Osmanlıda Kahve Zarfları..
Hacılar, uzun yolculukları sırasında dinç kalabilmek için kahve bitkisinin suyunu içmektedirler. Onlar da bu içkiyi çobanlardan öğrenmişlerdir. Söylentiye göre, çobanlar keçilerinin, kahve bitkisini yedikleri zaman daha bir hareketli olduklarını gözlemlemişler ve kendileri de yorgunluklarını gidermek için çekirdekleri kaynatıp suyunu içmeye başlamışltardır. İşte bu bitki çekirdekleri, değişik hazırlanış ve takdim şekli ile adeta Türkler tarafından ikinci kez keşfedilmiştir. Türk hacıları aracılığıyla Istanbul'a getirilen ve burada üne kavuşan kahve, Türk devlet adamları (elçiler vb) ve yabancı devletlerin İstanbul'daki temsilcileri tarafından kendi ülkelerine tanıtılmış, böylece dünyaya yayılmıştır. Kahveden sonra, kısaca kahve fincanlarından da söz açmak yerinde olacak. Yakın zamana kadar kulpsuz olan kahve fincanları, toprak, çini, porselen, cam, ahşap gibi değişik malzemelerden yapılır.
Üzerleri nakış işlemeli lüleci çamurundan fincanlar sanat değeri yüksek kaplardır, İznik ve Kütahya atölyelerinde üretilen çok zarif çini fincanların yanısıra, Türk zevkine uygun bazı fincan türleri de Çin'de ve Avrupa'da (Saks ve Sevr) Osmanlı için özel olarak üretilmiştir.
Konu başlığımız olan fincan zarfları, gerek yapıldıklan malzeme ve teknikler, gerekse ait olduklan devri ve bölgeleri yansıtmaları bakımından değerli eserlerdir. Öylesine değerlidirler ki, kahve fincanları, zarfları ve diğer müştemilatı da içine alan müzeler bile kurulabilir.
Fincan zarflarını yapıldıkları malzemenin türlerine göre üç grupta toplayabiliriz: Madenden yapılanlar (gümüş, pirinç, bakır, altın), sert ve hoş kokulu ağaçlardan yapılanlar (abanoz, kuka, ödağacı); bağa, fildişi, boynuz gibi maddelerdan yapılanlar. Madeni zarfların yapımında kullanılan başlıca teknikler, kakma, kalem işi, telkari, tombak ve mıhlamadır. Bunların dışında savatlı, mercanlı, değerli taşlarla kakmalı zarflar da imal edilmiştir.
Kakma fincan zarflarının yapımında, önce maden 1 ya da 1,5 mm kalınlığında levha haline getirilir. Eldeki mevcut fincana göre zarf iki şekilde yapılır, ya döve döve madene fincanın şekli verilir, ya da fincan modeline sarılan maden, kaynak yapılır. Fincanın formunu almış olan madenin içi soğuyunca katılaşan ziftin yanısıra asvalt, horasan ve parafin karışımı ile doldurulur. Bu malzeme, çelik kalem darbelerine karşı koyarak madenin içe doğru çökmesini engeller. Daha önceden hazırlanmış desenler zarfın üzerine çizilir. Maden, değişik kalınlık ve şekillerdeki çelik kalemlerle dövülerek sözkonusu desenler işlenir. 'Kakma' dediğimiz bu işlem tamamlandıktan sonra karışım ısıtılarak başka bir kaba boşaltılır. Gerekiyorsa, iç kısımda da kakmalar yapılarak, şekiller daha belirgin hale getirilir. Üst kısmı tamamlanan zarfa, dik durması için, yine aynı teknikle, gövdeye vide ile bağlanmış ayak yapılır. Bu teknikle altın ve gümüşün (en çok kullanılan gümüştür) yanısıra, ucuzluğundan ötürü bakır ve pirinç de kullanılmıştır. Bunlara da yukardaki gibi kakma işi uygulandıktan sonra, ayrıca tombak ¬yapılır (maden, oksitlenmesini engellemek için civalı altın ile kaplanır, bu işin uygulandığı eserlere tombak denir). Kalem işli zarflarda ise, kakma tekniği ile yapılan şekiller bu kez ağızları çok keskin çelik kalemlerle oyulup boşaltılarak üretilir. Bu sanatı iş edinmiş ustalara 'kalemkar' denirdi. Kalemkarlar, adeta gravür çalışırcasına, çok ince kanallar açarak madeni oya gibi işlerdi.
Telkari zarfların yapımında ise, önce maden 1 mm kalınlığında tel haline gelinceye kadar haddeden geçirilir. Bu teller, isteğe bağlı olarak hasır örgüye dönüştürülür; daha sonra fincana uydurularak uçları kaynak yapılır. Bunun dışında düşünülen şekillerin özelliklerine göre tellere çeşitli biçimler verilir ve bu şekiller birbirine kaynatılarak fincanın şekli ortaya konur. Sert ve hoş kokulu ağaçlardan üretilen zarfların yazık ki büyük bir bölümü, malzemenin dayanıksız ve cabuk kırılabilmesinden ötürü, günümüze kadar gelememiştir. Güzel desenleri, hoş kokuları nedeniyle tercih edilen bu zarfların üzerlerine bazen ince gümüş levhaların kıl testeresiyle kesilmiş şekiller mıhlanır, ağızlarına da, çatlamamaları için gümüş tel geçirilir. Tornanın henüz kullanıma girmediği devirlerde bu zarflar ya oyularak yada keman ile yapılırdı.
Bağa, fildişi ve boynuz malzemeli zarflar, özel bir hüner gerektirirdi. Bağa (kaplumbağa kabuğu) ve boynuz malzeme için önce fincanın madenden ya da sert ağaçtan dişili, erkekli kalıpları hazırlanır, levha haline getirilmiş boynuz ya da kabuk sıcak suda yumuşatılır ve bu malzeme, kalıplar arasına sıkıştırılarak soğumaya bırakılırdı. Bu malzemeler üzerine bazen altın veya gümüş kakmalar da yapılır. Fildişi zarflarda ise uygulama tıpkı ağaç zarflardaki gibiydi. Ancak, fildişi değerli bir malzeme olduğundan, daha bir itinalı kabartma nakışlarla bezenirdi.
Eski Türk evlerinde vitrinleri süsleyen, el emeği ve sanat zevkiyle işlenmiş o zarif ve güzel zarflar, estetik değerlerinin yanı sıra, konukları ağırlamak içim geleneksel bir işlevi de üstleniyordu.
Prof. Dr. Mehmet Zeki Kuşoğlu.
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
kaynak:kahve.gen.tr