatırlatmıştı. Bu sebeple hükümdarlık, devamlı olarak batıda oturan ve Oğuzların Boz-Ok Türklerini meydana getiren, üç büyük çocuğun hakkı olacaktı". Gerçekten de Türklerde yay, bir hükümdarlık sembolü idi. Efsane yazarı, buna kendinden fazla bir şey ilâve etmemişti: "Oğuz-Han doğuda oturan üç küçük oğluna, yani Üç-Ok'ların atalarına ise, üç gümüş ok vermişti. Bu okları verirken de oğullarına, okun bir elçilik sembolü olduğunu hatırlatmadan geri kalmamıştı". Gerçi Türklerde ok, bir elçilik sembolü idi. Bir yere giden elçiler sembol olarak ellerinde, kendi hükümdarlarının oklarını taşırlardı. Fakat Oğuz-Kağan'ın küçük oğullarının, elçi mertebesinde oldukları düşünülemezdi. Göktürk devletinde Bumın-Kağan, doğuda oturur ve Büyük Kağan ünvanını taşırdı. Batıdaki küçük kardeşi ise, onun emrinde olarak Yabgu idi. Kendisi gerçi Büyük Kağan değildi ama; devlet içinde Bumın-Kağan'dan sonra geliyor ve bölgesinin idaresini de, tam selâhiyetle elinde tutuyordu. Üç-Ok'ların devlet içindeki vazife ve selâhiyetleri de, İstemi-Kağan'ınkine benzetilebilirdi.

17. OĞUZ DESTANINDA "VERASET DÜZENİ"

"Oğuz Kağan destanlarında, Hükümdarlık büyük oğullara geçiyordu":

Az önce Türk mitolojisinde, yalnızca "Baba ailesi" nin görüldüğünü söylemiştik. İptidaî kavimlerde görülen "Ana ailesi" nin izleri, Türk mitolojisinde tamamen kalkmış ve silinmişti. Ana ailesinin izlerinin bulunduğu kavimlerde verâset daha çok küçük oğullara düşerdi. Meselâ Cengiz İmparatorluğunda bile, bunun çeşitli kavgalarını görebiliyoruz. Türk mitolojisinde ise hükümdarlık hakkı, doğrudan doğruya büyük çocuğun hakkı idi. Bu sebeple Oğuz-Han'ın büyük oğlu "Gün-Han", münakaşasız olarak, babasının yerine geçmişti. Ayrıca ana ailelerinde, dayı tarafının adları ve nüfusları çok geçerdi. Türk mitolojisinin hemen hemen tümünde ise, dayı ailesinin en ufak bir izine bile rastlamıyoruz: "Türkler, eski ve geri çağları çoktan geride bırakmış ve yüksek içtimaî bir seviyeye erişmişlerdi".

18. OĞUZ - KAĞAN DESTANININ ORTA ASYADAKİ KALINTILARI

Selçuklu ve Osmanlı devletlerini meydana getiren "Oğuz Türkleri", Türklüğün en gelişmiş ve soylu bölümleri idiler". Birçok defalar büyük devletler kurmuşlar ve tecrübe ile görgülerini, iyice geliştirmişlerdi. Oğuz TÜrklerinden başka, Ortaasya'da yaşayan, daha pek çok Türk vardı. Bunların pekçokları, ne büyük bir devlet kurabilmiş ve ne de toplum hayatlarını geliştirebilme ortamını bulabilmişlerdi. Ama bunlar da, yine Türk idiler. Onların kültürleri de, Oğuz Türkleri ile birçok bağlar taşıyorlar ve menşe birliği gösteriyorlardı. Meselâ, Tanrı dağları ile Doğu Türkistan'ın batısında yaşayan Kırgız'lar, tarih boyunca büyük devlet hayatı yaşayamamışlardı. Tanrı dağlarının derin vadilerinde, hayvanlarını otlatmakla geçinen bu Türkler, zaman zaman kurulan büyük Türk devletlerine tabî olmuş ve öylece yaşayıp, gitmişlerdi. Bununla beraber, onların da elbette ki, Oğuz-Kağan'dan veya onunla ilgili Türk efsanelerinden haberleri vardı. "Oğuz-Kağan destanı, Oğuz Türklerinin bir devlet mitolojisi halini almıştı. Kurulan bütün devletler, kendilerini Oğuz-Han'a bağlıyorlar ve O'nun düzeni ile yetiniyor ve öğünüyorlardı" Kırgız'ların ise, böyle bir iddiaları yoktu. Ama onlar arasında da, Oğuz Kağan babasını öldüren kahramanların bulunduğunu, sık sık görebiliyoruz. Kırgız'lar, aslen Moğol olan Oyrat'lardan çok korkarlardı. Oyrat'lar henüz daha müslüman değil idiler. Kırgız'lar ise, Müslüman olmuşlardı. Fakat İslâmiyete henüz daha, iyi olarak ısınmamışlardı. Kırgızlar efsanelerine göre: "Oyrat Hanı'nın, Alman-Bet adlı bir oğlu olur ve büyüyerek müslüman olma ihtiyacını, belki de Tanrının ilhamı ile, hissetmeğe başlar. Bunun için Kırgızlar'ın yurduna kaçıp, İslâmiyeti öğrenmek ve nasıl ibadet edildiğini görmek ister". Öyle anlaşılıyor ki Kırgız'lar, bu sırada İslâmiyetin en önemli şartı olarak, sakal bırakma ile sarık giymeği biliyorlardı. Bu sebeple kendilerine kaçan Oyrat Han'nının oğluna şöyle diyorlardı:

Bıyığını tıraş et, sakalını koyuver,
Saçların olmaz böyle, kâkülünü kırkıver;
Başındaki şapkanın, düğmelerini kesiver,
Her Cumadan Cumaya, mescitlere geliver!

Eski Türkler "sakal" bırakmazlardı. Fakat bıyığa, büyük önem verirlerdi. "Uzun saç" bırakma da, Türklerin çok sevdikleri, bir an'aneleri idi. Bu sebeple Oyrat Han'nın oğlunun bıyıkları, "şapkası" ile "saçları" , Kırgız Hocalarının gariplerine gitmiş ve kendilerine uyması istenmişti. Türk mitolojisi adlı büyük eserimizde, bu konu ile ilgili efsanenin, hemen hemen tümünü bulabilirsiniz.

"Müslüman olan Alman-Bet, babasına gider ve onun da müslüman olmasını ister. Babası, oğlunun bu isteğini duyunca, kızar ve Alman-Bet'i yanından kovar, (Önemli olan nokta, Alman-Bet'in babasının da Oğuz-Han'ın babası gibi, Kara-Han adı taşımasıdır). Alman-Bet babasını razı edemeyince, yeniden Kırgız'lara kaçar ve Kırgız'larla beraber olup, babasına hücum eder. Büyük bir savaştan sonra Alamn-Bet, babası Kara Han'ı öldürür ve bu suretle intikamını almış olur".

"Kırgız'ların bu efsanesi, gerek din ve gerekse konu bakımından, Oğuz destanı ile karşılaştırılamayacak kadar geridir":

Alman-Bet, Oğuz-Han gibi büyük bir kahraman olarak gösterilmiştir. Fakat Alma-Bet'in kendisi, bir kağan değil; nihayet Kırgız Hanlarının emrinde bulunan, bir komutan gibidir. Savaşır, yaralanır, mağlüp olur, basit insanlar tarafından zehirlenir ve her türlü şeyler başına gelir. Kara Han'ı öldürmekle, babası onun yurdunu da, eline geçirmiş değildir. Öğündüğü şeyler de, birkaç sığır sürüsü elde etmek, bol miktarda yağ ve süt yağmalamak ve nihayet, şapka ile elbiseleri, ölülerin üzerinden çıkararak toplamak gibi, basit şeylerdi. Gerçi Kırgız'ların efsaneleri de çok güzeldir. Bir cemiyetin isteklerini, ızdıraplarını anlatır. Kendileri müslüman olmuşlardır. Fakat etraflarındaki halklar ise, müslüman değillerdir. Onlar da, eski büyük Türk devletleri gibi, bu bölgeleri alıp, düşmanlarını müslüman etmek isterler. Bu sebeple kahramanlarına, türlü savaşlar yaptırırlar. Fakat savaşlar küçüktür. Akınlar uzun sürer ama; elde edilen yeni bir toprak parçasından, hiç söz açılmaz. Kahramanlar, döner, dolaşır, savaşırlar ve yine, kendi küçük yaylalarına gelirler.



.ALINTIDIR.